• ahmet kaya'ya nasip olmadı stüdyo kaydı, o yüzden özgür tüzer'den dinlediğimiz şarkı.

    dinleme şeysi

    "yaktım gemileri" şarkısıdır. görmezden gelmekten, affetmekten, aynı şeyleri izlemekten ve saygısızlıktan, kahpeliklerden sıkılanlara gelsin.

    ahmet kaya'nın mırıldandığı an

    --- spoiler ---

    yüce dağların ardında kaldı hayallerimiz
    bu şehirde yine ölüm var
    karanlıklar çöktü yine
    sevgiler de sahteymiş
    gönlümde yine hüzün var

    bundan böyle yol yok kollarım çürüdü
    bundan öte karanlık var
    sen beni anlamadın gözünü kan bürümüş
    bundan öte ayrılık var

    yüreğimi yakıyorsun o güzel gözlerinle
    bakışlarında bir ümit var
    sürgün edildiğim yerde kanatlarım kırıldı
    esen yelde senin kokun var
    --- spoiler ---?
  • başlığı açılmamış. ben açayım. ahmet kaya'nın bir canlı yayında aşağıdaki kısmını mırıldandığı şarkı;

    "bundan böyle yolu yok,
    kollarım çürüdü.
    bundan öte karanlıklar,
    sen beni anlamadın,
    gözünü kan bürümüş.
    bundan öte ayrılık var..."

    kısa hali çok çok güzel, ama uzun hali olduğunu sanmıyorum, stüdyo'da kaydedilse idi mutlaka bir albümde ya da resitaller'de yer alırdı. youtube'da bazı videolar mevcut uzun hali diye ama onların kayıt olduğunu, başkaları tarafından seslendirildiğini düşünüyorum.

    https://www.youtube.com/watch?v=gqgka3koasw
  • sevdiğim bir ağabeyim şu şarkıyı ahmet kaya söylüyor diye gönderdi bana. biraz dinledikten sonra dedim ki: benim ezbere bilmediğim hiçbir kıyıda köşede kalmış ahmet kaya şarkısı yoktur. ayrıca, bu ses ahmet kaya'ya aitse beni yatırın sikin! dedim.

    kızma diyor. kızarım. killing me softly'nin frank sinatra'ya ait olmadığını anlatana kadar göbeğim çatlamıştı, bir de bu çıktı amk.

    bu şarkının ahmet kaya'ya ait bilinen tek kaydı şudur bu mırıldanmadan başka kaydı olsaydı, ben bulurdum. herhangi bir stüdyo kaydı zaten yoktur. ses benzerliği olan biri söylemiş kendi çapında, saygı duyarım. benim sitemim insanları yanıltan kaynaklara.
  • sanki yıllardır dinliyormuşum hissi veren ahmet kaya şarkısı. yani böyle ahmet kaya'dan hiç dinlememiştim ama duyduğumda dedim ki kesin ahmet kaya şarkısıdır bu. nitekim öyleymiş.

    keşke 13 saniyeden fazla okuyabilseymiş.
  • bu türküyü ilk dinlediğimde ahmet kaya söylüyor sandım, nasıl dinlememişim bunca zaman bu türküyü diyerek hayıflandım.
    sonra baktım ahmet kaya türkünün çok azını söylemiş keşke devamını da söyleseyebilseymiş ama özgür tüzer o'nun yerine o'na inanılmaz benzeyen sesiyle öyle içten yorumlamış ki. iyi ki yorumlamış.

    öyle çok sevdim ki türküyü, uzun uzun dinliyorum öyle bir sığınma isteği. öyle çok kişiye söylemek isterken anlayan olmaz düşüncesiyle paylaşamamıştım kimseyle. sözleri öyle yaralı ki öyle yakışıyordu üzerime. şimdi söylemek istediklerim duymuşlar bir yerden, galiba benden. işte türkünün sözleri daha da anlam kazandı şimdi.

    'sen beni anlamadın
    gözünü kan bürümüş
    bundan öte ayrılık var'
  • ahmet kaya’nın hayatının anlatılacağı filmde, rahmetli sanatçıyı canlandıracak isim özgür tüzer’in seslendirdiği türküdür.

    aşırı ses benzerliğinden dolayı herkesin ahmet kaya’nın seslendirdiğini sandığı türkü için, rahmetlinin canlı yayında söylediği kısa bir kayıt vardır sadece.
  • sen beni anlamadın gözünü kan bürümüş
  • yüreğimi yakıyorsun o güzel gözlerinle
    bakışlarında bir ümit var
    sürgün edildiğim yerde kanatlarım kırıldı
    esen yelde senin kokun var
  • öyle semtler var lan is gibi zifiri karanlıklar
    soyadları bir değilse de adlarının sonu " tepe."
    altında toprağı " bir erozyon olsa da apar topar taşınsak" der gibi anık.
    içlerinde bir acıyı beş kişinin kullandığı evler.
    ilkokuldayken, şimdilerde hayatı o evlerden birinin önünde çekirdek çitlemek olan bir kızdan hoşlanırdım. dedesi tahir, köyde gözleri yüreğini yakan bir güzele vuruluyor. "efendi, çalışkan adamdır'" deyip üç gün üç gece veriyorlar sevdiğini. eşi düğün günü "'ablamın gelinliğini giyerim herkes yapar "demiş de tahir dede "olmaz öyle şey " diyerek karşı çıkmış, parası yettiğince almış sıfır bir gelinlik.
    ona kavuşunca büyükşehire gitme ameli önündeki son engel de ortadan kalkıyor. ırgatlık birikimi olan kırmızı kasaya atlayıp bir geceye konuyorlar buralara. aynı kamyon, iyice yerleştiklerinde ekmek tekneliklerini yapmaya devam etmiş. tek çalışan o değil, eşi de ciks bir ailenin meclisi mensubu bir çocuğuna bakıcı olarak iş buluyor hemen.
    bir süre sonra alsa al yanak, balsa bal dudak bir kız dünyaya getiriyorlar. göçtükten sonra git gide boş seyreden gözleri kızına baktıkça hayranlıkla dolar gibi olurmuş tahir dedenin. geceleri ayışığı bile düşmezmiş semte. gündelik uçan yevmiye kuşlarının uykusunda, kızını seyredermiş semtteki sokak lambaları güneşi karşılayana dek.
    köyden bir gün haber geliyor. eşinin annesi döşekte artık, hayli yaşlanmış. bir an önce oraya gitmesi lazım. terminale kadar eşlik ediyor karısına. yolda arama yapmak için otobüsü durdurmuşlar. bir kaç kurşunun ardını beklemiş çaresizlik. tahir dedeninkiyle birlikte iki ailenin daha evine karanlık çökmüş.
    yoksul insanın çevresi de yoksul olur derler, yalan. zengin değilse de tamahı dolaşıyor etrafta. cenaze günü güzelinden bir kolonya sürmüş iyice, özenle taramış saçlarını. üzerinde nice kış atlatmış ince, yazlık ceketi. ' şiire gazele benzerdi ' diyor " cahidem".
    devlet idi resmiyet idi bilmez tahir dede. konu zevcesi olunca işin peşini bırakmamış. elindeki evrakları avukat, mahkeme dolaştırmış yıllarca.
    eşi öldüğünde kızı lisedeymiş. " aman kimseden bir eksiği olmasın" diye büyütmesi bir başına zor. tekne de pek ekmek taşımıyormuş artık. " düzenli gelirim olsun " derdiyle satmış kamyonu. önceleri mal getirip götürdüğü restoranda garsonluğa başlıyor. yaşlı, yavaş kalıyor diye çok beklemeden yol veriyorlar. bir kaç yere daha başvurmuş sonrasında fakat halini cahil görüp acımakla yetinmişler.
    adliye binası önündeki kalabalığı yeterli bulurmuş. baktı öyle olmayacak, aynı mahalleden falancanın sabah ayazından kalkan sarı minibüsüne tezgahı yükleyip haftanın her günü oraya çakmak satmaya gitmeye başlamış.

    - 3 adet 2 lira, 5 adet 3.5 lira -
    kızının son sınıftayken yemeden içmeden kesildiği bir dönem... bir es anında ondan habersiz imam nikahı kıydığını öğreniyor. " seviyorum " diye akabinde diretip günlerce odadan çıkmayınca mecbur razı gelmek düştüğünden bahsetmişti. gözünden bile sakınırmış halbuki kızını, geç fark edişi belki ondan. o vakitler karnında beliren şişlik yaklaşık bir yıl sonra kapı çaldığında bu kez kucağında bir avuçca yavruyken anlamlanmış.
    evden uzak kaldığı süre boyunca bir kaç sefer o da telefonda görüşebildiği kızıyla döndükten sonra her gün birlikte olmaktan mutlu tahir dede. yanında getirdiği bebenin ise en ufak bir mimiği dahi mucize gibi bir şeye benziyor. ikisinin de elini sıcak sudan soğuk suya komamış, istisnasız her akşam birine çay diğerine süt ısıtırmış.
    her biri para, daha fazla gelir şart. eskiden garsonluk yaptığı lokantada işe sokuyor zaten bir tane olan kızını. oranın bulaşıklığına bakarken patronun sık sık gelip giden oğluyla yakınlaşıyorlar. çocuk el kadar yavruyu istemeyince çareyi onu dedesine bırakıp evi terk etmekte görüyor.
    tahir dede ölen eşini o kadar çok severmiş ki torunu da ona benzermiş. onca borca bir de torun sevgisi karışınca hayatın daha bir üzerine titriyor. kızını ise zaman içerisinde defalarca arasa da ulaşamamış. bir gün, çalıştığı restorana gitmiş, "işten ayrıldı o " demişler.
    hayli sonraları çalmaya hiç alışık olmayan telefonu çalıyor. hastahanedeki kızına refakatçi gerektiğini söylüyorlar. kimliğine bakınca babasını yakını zannedip aramışlar. kafasında onlarca duygu, içinde bir o kadar hisle varıyor yanına. karşısında yüzü gözü şiş, mor bir vücut. tüm ısrarlarına rağmen tek kelime etmemiş. ötesi ayrılık. o günün ardına bir daha görüşmüyorlar.
    tezgahın üstüne ikametli el radyosu ve sigarasıyla aynı adliyenin aynı önünde senelerce çakmak satıyor tahir dede. boş vaktimde bir yardımım dokunur diye uğrardım. bazen birleştirdiği ellerini nefesiyle ısıtmaya çalışırken bazen de arkadaki bankta uzaklara dalmış bulurdum. öyle kafa göz gibi değil; oralarla bir derdi yoktu, sitemi vardı lakin aynı imgeleme sitem ve evlat düşüncelerini yerleştiremezdi. dönerken mahalledeki çocuklara çikolata almam için cebime para tutuşturur, mahçupça eklerdi: " toruna de ödevlerini yapsın. "
    sokağa girdiğimde veletler o parayla fileden plastik top seçmek ile çikolata arasında bazen yazı tura atar, çikolata çıkarsa hepsi yemeye önce açılmış paketin jelatininden başlardı.
    ölüm haberini görüşemediğimiz yılları takiben aldım. çocukluk aşkım " ceketini sana vermemi söylemişti, gelmelisin" dedi. öğrendime göre son olarak semt kıraathanesindeymiş, ambulans çağırmaya kalmadan sessizce yummuş gözlerini.
    kendimi toparlamam biraz zaman aldı. tanışığı olduğum o kırık dökük kapı zilini çalmak için bir kaç gün beklemem gerekti. tahir dedenin fazla eşi dostu yoktur, olanlar da baş sağlığı dileyip gitmiş. içeri girdiğimde masanın üstünde duran teyp ilk dikkatimi çekti. oradaki sessizliğe alışıktım da tahir dedenin sessizliğine alışıktım. belki de bu durumdan rahatsızlık duyduğumdan tuşuna bastım.
    saz vurunca içimizde bizi türlü hazırlıksız müsabakalara çıkaran birer futbol sahası genişliğindeki hisleri deşti, yuva olma niyetli yoğurt kaplarını deşti, uzaklaştı; kapı önündeki her tarafı çamurdan ayakkabıları deşti. sonra dışarı çıktı; önce kahvehanedeki tabureyi deşti, bakkalın sol cebindeki sabah akşam kilitli dondurma dolabının anahtarını deşti, çöp konteynırlarının zincirlerini deşti. elde ustura deşti de deşti.
    " yazmak ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır " dedi en son.
hesabın var mı? giriş yap