• ingiltereye protestanlığı getiren,8. henry nin kızıdır.

    1570 yılında papa tarafandın afaroz edilmiştir.shakespeare in en büyük koruyucusudur.sanata çok önem verir,ülkesinin bütünlüğü bozulacak korkusuyla hiç bir zaman evlenmemiştir.
  • kim olursa olsun bir kadın'ın kadınlığını ikinci plana atması durumunda hayatının ne kadar zorlaştığını, boğazında hep bir yumrukla yaşamanın ne menem bir şey olduğunu da gözler önüne serer film.
    (algıda kendinden geçicilik de olabilir benimkisi )
  • ann boleyn ve viii. henry'nin kızıdır. annesi babası tarafından idam edilmiştir.
  • bu tarz mitsel, efsanevî karakterlere ihtiyaç var. bunu insanlık tarihi açıkça belli ediyor. çoban sülünün baba olması, sadece siyaseten değil özel ilişkilerinde de sümsük görünen ecevit'in "umut" aşılayan karaoğlanlığı, tarikat çizgisinden çıkamayan özal'ın türkiye'de global düşünce tarzının en büyük temsilcisi olması, tayyip erdoğan'ın one minute çıkışından sonra kimi müslüman ülkelerinde halife gibi karşılanması, abdullah gül'e bakıp ahmet necdet sezer'e iustitia tanrılığının atfedilmesi vb. örneklerle biz bu mitik heyecanı her daim duyuyor, cayır cayır yaşıyoruz.

    çoğu kere farkına varmıyoruz ama mitsel söyleme duyulan ihtiyacı her daim körüklemeden duramıyoruz, çünkü en küçük yaşta aldığımız aile eğitiminden çevrede karşılaştığımız türlü ibretlik yönlendirmeler bizi mutlaka bir idealin peşine itiyor. o idealin de belli bazı önderleri muhakkak bizden önce doğmuş ya da hem doğmuş hem ölmüş olabiliyor. ölmüşse mitsel duyuş daha da coşuyor, çünkü ölene ultra (yarı-tanrısal) vasıflar atfetmek çok aha kolaydır. buda, büyük peygamberler, hakkında az şey bildiğimiz bilgeler ve büyük filozoflar hakkındaki mitsel anlatıların tamamına yakınının da böyle bir "kahraman ölümü"yle birlikte oluştuğunu düşünüyorum. onlardaki ışıltının donuk olduğunu ima etmiyorum, aksine parlak zekâlarının ya da yaptıkları işlerde gösterdikleri başarıları kabul edip sadece kahramanlaştırıldıkları ölçüde daha da yüceltildiklerini söylemeye çalışıyorum. kraliçe elizabeth de bu tarz bir onurlandırılma, yarı-tanrı(ça) pozisyonuna getirilmiştir, bu açıdan bakarsanız.

    büyük ihtimalle temelde elizabeth'in bekaretine dayanan ama özel yaşamıyla devlet yaşamı arasındaki negatif korelasyona bağlı olarak onu tanrısal adanmışlıkla ilişkilendiren spekülasyonların tamamı doğru olmasına rağmen, bunun başka biri tarafından gerçekleştirilemeyecek ölçüde nev i şahsına münhasır bir yarı-tanrı(ça)lık vasfı olarak nitelenmesini doğru bulmuyorum. gerçi benim doğru bulup bulmamam bir şeyi değiştirmeyecek ancak elizabeth tipi özel yaşamdan ve arzulardan vazgeçerek devlete, millete, ülkülere adanmışlık dersi bir şekilde bir karakter üzerinden verilmeliydi. elizabeth böyle bir dersin kaçınılmaz karakteri olabilmiştir, çünkü içinde bulunduğu dönemde avrupa'nın en yetkin yönetici kimliklerinden biri olması yanında ispanya'daki isabella'nın aksine çok daha güçlü bir "kadın" profili çizer. buradaki ülkülere ve devlete adanmışlığın bu denli övülmesinin bir nedeni de elizabeth'in tıpkı isa'nın anası meryem gibi tümüyle kendi yaşamını küçümsemiş görünmesidir. böyle bir tipin diğer ingiliz kralları ve diğer ülkelerin yöneticileri arasından sıyrılıp bir altın çağ düşüncesinin merkezine yerleştirilmesi daha kolay olmuştur.

    ancak burada yukarıda "ölümden sonra kahramanlaştırılma" durumunun tümüyle elizabeth için geçerli olmadığını da söylemek mümkün. zira onunla üç aşağı beş yukarı aynı dönemde yaşayıp yine hem babası hem de kendisi kraliyete çok yakın olmuş bizim meşhur francis bacon'ımızın yazdığı in felicem memoriam elizabethae da gösteriyor ki, daha kraliçe elizabeth yaşarken ya da ölümünden hemen sonra bile kraliçenin diğer yöneticilerden ne kadar da farklı bir kimlikte olduğu düşünülmüştür. örneğin bacon onu tarihteki büyük kişilerle karşılaştırmadan duramaz: "büyük iskender'de, julius caesar'da, trajanus'ta ve başkalarında olduğu gibi, ardında bir soy bırakmadı..." (http://jimithekewl.blogspot.com/…m-elizabethae.html) o, bacon'ın gözünde gerçekten büyük bir isimdir çünkü arkasında her daim onu destekleyen ve koruyan kutsal bir providentia vardır. gerek in felicem'de gerekse diğer metinlerde elizabeth'in evlenmemiş olmasının da sembolize ettiği temizliği, duruluğu tıpkı yukarıdaki meryem benzetmesinde olduğu gibi elizabeth'i tanrısal bir kişilik yapar. zaten bacon başka metinlerinde, doğrudan elizabeth'le alâkalı değilse de "doğru" kralların üzerinde tanrısal bir elin olduğunu ve bu elin onları koruduğunu söyler. örneğin bir eserini adarken "tanrı elini yüce makamınızdan çekmesin" der, bu bizdeki "allaha emanet ol" deyişini hatırlatsa da, burada doğrudan yöneticileri ilgilendiren kutsal iradeden bahsedildiği bilinmeli.

    bacon şöyle diyor: "elizabeth, hem karakteri hem de talihi bakımından kadınlar arasındaki en harika, prensesler arasındaki en kayda-değer kadın!... tarih boyunca bir kadının ülke yönettiği nadir, o yönetimde mutluluk/huzur (felicitas) olduğu daha nadir görülmüştür, en nadir olan ise mutluluk/huzur ile istikrarın böyle bir kadın yönetiminde uzun sürmesidir. oysa elizabeth mutluluğu yitirmeden tam kırk-dört yıl boyunca ülkeyi yönetmiştir! kendisinden bahsetmeye giriştiğim bu mutluluk övgüden muaf olamaz, zira övgü insanların takdiri, mutluluk ise tanrının hediyesidir." buradaki tanrısal kutlanmışlığı ve desteklenmişliği iyi görmek gerekiyor. elizabeth'i yaşarken yücelten neden ile iulius caesar'a "caesarem vehis caesarisque fortunam" dedirten neden aynı kaynaktan besleniyor: "tanrı bizim almamızı istiyor!1" nitekim bir şiirinde şöyle demiş elizabeth: "hangi kral utanır ki üzerine titremekten, bizi yarı tanrılıktan tanrılığa yükselten şairinin?" kraliçe de en az iulius caesar kadar olan bitenin farkındaymış, diye düşünmeden edemiyoruz.

    elizabeth'in yazdığı şiirlerin bir kısmını gökçen ezber çevirmiş. cevat çapan'ın cumhuriyet kitap, s.755, sf.25'teki köşesinde yayınlanan bu çevirileri blogda yayınladım. merak edenler okusun derim, capslı:

    http://jimithekewl.blogspot.com/…leri-arsivden.html

    finis
  • (bkz: mirana)
  • kendisinin çağında ingiltere'nin akıllara zarar bir donanması vardı. o adaya herhangi bir düşmanın ayak basması neredeyse imkansızdı.
  • (bkz: sağ el)
  • kraliçe mary'den sonra tahta geçip, 1558-1603 yılları arasında tahtta kalmış, tarihin en önemli kraliçelerinden biridir.

    shekhar kapur'un 1998 yapımı elizabeth ve 2007 yapımı elizabeth the golden age filmleri dönemi ve birinci elizabeth'i anlatan güzel filmlerdendir.
  • hiç evlenmeyen ingiliz kraliçesi. azize olduğunu iddia eden bile vardır. bakire (virgin) elizabeth olarak da tanınır. en büyük düşmanı olan, ispanya hükümdarı ikinci felipe'nin (koyu katolik'tir) aleyhinde ittifak kurmak için osmanlı padişahı üçüncü muratile yazışmıştır. osmanlı'da kumaş boyalarının yapımı öğrenmek ve istihbarat amacıyla elçi göndermiştir. ingiltere'nin bu bağlamda akdeniz ticaretinde önemli bir pay sahibi olmasını sağlamıştır.

    donanması ispanyollar'ın ünlü yenilmez armadasına, karşı savaşmıştır. 1588'deki yenilmez armada'nın, ingiltere açıklarında mağlup edilmesi dünya tarihinin belki de en önemli deniz savaşıdır. (bu savaşta, ispanya'ya karşı isyan halindeki hollandalılar'ın yardımının ve fırtınanın etkisi vardır) ayrıca, ingiliz kilisesinin kurucusu olan babası sekizinci henry'nin izinden giderek, ingiltere'nin katoliklik'ten çıkmasını kesinleştirmiştir. katolizm ile mücadele etmiştir. mezhep konusundaki sıkı tavrında, ingiltere üzerindeki papalık ve ispanyol nüfuzunu kırmakta vardır.

    dönemi ingiltere'nin ve ingiliz tiyatrosunun altın çağı olarak kabul edilir.
    (bkz: william shakespeare)
  • yediği yarrağın haddi hesabı kayıptır ama hala bakire olarak anılmaktadır. ne garip...
hesabın var mı? giriş yap