• sabah olduğu var sayılan bir saatte işe gitmeye çalışıyoruz bir süredir. istanbul'da sabah 7'de sadece ayı değil, yıldızları da görmek mümkün. sokak lambalarının çoğu çalışmıyor en işlek caddelerde, geçtim ara sokakları... her gün karanlığa adımlar atıyoruz. güneşi görmek umut olacak diye almışlar sanki elimizden. otobüs durağına geliyorsunuz ve beklerken haberlere bakıyorsunuz. sonra da karanlıkta ulaşmak için koşar adımlarla geldiğiniz durağa çakılıp kalıyorsunuz.
    kafanızda bir radyo sesi var "gün aymadı mı hala sevgili vatandaş? o zaman ben sana günü aydınlatayım (!) bugünün gündeminde göçük altında kalan madenciler ve tecavüz edenin paçasını kurtarmak için kurbanıyla evlenmesini öngören yasa var. şimdi ne yapmak istersiniz?
    a) eylem yapıp gaz yemek ve biraz daha sinmiş bir şekilde eve dönmek
    b) ülkeyi terk etmek
    c) amaaan her zamanki şeyler. bir şey yapmaya gerek yok, su akar yolunu bulur
    d) yerin dibine girmek
    işte bu sabah otobüs durağının önünde trafiği koca koca araçlarıyla hem yaratıp hem de trafiğe karşı kornalar basıp öfkeli bakışlar, laflar atanlar betonun çatlayıp beni ve benim gibi tüm utananları yerin dibine doğru giden bir yolculuğa gönderselerdi "hayır" demezdim.

    "bu işin fıtratında var" denilmişti o zaman. seçimlerden sonra da başka kesimlerce "hak ediyorlar."
    nefret... çok tehlikeli bir şey. o kadar kötü ki bilgiden mahrum bırakılmış, yoksulluğa terk edilmiş, var olduğu durumdan kurtulmak için ufku ve gücü olmayan ve muhtemelen ne yaşadıklarını büyük bir olasılıkla ne bilebileceğimiz ne de anlayabileceğimiz insanları hor görecek kadar tehlikeli bir şey nefret...
    şimdi yine kayıplar var. kaza mı heyelan mı; önlenebilir miydi; ihmal var mı yok mu belli değil.

    taciz, tecavüz... bir insanın bunu yaşadığını düşünmek yeterince zor ve acı. bir de çocuklar giriyor işin içine, işte o zaman insan olarak yerin 7 kat altına girmek bile az geliyor insana. insanın içinden o çocukları, insanları alıp buraları birilerine bırakası geliyor. buralarda kendi kötülükleriyle yaşasınlar o zaman bu kötülüklere, rezilliklere kılıf uydurmak için kanun filan çıkarmalarına da gerek olmaz diyorsun.
    tecavüzcüsüyle evlendirme kanununu bekir bozdağ şöyle bir anısını anlatarak haklı ve olması gereken bir kanun olarak gösteriyor:
    "düğün yapılmış, dernek yapılmış, gelmişler, hediyeleri takmışlar, resmen evlenmişler. savcı düğününe gelmiş. sivas'ta bir hanımefendi geldi bana, bir çocuk var yanında epey büyümüş. bir de hamile. 'biz düğün yaptık. düğünümüze ilçenin kaymakamı, savcısı, hakimi, karakol komutanı geldi. babam köyde tanınan biriydi. sonra evlendik. onlar bir de hediye taktılar. sonra da doğum için hastaneye gittiğimde hastaneden de aynı karakol komutanı geldi, beni aldı. şu anda eşim içeride, 7 yıl 6 ay yatarı var, benim de durumum bu.' dedi." (kaynak link)
    anlattığı anı, olay her neyse artık baştan sona sıkıntılı. o kadın hangi şartlarda evlendirildi, nasıl bir bilgisizlik ya da zorunluluk var ki kendisine şiddet yaşatan insana "eş" diyebiliyor farkında mısın? diye sarsarak sorası geliyor insanın. böyle bir kanunu "devletimizden dev hizmet" anlayışına oturtmaya çalışmak nasıl bir mantıktır?
    anlamak çok zor. kafamda deli sorular... her bir soru yaşanmış başka bir tecavüz vakasını hatırlatıyor. kafamın içinde bitmeyen kavgalara, hayali duruşma sahnelerine neden oluyor.

    bu ülkede her gün tacize uğruyoruz. küfürler seksist, sözlük başlıkları ya da entryler kimi zaman kendisiyle sevişmediği için kezban diye suçlayan erkeklerden geçilmiyor, erkek arkadaşları tarafından ilişki için fiziksel ya da ruhsal şiddet görerek zorlananlar, kadınlığı biyolojik bir olayla sınırlayanlar, bindiği otobüste tacize uğrayınca, evine dönerken tecavüze uğrayınca "o saatte ne işi var", "zaten erkek arkadaşıyla sevişecekti" diyenler var. en erdemlisinin, şövalye duruluşlusunun "bile" yarattığı bir şiddet var kadına karşı, çocuğa karşı, nefret söylemleriyle insanlığa karşı...
    ankara'da "hapisten çıktıktan sonra 24 saat içinde yine tecavüz etti" diye bir haber okuyoruz. (kaynak link)
    ve evet, burası henüz ülkenin batısı.

    çocuklar vakıflarda cinsel şiddet gördüğünde "bir kereden" deniliyor, "bir şey olmaz" deniliyor. bir çocuğa kaç tane adamın tecavüz ettiğini bile anlayamıyoruz yazılan haberlerden, muhtemelen yazan gazeteci de işin aslını öğrenemiyor.

    peki siz şimdi ülkenin doğusunda neler yaşandığını hayal edebiliyor musunuz? ben etmek istemiyorum. ve şimdi tüm bu rezillikler için devletimizden dev bir hizmet geldi.
    bundan sonra olabileceklerin senaryosunu az çok hepimiz tahmin ediyoruz.

    ülkede kadın denilen sadece biyolojik olarak değil her anlamda kendini yenileyebilen, katıksız sevgi taşıyan varlık hunharca her gün yok ediliyor, sindiriliyor. ve bu şiddeti en erdemlisinden de görüyor en medeniyetsizinden de...

    bütün bunlar olunca kendime soruyorum; bir kadın olarak soruyorum kendime, korkarak ve öfkeyle soruyorum: artık bu ülkeden gitme zamanı gelmedi mi?
  • zannımca gelmiş, geçmekte olan bir vakit olan tam şu an'dır.
    çok kötü sözler söyleyesim var, ama benim söylediklerimin söz değeri olur, sadece artık "allah islah etsin" demekten dilim, içim, ruhum şiştiği için tam zamanıdır diyorum.
    uzun uzun yazmaya lüzum yok, bir gazete alın, ilk 5 sayfasına bakın ve pasaportunuzla eşyalarınızı hazırlamaya başlamak zorunda hissedeceksiniz.
  • (bkz: tam da bugün)
  • "oglum cogunluk onunde boyun egmekten kacin!ister musluman, ister hristiyan ister musevi olsunlar, seni oldugun gibi kabul etmeliler, ya da seni yitirmeyi goze almalilar.insanlarin gorusunu dar buldugun zaman kendi kendine tanri'nin ulkesinin cok genis oldugunu soyle;o'nun elleri cok genistir, o'nun yuregi de cok genistir. uzaklara gitmek, denizler, sinirlar, ulkeler, inanclar asmak firsati ciktigi zaman hic duraksama." (bkz: afrikali leo)
    (bkz: amin maalouf)
  • en küçük bir zorlukta kaçmaya meyledip sonra da atatürk'e, cumhuriyete türlü bahane bulanlar için mükemmel bir zamandır.
    sittirin gidin ama sonra da memleketim dediğinizi duymayacam kestaneler sizin.
  • ben bıktım bu ülkeyi terk edeceğiz söylemlerinden. hali vakti yerinde insanlar durmadan avrupa'nın çeşitli yerlerine nasıl yerleşeceklerini konuşuyorlar, hadi gidin ya kimse tutmuyor sizi "hadiiiiiiiiii". kaç yıldır aynı hikaye. üstelik bu söylemler devam ederken hep bir erteleme de var.

    çünkü avrupa ülkeleri de kollarını açmış sizi bekliyorlardı ve siz oraya gidince doğup büyüdüğünüz yeri hiç özlemeyecektiniz. yok şurası oturum veriyormuş, peki iş veriyor mu onu söyleyin. kendim birşeyler yapıp para kazanırım deyince refahınızın kaçta kaçını sağlayabilirsiniz ki kimi kandırıyorsunuz. buradaki lüksünüzün bilmem kaçta biriyle de oralarda yetinebileceğinizi hiç sanmıyorum. onun için gitmeye imkan veya niyeti olmayan kişilerin bu ülkeyi terk edeceğiz söylemlerine karnım tok.

    tabii benim bahsettiğim uluslararası şirketlerde çalışıp, avrupa'da bir ofise atanan veya üniversiteyi yurt dışında okumuş ve üniversite sonrasında iş bularak çalışıp belli bir kariyer edinmeye başlamış kişiler değil. benim söylediklerim burada oturdukları yerden gazel okuyanlar.
  • tam da şuan.
  • tam da okulumu bitirdiğim ve yurtdışında bir yerde iş imkanı yakaladığım andır. o saatten sonra beni tutabilecek bir kuvvet tanımıyorum. siktirip gitmek için de gün sayıyorum desem yeridir.
  • biz eski türkiye’nin insanları, yeni türkiye’yi terk ediyoruz.

    “biz gidiyoruz. artık tanınmaz halde olan, doğduğumuz bu topraklardan, doyacağımız topraklara göç ediyoruz. gezi zamanı içimizde alevlenen minicik umut kıvılcımı maalesef artık tamamen söndü.

    asıl sorunun bizi yöneten ayak takımı değil, böyle olması gerektiğine inanan, bundan son derece memnun olan, senden benden sırf onun gibi olmadığımız için nefret eden halk olduğunu anladık artık.

    böyle nefret dolu bir çevrede barınamıyoruz.

    azınlığız. mutsuzuz.

    her gün ayrı bir katliamın yaşandığı, insan hayatının 5 para etmediği, üstüne bir de ülkenin yarısının inancınıza, doğduğunuz yere, ideolojinize, düşüncenize göre “oh olsun, iyi ki geberdi” dediği bir yerde daha fazla yaşayamıyoruz.

    belki tesadüfen o gün denk gelmeyip, patlayan bir bomba ile ölmüyoruz ama bu da pek yaşamaya benzemiyor doğrusu.

    biz artık insan yerine konmak istiyoruz.

    iyilik yaptığımızda “enayi”, saygısızlık yapmadığımızda “ödlek”, eğitimliysek “entel”, görgülüysek “elit”, dürüst isek “saftirik”, oruç tutmuyorsak “kâfir” diye yaftalamadığımız bir hayatımız olsun istiyoruz.

    öyle ya, başka hangi dilde “entel” diye hakaret var? ne acıklı değil mi? daha basit bir hayat istiyoruz. daha güzel bir hayat istiyoruz. ayıp mı?

    her şeyden önemlisi, koca bir hayatın henüz en başında olan uzay’ın sorumluluğu var artık üzerimizde. sadece kendimiz için değil, onun için gidiyoruz en çok.

    bu ülkede her şey çok zor. çalışmak, kazanmak, okumak, eğlenmek, dinlenmek, seyahat etmek, çocuk büyütmek…

    maalesef istediğiniz kadar çok para kazanın, bazı şeyleri satın alamıyorsunuz.

    kendi fanusunuzda belki huzur bulabilirsiniz ama burnunuzu kapıdan dışarı çıkardığınız an bu kötü insanlarla muhatapsınız. sokakta, trafikte, okulda, iş yerinde…

    belki çocuğunuzu yılda 40.000 tl vererek en iyi okula gönderiyorsunuz ama canını eğitimsiz, saygısız, hatta kuvvetle muhtemel daha önce içeri girip çıkmış eski bir dolmuş şoförünün kullandığı servise emanet ediyorsunuz… siz gece gündüz çalışıp didinip tüm servetinizi yıllarca bu okullara, kurslara yatırıyorsunuz ki çocuğunuz mezun olduğunda 1500 tl maaşla, dayısının torpiliyle yönetici olmuş bir hanzonun altında çalışabilsin…

    bu ülkede artık gerçekten, taraf olmayan bertaraf oldu.

    göz göre göre hem de.

    ramazan’da sigara içene verdikleri tepkinin yarısını 45 çocuğa tecavüz edildiğinde vermeyen insanlarla nasıl yaşanır?

    yaşayamıyoruz.
    niye terk edip bu ülkeyi onlara bırakıyoruz? niye hep biz gidiyoruz? çünkü gitmezsek hep biz ölüyoruz.

    eğer başımıza bir iş gelmeden, hayatta kalmayı başarırsak, bu ay sonunda, binip uçağımıza yeni hayatımıza başlıyoruz.

    çokça buruk, bir o kadar heyecanlı, oldukça da öfkeliyim aslında. tam bir duygudurum bozukluğu. bakalım nasıl olacak…

    biz eski türkiye’nin insanları, yeni türkiye’yi terk ediyoruz.”fotoğrafçı nora jartan a
    aynen katılıyorum...ben de gidiyorum.
  • bende bu olayı anlayamıyorum işte.eğer beğenmiyorsan neden sürekli "bu ülkenin boku çıktı" "yaşanacak daha güzel yerler var" "türkiyede yaşanmaz" "avrupaya taşınmalı" gibi söylemler yerine icraata geçmiyorsunuz?sizi türkiyede zorla tutan yok kardeşim.gidin,gidinki sizde rahatlayın bizde rahatlayalım.

    birde geçen rastladığım gibi atatürkçü olduğunu iddia edip vatanını sevmeyen,"gidip kurtulmak isteyen" tipler var.ki asıl işin komik tarafı burası.atatürkçüsün ama ülkeni sevmiyor,halkını beğenmediğini söylüyorsun.sürekli yabancı ülkeleri övüyorsun.e madem bi eksiklik gördün ülkende,bi yanlış gördün,neden onu düzeltmeye çalışmak yerine özentilikle yetiniyorsun?

    bu toprak parçası üzerine türk milletinin kurmuş olduğu türkiye cumhuriyetini vatanın olarak görmüyor,türk halkını yurttaşın bilmiyorsan bu ülkede işin yok!
hesabın var mı? giriş yap