• zamanında birileri demişti ki "sosyal bilimler okuyanlar mutsuz olur." zaman içinde "ee sayısal okuyanlar da mutsuz, hatta belki daha mutsuz" yönermesi geldi yapıştı.

    eskiden boğazdan geçen gemilere bakmaktaydım, mutlu ve sakin akıyorlar, geçiyorlar, geçiriliyorlar diye. zaman içerisinde dış ticaret işlemlerini öğrenmek zorunda kaldım, şimdi tadı tuzu yok gemilerin. zira arkadan ne belgeler dönüyor, kim kime ne yolladı, hangi teslim terimi kullanılıyor, hangi konşimento var acaba diye diye... öküzün trene bakması gibi boş ve sakin bakacağıma düşünceli bir bakış geldi yapıştı gözüme.

    en iyisi bakmamak.
  • ilk bakışta doğru gibi görünse de, aslında yanlış olan bir yargı...

    cümlede geçen iki kelime temelde birbiriyle uyumsuzluk içindedir.

    cehaletin bilgisizlik anlamına geldiğini hepimiz biliyoruz. peki mutluluk nedir?

    "bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç..."

    cahilin ne gibi özlemi vardır ki, ona ulaşabilsin ve ulaşmaktan zevk alabilsin.

    bilgisiz insan, mutluluğun da ne olduğunu bilmeyen bir zavallıdır. bildiğimiz şeyler arasında bir ilgi kurarak, bir mukayese yaparak belli sonuçlara varırız. bilmediğimiz bir şey için ne yapılacak, ne de hayal edilecek bir eylem yoktur ki...

    sizce cahil insan nasıl bir mutluluk yaşar? faydalı mı zararlı mı ne olduğunu bilmeden istediğini yeyip içerek mi? yoksa yeyip içtiğini hiç düşünmeden yola, bele, parka boşaltarak mı?

    eğer türkiyenin meselelerinden, dünyanın gidişatından haberi olmadığı için birini bilgisizlikle suçluyorsanız, o insanın dünyasında kendi kabuğu dışında zaten bir başka evren yoktur ki, bu yüzden mutlu olabilsin.

    biz bildiğimiz şeyleri karşımızda cehaletle vasıflandırdığımız bir kişinin bilmediğini varsayarken, bizim donanımızın da sanki onda olduğunu düşünerek onun mutlu olabileceğini zannediyoruz. oysa biz de bilgilerimizden yoksun kalsaydık, cahil olacağımız için mutlu değil, sadece bilgisiz olacaktık.

    kısacası bilgisizlik, hiçbir zaman bir mutluluk kaynağı olamaz. mutluluk zaten bilgi çerçevesinde oluşan olayların mukayesesi ve muhakemesi sonucu ortaya çıkan durumdur. siz hiç adını sanını bilmediğiniz bir tatlıyı, ya da yemeği özleyebilir misiniz? öyleyse tatmadığınız mutluluğun da farkına varamazsınız ve lezzetini aramazsınız.
  • diyen ne güzel demiş diye düşünürüm her aklıma geldiğinde, hay ulan ağzına sağlık.

    aha size bir de hikaye:

    günlerden cuma. pazartesi günü uzun zamandır bana sıkıntı veren bir olgudan yapılacak bir ameliyatla kurtulmaya hazırlanıyorum. meslek eczacı, görev yedek subay, yer gata ankara. dolayısıyla hem terminolojiye, hem alete edevata iyice aşinayız. operasyonun adını da öğrendik, gözü kör olası internet'ten nedir bu işin aslı diye araştırıyoruz.

    şimdi kafamdaki ameliyat planı, koluma bağlanacak bir iğneden verilecek genel anestezi eşliğinde ondan geriye sayamadan dalmak şeklinde. gayet güzel, temiz... lakin bana yapılacak operasyon hakkında araştırma yaparken, bu operasyonda bir de spinal anestezi adı verilen farklı bir anestezi şeklinin uygulandığını gördüm. merak ettim okudum, adamın sırtından omuriliğine iğne batırılarak belden aşağıyı felç eden ve hasta bilincini açık tutan bir yöntemmiş. lan dedim, ne kadar korkunç bir şey. düşünsenize sırtından iğne girecek omuriliğe doğru kayacak. ıyyy...

    pazartesi sabah erkenden ameliyat odasına alındım. yatırdılar beni, bileğime kateter parmağıma kalp ölçüm cihazları tansiyon monitörleri vs her şey bağlandı. hah dedim şimdi kateterden verecekler genel anesteziyi, güzelce sızıcaz. ama işte laf olsun torba dolsun, biraz da işi biliyoruz ya. sordum:

    - genel anestezide hangi ilacı kullanıyorsunuz?
    - genel değil spinal yapıcaz.

    bu lafı duyunca bir anda kendimi kaybettim. vücuduma bağlı tüm monitörler ekranlara salak salak işaretler vermeye başladı. kalp atışlarım düzensizleşti, tansiyon düştü, adamlar neredeyse yaşam destek ünitesine taşıyacaklar beni. hay anasını satayım bir insan bir şeyden böyle mi tırsar arkadaş! biliyoruz da bok oluyor işte.

    neyse, aradan 5 dakika kadar geçtikten sonra sakinleşmeyi başardım. dediler otur yatağa, sırtını dışarı çıkaracak biçimde gövdeni eğ bacaklarını topla. dediklerini de yaptık, bekliyoruz. bu defa da şöyle bir laf edilmez mi arkamda:

    - sarı iğneyi uzatsana ordan.

    bilmeyenler için açıklayayım, hastalarda kullanılan iğne uçlarının kalınlığı renk kodlarıyla belirtilir. iğne inceldikçe hastaya verdiği zahmet azalır ama her şey de ince uçlu iğneyle olmaz. siyah uçlu olanlar en incesidir, yeşil normal olarak kabul edilir ve genelde bu kullanılır. sarı iğne ise tabiri caizse kamaşullah gibidir, atlara falan iğne bununla vurulur.

    spinal anestezi muhabbetinin ardından bir de sarı iğne lafını duyunca iyice kendimden geçmişim artık. bunlar baktı bu iş olmayacak, sakinleştiriciyi dayadılar bana. ötesini pek hatırlamıyorum zaten.

    sözün özü, bazen gereğinden fazlasını bilmek gerçekten iyi değil.
  • bilenin, bildiginin ona faydadan cok zarar verdigini anlamasindan sonra kurabilecegi cumle ama hic bilmeden soylemesi bir o kadar da anlamsizdir.
    (bkz: iki ucu boklu degnek)
  • cevabini duymak istemediginiz sorulari sormama felsefesi...
  • "bilmek lanetlenmektir" kant.
  • bilmek öyle bir acıdır ki; ameliyat gibidir. içinizden zehiri alırken acı çektirir ama kökten kurtuldugunuz için aslında bu, geçici bir acıdır. ama bilmemek devam eden ve çözümü ertelenen acı verir. onun için zehirleri, gerçeklerin acısı ile temizleyip kökten çözmek için, gerçeklere tahammül etmek gerekir.
  • bilmenin yüklediği yükten kaynaklanan acının ifadesi. bilmek sorumluluktur da ayrıca.
hesabın var mı? giriş yap