• yeni maden yasası nedeniyle bu ülkenin başbakan yardımcısı rodolfo illanes, maden işçileri tarafından kaçırılmış ve dövülerek öldürülmüş.

    http://m.dw.com/…eath-by-striking-miners/a-19503905
  • yakın zamanda bolivyadan tr'ye gelecek olan olursa küçük bir siparişim olacak ve inanılmaz makbule geçecek. herşey sanat için. lütfen yeşillendirin.
  • eduardo galeano'ya göre dünyaya en çok şeyi veren ama karşılığında en az şeyleri alan gariban ülke. ispanyollar tarafından iliklerine kadar sömürülmüştür. altın ve gümüş madenleri acımasızca talan edilmiş, yetmezmiş gibi yerli halkı köleden bin beter şartlarda çalıştırılmış ve insanlar buna dayanamadıkları için intiharı bile seçmişlerdir. bugün milli geliri çok düşük bir seviyede olan bolivya zamanında doğal kaynak açısından dünyanın en zengin yerlerinden birisiydi. ta ki medeni batılılar ayak basana kadar.
  • zamanın bolivya devlet başkanı mariano melgarejo bir bardak chicha [mısır likörü] içmeyi reddeden ingiliz büyükelçisini cezalandırmak için kendisine zorla bir varil dolusu kakao içirmiş. büyükelçi, la paz'ın ana caddesinde eşeğe ters bindirilip dolaştırıldıktan sonra londra'ya geri gönderilmiş. kraliçe victoria bunun üzerine öfkesinden küplere binerek bir güney amerika haritası istemiş ve bolivya'nın üzerine bir çarpı işareti çizerek bolivya'yı silmiş ve sömürüsünü hızlandırmış.
  • bolivya'ya şili'nin san pedro de atacama şehri üzerinden geçtim. giriş yaptığım yer 4.500 metrede konuşlu, kulübeden bozma bir kontrol noktasının bulunduğu, başkaca herhangi bir yapının olmadığı bir gümrüktü. asıl gümrük şili'nin calama şehrinde ama bolivya'daki turistik geziler için burası hem zaman hem para açısından daha ekonomik olduğu için burası tur şirketleri ve gezginler tarafından tercih sebebi. dört gün şili'nin atacama çölünde kaldıktan sonra, üç günlüğüne bolivya'nın potosi eyaletindeki uyuni bölgesinde hem çöl hem de tuz düzlüklerinde bir tur satın aldım. başta aklımda otostop yaparak ya da otobüs ile kendim gitmek vardı ama iyi ki yapmamışım çünkü buralarda yerleşim yeri çok az ve atacama'dan uyuni'ye otobüs bulunsa da bu otobüsler milli parka uğramıyorlar. çölde otosop yapmak da pek akıllıca değil zira kimse yok.

    eduardo averoa milli parkı bir çok ilginç göle ev sahipliği yapan, yer yer 5.000 metreye çıktığınız bir doğa harikası. yaklaşık 7 bin metrelik zirvelere sahip olan bu park teknik olarak bir çöl fakat içerisinde göller de var. ilk başta bu kadar yüksekte bir çöl fikri inanması zor bir olgu ve daha da garip olan bu çölde en çok ziyaret edilen yerler içerisindeki göller. bir çok allı turna (flamingo) türüne ev sahipliği yapan bu göller yoğun miktarda tuz ve diğer mineraller içeriyor ve su içilebilir değil.

    and dağları dünyanın en büyük ve uzun sıradağlarından biri ve her bir köşesi sürprizlerle dolu. 5 bin metre yükseklikte yaşayan canlılar görmek sizi şaşırtmasın. asıl şaşırtıcı olan bu yükseklikte yaşayan insanlar. inca medeniyeti'nin mirasçısı olan bu insanlar, neredeyse hiç bir şeyin yetişmediği bu yüksek düzlüklerde hayatlarını yüzyıllardır sürdürüyorlar.

    mihmandarlarımız bolivya yerlileriydi üç gün boyunca ve ilk dikkatimi çeken şey yüzlerinin şişkin olmasıydı. esmer olmaları şaşırtıcı değil, sonuçta çölde yaşayan insanlar. derilerinin soyuk olması da anlaşılabilir çünkü bu çölde sizi yakan güneşle beraber, kuvvetli bir rüzgarın eşlik ettiği soğuk. ama yüzlerinin şişkinliğine bir anlam verememiştim, üç gün sonra açıkta bıraktığım her yer şişip, derim çatlayıp, kararıp, şişince bunun vucudun kendini savunmak ve adapte olmak için geliştirdiği bir strateji olduğunu anladım. yüksekliğin sonuçlarını tam olarak bilmiyormuşum.

    buranın insanları oldukça sessiz, enikonu mahçup ama dürüst, sempatik ve uysallar. oldukça çetin şartlarda yaşamaya çalışan bu insanlar için turizm büyük bir gelir kapısı olmuş. ancak hala bölge bir mahrumiyet hali yaşıyor çünkü devletin buralara adamakıllı bir hizmet getirmesi çok maliyetli. dağlar çok yüksek ve nüfus yoğunluğu çok düşük. dolayısıyla devlet sadece belli başlı yerleşim yerlerini birbirine bağlayacak yollar yağmış ve sadece buralarda elektrik var. bu tarafa gelecek olursanız bir kaç gün sıcak su, internet ve hatta elektrik olmadan yaşamayı göze almalısınız.

    yolculuğumuzun ilk günü, bir kaç göl (sırasıyla beyaz göl(laguna blanca) ve yeşil göl(laguna verde)) gezdikten sonra, 5 bin metre yükseklikte bir termal göle gittik. çölde, 5 bin metrede, hava neredeyse buz gibi iken sıcacık bir açıkhava kaplıca havuzuna kendinizi bıraktığınızı düşünün. neredeyse mitolojik/fantastik bir deneyim. daha sonra hayalimdeki göle 'ü (laguna colorada/renkli göl ya da yerlilerin deyişiyle laguna roja/kırmızı göl) ziyaret ettik ve geceyi gölün olduğu yerdeki kulübeden hallice bir hoselde geçirmek üzere buraya vardık. hostel deyince hemen aklınıza turistler için düzenlenmiş mekanlar gelmesin. sıcak su, internet yok. elektrik ise sınırlı. burada yaşayan yerliler işletiyorlar ve sadece iki tane yapı var. yakınlarda başka herhangi bir yerleşim yeri yok. yükseklik 4.500 metre ve nefes almak hayli güç.

    iki adet 4x4 jiplere doluştuğumuz grubumuz ağılıklı olarak fransızlardan oluşuyordu. fransızlar top görünce hemen takım kurup maça başladılar. yerli kızların da oynadığı oyuna beni de çağırınca dayanamayıp beşiktaş formamı giyip katıldım. katıldım ama on dakika sonra oksijensiz kalıp bırakmak zorunda kaldım. inanılmaz bir deneyim oksijensizlik (hypoxia - hipoksi). aldığınız nefes yetmiyor, ne kadar derin solursanız soluyun ciğer daha fazlasını talep ediyor. o ana kadar gayet iyi idare eden vucudum, o gece kayışı kopardı. altı kişi, havalandırması olamayan bir odada yattığımız için zaten az olan oksijen bitiverdi ve gece bir çeşit boğulma hissiyle uyandım. hava buz gibi (eksi 10 gibi) olmasına rağmen, vucudumu ateş basmıştı. terlemiyordum, hasta değildim ama alev alev yanıyordum ve nefes alamıyordum. ciğerlerim acıyordu. hayır, yanlış bir kelime kullanmadım; içimde, ciğerlerimin acıdığını hissediyordum. ayağa kalkıp kendimi dışarı atınca, ateşim bir miktar düştü, nefes alışım düzeldi ve boğulma hissinden kurtuldum. yanımda kalan fransız ailenin henüz tam yetişkin sayılamayacak çocukları da vardı. belki benim gibi uyanamazlar diye düşünüp kapıyı beş-on dakika açık bırakıp odayı havalandırdım ama bu sefer de güç bela nefesimiz ve vucut ısımızla ısıttığımız oda soğuyordu, tekrar kapattım mecbur.

    ilk gün beni etkileyen en büyük sürprizlerden biri, ismini ünlü ispanyol sürrealist ressam salvador dali'den alan dali çölü oldu. kendinizi birdenbire bir dali resminin içerisinde buluveriyorsunuz. salvador dali'nin favori mekanı olan bu çöl, bir çok resminde arkaplan olarak kendine yer buluyor. meşhur 'belleğin azmi' (la persistencia de la memoria) tablosu ve diğer eserlerini bilenler için harika bir deneyim. bol bol fotoğraf çektim. yanımdaki fransızlar da sanatsever çıkınca bol bol konuştuk, hangi resimde hangi perspektifin kullanıldığı üzerine tartıştık.

    ertesi gün kaldığımız yerden devam ettik. şili sınırında bulunan hala aktif, dumanı tüten bir volkanı uzaktan izledik. daha sonra gayzerlerin olduğu bir yere gittik. kesif bir sülfür kokusu her tarafı kapladığı için nefes almak daha da güçleşti. gayzerden sonra uyuni tuz düzlükleri'ne (salar de uyuni) doğru yol almaya başladık. uçsuz bucaksız platolarda bir gün geçirdik. kimi yerlerde yol yoktu dolayısıyla güneşi kendimize yol gösterici tuttuk. şili ile bolivya'yı bağlayan uluslararası yol henüz tamamlanmış değil (en azından bolivya tarafı). tozun toprağın içinde yol alırken kendimiz de toza toprağa bulandık epey.

    çölün ortasında, dağların arasında bulunan bazı vadiler yemyeşildi. bu vahalarda oldukça canlı bir hayat hüküm sürüyor. yerliler tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlar. yerel diller konuşan bu insanlar yine inka medeniyetinin torunları. oldukça renkli kültürleri var ve bu renklilik giyim kuşamlarına yansımış. keçeden yapılmış melon(bowler hat) tarzı şapka giyen kadınları görünce fransız gezginler, latin amerika çalışan bir sosyolog olarak bana neden ingiliz şapkası giydiklerini sordular ama herhangi bir fikrim yoktu. meğer, 19 yüzyılda icat olunan bu melon şapkalar, buralarda çalışan britanya demiryolları (british railways) çalışanları vasıtasıyla epey yaygınlaşmış. şapkayı buraya getiren firma, şapkalar erkeklerin kafasına göre küçük olunca, avrupa'da kadınların hep bu şapkaları giydiği hikayesini yayıp bütün şapkaları satmış. zamanla kültürel bir öge haline gelen bu şapkalar özellikle yerel quechua(keçua diye okunur) ve aymara halkının kadınlarının bir parçası haline gelmiş. şapkanın takılış şekli bile bir anlam ifade eder halde bugün. kafanın ortasında ise bu kadının evli olduğunu, yanarda olursa boşanmış yahut dul olduğunu, arka tarafta olursa ilişkisinin karmaşık olduğunu belirtirmiş.

    vahalarda bir çok lama sürüsü ile karşılaştık. durup fotoğraf çekmek istediğimizde lamaların epey utangaç hayvanlar olduğunu keşfettik. pek yaklaşmıyorlardı ama uzaktan poz vermeyi de ihmal etmediler. bu vadilerde aynı zamanda buraya özgü (endemik) bazı bitkilerin ve koka üreticiliğinin de yapıldığını öğrendik. hatta bazı tarlaların yanından geçtik ama yanımda bana anlatacak biri olmasa buraların tarla olduğunu mümkün değil anlayamazdım.

    akşama doğru henüz güneş batmamışken uyuni tuz düzlüklerine gitmeden önce geceleyeceğimiz, tuvalet ve banyosu hariç tamamen tuzdan yapılmış ve dünyaca da meşhur olan tuz hosteli'ne (hostel de sal) vardık. bu kısmı başka bir yazıda anlatacağım. şimdilik bu kadar. gidiniz geziniz efenim!.. iyi yolculuklar...
  • bu yazı bir gezi yazısından ziyade bir sosyolog gözüyle, bir özet mahiyetinde, bolivya'nın politik ve toplumsal çözümlemesi olacak.

    bolivya bulunduğu coğrafyanın bir zorlaması sonucu iki farklı kültür atmosferi oluşturmuş kendi bünyesinde ve bu kültürel farklılık politik arena başta olmak üzere toplumun neredeyse her katmanında hissedilebilir. öncelikle bu farklılığı doğuran koşulları bir inceleyelim;

    bir defa bolivya'nın yüzölçümü neredeyse türkiye'nin bir buçuk katı kadar var ve türkiye'ye kıyasla çok daha engebeli arazi. yani gerçek yüzölçümü çok daha büyük. büyük (pasifik) okyanus tarafında kalan kısım and dağları'nın üzerine kurulu oldukça yüksek ve kurak, yer yer çöllerle bezeli plato ve yaylalarla kaplıyken, diğer taraf neredeyse atlas (atlantik) okyanusu ile hemzemin olan geniş amazon ormanları ile kaplı bir arazi. dolayısı ile ova ile yayla kültürleri birbirinden oldukça farklı. öncelikle insanların hayata bakışı farklı, görünüşleri, yemekleri, doğaya karşı duruşları, zihniyetleri farklı.

    yukarıda yaşayan insanlar daha pratik, az ile yetinmeyi bilen değil buna zorunlu olan, doğanın kendisine karşı olan cimriliğine alışmış ve buna göre kültürü şekillendirmişken, aşağıdaki ovalarda yaşayan insanlar bol kepçeye alışmış, biraz daha nefsani, daha eğlenceye ve keyfine düşkün, zora gelemeyen kültürel özellikler taşıyorlar. bunları yargılamak için söylemiyorum, her iki kültürün de iyi ve kötü yanları var bakış açınıza bağlı olarak. yalnız şunu unutmamak lazım; varlık ve yokluk göreceli kavramlar. bolivya genel olarak fakir bir ülke, kişi başı gelir 7,500 dolar ortalama ile bölgenin paraguay'dan sonra en kötüsü (venezuela'yı saymıyorum çünkü her ne kadar şimdilik kötü durumda olsalar da ellerinde ciddi imkanlar var) ve bolivya'nın denize kıyısı yok(tu). yoktu diyorum çünkü şili ile 1883'te yaptıkları pasifik savaşı(war of the pasific) sonrasında okyanusa olan kıyılarını şili'ye kaptırdılar ve o günden 2010 yılına kadar bir kara devleti idi. 2010 yılında hala görevdeki başkan evo morales, peru ile anlaşarak peru sahillerinin bir kısmını kiraladı ve deniz ticareti için önemli bir nefes kapısı oldu buralar. artık başkalarına muhtaç değiller.

    fakat bolivya'nın bambaşka sorunları da var; örneğin altyapı. burada ciddi birkaç ikilemi var bolivya hükümetinin:

    1) demografik ikilem: bolivya'nın toplam nufusu 11 -12 milyon civarı. koca arazide yaşayan kimse yok neredeyse. haliyle bir avuç insanın yaşadığı kasaba ve köylere elektrik, su, yol gibi hizmetleri götürmek (hele de geçilmez dağların olduğu platolarda) çok masraflı ve sürdürülebilir değil.

    2) doğanın korunması: öte yandan aşağıda ve nisbeten ulaşılabilir yerlerde ise yol demek amazon ormanları'nın tırtıklanması demek. zaten böyle bir sıkıntıyı başkan morales iktidar olur olmaz yaşadı. amazon bölgesine yol yapacağını söyleyince o tarafta yaşayan insanlar ayaklandılar ve morales şimdilik geri adım atmış gibi görünüyor.

    3) doğal kaynaklar: bolivya, başta lityum olmak üzere doğal mineral zengini bir ülke ve adeta varlık içinde yokluk çekiyorlar. bilmeyenler için, bugün lityum petrol ve doğalgaz kadar önemli bir maden çünkü bilişim çağının en önemli hammadelerinden biri ama bu madenleri çıkarmanın da bir maliyeti var. bolivya'nın yol ayrımı, büyük bir turizm potansiyeline sahip bölgede turizme dayalı nisbeten daha temiz bir ekonomiyi mi yoksa uluslararsı neo-liberal sitemin bir parçası olacak ve bu uğurda doğanın yok olmasına neden olabilecek bir ekonomik sistemi mi tercih edecekleri sorusunda yatıyor.

    4) uluslararası sermaye: bütün gelişmekte olan ülkelerin sorunu bolivya'da da var. yukarıdaki üçüncü maddeyle alakalı olarak, madenlerin işletilmesine karar verilirse bu madenleri kim işletecek? bolivya kendi başına yatırım yapıp, madeni çıkarıp, işleyip, satacak kabiliyete sahip değil. dış yatırım elzem ama dışarıdan yatırım almak demek, aynı zamanda uluslararası sermayeye bazı tavizler vermek demek (yeri gelmişken bu durumla alakalı olarak ispanya - bolivya ortak yapımı olan ''tambien la lluvia'' (yağmur bile) adlı filmi hararetle tavsiye ediyorum. hem bölgenin tarihi hem de bolivya'nın bugünü ile ilgili oldukça çarpıcı, tarihle bugünü gayet başarılı bir şekilde ele alan bir başyapıt. hayli etkileyici sahnelere sahip olan filmin sonunu getirebilmek için bir kutu mendile ihtiyacınız olabilir. tecrübe ile sabit. linkini de koyuyorum. merak edenler izleyebilirler. netflix'te de var, abone olanlar hemen bulabilirler. link ayrıca filmi şurada daha detaylı incelemiştim (bkz: #65521078))

    bu arkaplan ister istemez politik atmosferi de etkiliyor. başkan morales yüksek plato kültüründen geliyor. morales yerli kültürün çıkardığı ilk başkan. aymara kökenli olan başkan morales sol bir hükümete başkanlık ediyor ve 2006 yılından beri iktidarda. iktidarı bırakmaya pek niyeti olmayan morales, gittikçe arkasındaki halk desteğini kaybediyor. kaybediyor demeyelim de (çünkü hala ciddi bir destek var kendisine, özellikle de yerli halktan) otoriter eğilimleri olduğu yönünde eleştiriler daha şiddetli yükseliyor. bir saha araştırması yapmadım ama ovada yaşayanlar, plato kültüründen gelmiş olan morales'e karşı daha bir mesafeliler. zaten yukarıda da bahsettiğim gibi coğrafi sebeplerle bir kültürel yarık var ülkede ve ülke siyasetine de sirayet ediyor bu yarılma.

    ya işte böyle... gidiniz geziniz efenim!.. iyi yolculuklar...
  • "güney amerika'nın en ucuz, en uygun ülkesi hiç şüphesiz ki bolivya'dır."
    (yiğit can iç.)
  • bolivya ya da resmi adıyla bolivya çok uluslu devleti (ispanyolca: estado plurinacional de bolivia) bir güney amerika ülkesidir. başkenti sucre olup; la paz, cochabamba, santa cruz, potosi diğer önemli şehirlerinden birkaçıdır.

    ülke ispanyol sömürgeciliği döneminde yukarı peru olarak adlandırılan bu bölgeye daha sonra güney amerika'yı ispanyol boyunduruğundan kurtaran simón bolívar'ın anısına bolivya (bolivar'ın ülkesi) ismi verilmiştir.

    bolivya, 1809 yılında ispanya'ya karşı bağımsızlığını ilan etmesine karşın, ispanyol askerlerin ülkeden kovulması çok daha sonra, ancak 1825 yılında gerçekleştirilebildi.

    bağımsızlık sonrası bolivya'daki siyasal yaşam sık sık kesintiye uğramıştır. ülke ulusal bağımsızlığını kazandığı 1825 yılından günümüze değin 180'e yakın darbe, ondan fazla değişik anayasa ve seksen civarında cumhurbaşkanı gördü. cumhurbaşkanlarından bazıları yönetimi kan dökerek ele geçirdiler ve yine aynı şekilde kaybettiler.naltı cumhurbaşkanı görev başındayken öldürüldü.

    bolivya'nın komşularıyla özellikle şili ve paraguay ile olan ilişkileri dengesiz olmuştur. 1879 yılında müttefiki peru ile birlikte, sınır anlaşmazlıkları yaşadığı güçlü komşusu şili'ye saldırdı. ancak 1883'de biten pasifik savaşı bolivya için tam bir yıkım oldu. pasifik okyanusu bölgesindeki kıyı şeridini şili'ye kaptıran bolivya'nın okyanus ile olan bağlantısı kesildi ve ülke bir kara devletine dönüştü. bolivya halkı bu savaşın sonuçlarını bugün bile unutabilmiş değildir. ülke yine bir sınır sorunu yüzünden 1932 yılında komşusu paraguay ile savaşa tutuştu. chaco savaşı olarak adlandırılan bu savaş 1935 yılında, paraguay'ın zaferi ve sınır sorununun çözülmesini sağlayan bir barış antlaşmasının imzalanması ile sona erdiğinde, bolivya tartışmalı bölgenin ancak yüzde yirmi beşini (%25) topraklarına katabildi.

    1966 senesinde ernesto che guevara önderliğinde ve küba desteğiyle başlatılan bolivya devrim hareketinde, guevara'nın yaklaşık elli kişiden oluşan ve eln (ejército de liberación nacional de bolivia - bolivya ulusal bağımsızlık ordusu) adı altında eylem yapan gerilla kuvveti iyi donatılmıştı ve dağlık camri bölgesinde bolivya düzenli ordusuna karşı bazı başarılar elde etti. eylül'de ise ordu iki gerilla grubunu ve liderlerden birini öldürmeyi başardı. daha sonraları gittikçe başarısızlığa doğru giden bu devrim girişimi, 9 ekim 1967'da la higuera'da che'nin öldürülmesiyle son buldu. ama che'nin bolivya da öldürülmesi bir sempatinin oluşmasına neden oldu. bunun sonucu olarak sosyalizme doğru hareket partisinin günümüzde iktidar olmasını sağladı.
  • 2010 yılında 4 ay boyunca yaşadığım ülke.

    kuşkusuz latin amerika’nın en fakir ülkesi, memlekette asfalt yol yok. kendinizi 1980’lerin latin amerikasında hissediyorsunuz. aşırı ucuz bir ülke ama para bile saadet getirmiyor orda o derece kötü bir ülke. hani çok param olsa mutlu olurum dersiniz ama inanın para harcayacak yer dahi yok.

    mutfağı fena değil ama patates, soğan ve et üzerine kurulu. bol bol çorba ve sulu yemekleri mevcut. birde pizzayı güzel yapıyorlar.

    ben ucuz olduğundan sürekli burger king ve restaurantlarda yemek yiyordum.

    tüm fakirliğe rağmen insanları mutlu. gelir dağılımı şehirlerde adil sayılır. zengin fakir arasında pek uçurum yok ama köylerde durum vahim tabi kerpiç evlerde yaşıyorlar.

    nefes almak işkence. rakım yüksek olduğundan oksijen miktarı az ve düşük rakıma alışmış biri alışana kadar çok zorluk çekiyor. ben 3 gün boyunca kusmuştum.

    ama herşeye rağmen fantastik bir ülke. 80’lerin latin amerika’sını yaşamak istiyorsanız gidin görün.
  • 1966 senesinde ernesto che guevara önderliğinde ve küba desteğiyle başlatılan bolivya devrim hareketinde, guevara'nın yaklaşık elli kişiden oluşan ve eln (ejército de liberación nacional de bolivia - bolivya ulusal bağımsızlık ordusu) adı altında eylem yapan gerilla kuvveti iyi donatılmıştı ve dağlık camri bölgesinde bolivya düzenli ordusuna karşı bazı başarılar elde etti. eylül'de ise ordu iki gerilla grubunu ve liderlerden birini öldürmeyi başardı. daha sonraları gittikçe başarısızlığa doğru giden bu devrim girişimi, 9 ekim 1967'da la higuera'da che'nin öldürülmesiyle son buldu. ama che'nin bolivya da öldürülmesi bir sempatinin oluşmasına neden oldu. bunun sonucu olarak sosyalizme doğru hareket partisinin günümüzde iktidar olmasını sağladı.
hesabın var mı? giriş yap