• o kadar gereksiz tipe dahi yönetmen, dahi yazar dendi ki dahi kelimesinin çoku çıktı. dahi'yi ayrı yazalım. peki o zaman charlie'ye ne diyelim? iyi bir yaratıcı yazar, helikoptere özenen gökkuşaklı bir beyin, köstebeklerle dost bir albatros. ilk işini 31-32 yaşında gerçekleştirdiğini de belirterek bugünün genç irileri yarının senaristlerine gaz verelim.

    "panik durumum, kendimden nefret etmem ve değersiz küçük varlığım dışında hiçbir şeyi anlayamıyorum, bir tek kendi hakkımda yazı yazma konusunda oldukça iyiyim, tamamen benim hakkımda*".
  • film başlar. daha ilk sahnesinde filmin kahramanını görürsünüz. kendisi son derece sıradan bir insandır. ama birazdan oldukça sıra dışı olaylar yaşayacaktır.

    film ilerler. 10-15 dakika geçer, ama siz hala tam olarak ne olduğunu çözememişsinizdir. film biter. ve siz kendi kendinize “az önce ne izledim ben?” diye sorarsınız. çünkü izlediğiniz şey, daha önce izlediğiniz hiçbir şeye benzemiyordur. çünkü siz az önce, charlie kaufman’ın yazdığı bir filmi izlediniz.

    yazıya başlamadan önce, filmlerdeki sürprizlerle ilgili o klasik “spoiler alert” uyarımı yapmayacağım. çünkü, ben her ne kadar filmlerden bahsetsem de paylaşacağım hiçbir sürpriz, filmlerin kendisi kadar sürpriz olmayacak. o yüzden, filmleri izlememiş olsanız da bu yazıyı gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz.

    problem i: kendinden nefret etmek

    charlie kaufman filmlerinin hemen hepsinde, filmin kahramanı kendinden nefret eder. örneğin being john malkovich’te film, craig schwartz’ın bir kukla oyunuyla başlar. o oyunda kukla, aynada kendisini gördüğünde şok olur. çok sinirlenir ve aynayı kırar.

    charlie kaufman’ın bir kitabı sinemaya uyarlama sürecini anlattığı adaptation filminde, filmin kahramanı -yani kendisi- charlie kaufman da kendisinden nefret eder. hatta bu durumu şöyle özetler:

    panik durumum, kendimden nefret etmem ve değersiz küçücük varlığım dışında hiçbir şeyi anlamıyorum.

    charlie kaufman – adaptation

    eternal sunshine filminde de jim carrey’nin canlandırdığı esas adamımız joel barish de kendisinden nefret eder. hatta filmim 2 disklik “special edition” versiyonunda yer alan çıkarılmış bir sahnede joel barish bir parkta, “kendimden nefret ediyorum” der.

    peki neden bu insanlar kendilerinden nefret etmektedir? daha doğrusu insan neden kendini sevmez? cevap basit. çünkü kimse, bizimle bizim kadar yaşamadı. kimse bizim, kendimizi en çaresiz hissettiğimiz anları görmedi. kimse, yapmaya cesaret edemediğimiz o şeyde bizimle birlikte değildi. kimse, bize bizim kadar tahammül etmedi. kimse, yıllar önce verdiğimiz o yanlış kararla her gün bizim gibi yüzleşmedi. kimse, bizim bize yaptığımızı yapmadı. işte bu yüzden kendimizden nefret ediyoruz. çünkü bizle ilgili kimsenin bilmediği şeyleri biliyor ve bununla yaşamaya çalışıyoruz. işte bu yüzden kendimizi değersiz görüyoruz. çünkü kimse, bizi bizim kadar iyi tanımıyor.

    charlie kaufman filmlerinde işlenen kendinden nefret etme temasına, psikolog jordan b. peterson da çok satan kitabı 12 rules for life*’ta (hayat için 12 kural: kaosa çare’de) değinir. hatta “kendinden nefret etme” konusunu hayatın ikinci kuralında işler.

    jordan peterson’a göre hayatın ikinci kuralı şudur: kendine, sanki yardım etmekle yükümlü olduğun birisi gibi davran. çünkü kendini kendin olarak görürsen yardım etmeyeceksin. çünkü kendinle ilgili kimsenin bilmediği şeyleri biliyorsun ve bu yüzden kendine değer vermiyorsun. ama kendini kardeşin, bir yakının ya da örneğin ev hayvanın, köpeğin olarak gördüğünde hasta olduğunda ilgilenirsin, bir ihtiyacı olduğunda giderirsin, yardıma ihtiyaç duyduğunda yardım edersin. işte bu yüzden peterson, “kendine, sanki yardım etmekle yükümlü olduğun birisi gibi davran” diyor.

    peki kendinden nefret etme problemini charlie kaufman nasıl çözmeyi deniyor?
    being john malkovich filminde craig, eşi uyuyunca gece yarısı gizlice bir kukla oyunu sahneler. o oyunda da canlandırdığı kuklalar, kendisi ve iş yerinde aşık olduğu maxine’dir. ve aralarında şöyle bir diyalog geçer:

    maxıne: söylesene craig, neden kuklacılık?
    craıg: işin aslı maxine, aslında ben de tam olarak bilmiyorum.
    belki de bir süreliğine başka biri olma fikri…
    başka birinin vücudunda olmak, başka şekilde düşünmek, başka şekilde hareket etmek, başka şekilde hissetmek…
    maxıne: ilginç, craig.

    charlie kaufman’ın kendinden nefret eden birisine çözümü, başka biri olmaktır. çünkü, kaufman’a göre insan bedeni -human nature filminde lila’nın da dediği gibi- bir hapishanedir.

    hayatımın geri kalanını hapiste geçireceğim. ne olmuş yani? zaten hayatım boyunca hapisteydim. kan, doku ve salgılanan hormonlardan bir hapis. insan bedeni denen bir hapishanedeydim.
    lila – human nature

    işte bu yüzden charlie kaufman, insanların 15 dakikalığına başka biri olabildikleri yani john malkovich oldukları bir film yazmıştır. andy warhol’un “gelecekte insanlar 15 dakikalığına ünlü olacak” sözüne de atıfta bulunarak insanları 15 dakikalığına başka biri yapmayı denemiştir. çünkü kendinden nefret eden insanın tek kurtuluş yolu başka biri olmaktır.

    ama başka biri olmak asla bir çözüm olmaz. çünkü başka biri olmak, sadece bir kaçıştır.

    being john malkovich’te craig her ne kadar başka biri olduğunda başka şekilde düşüneceğini, başka şekilde hareket edeceğini ve başka şekilde hissedeceğini zannetse de john malkovich olduğunda yine kuklacılık yapar, yine maxine’den hoşlanır. john malkovich olmak, craig’i başka biri yapmaz. john malkovich olmak, craig’i farklı bir bedende yine craig yapar. çünkü cevap ya da anlam başka bir vücutta ya da başka bir yerde değildir.

    luke: orada ne var?
    yoda: yanında götürdüklerin dışında hiçbir şey.
    star wars episode v: the empire strikes back
    o tepelerin zirvesinde bulabileceğin tek zen, oraya yanında götürdüğün zen’den başka bir şey değil.
    zen and the art of motorcycle maintenance
    robert m. pirsig

    problem ii: düşünceler

    charlie kaufman’a göre, düşünceler bir lanettir. buna da ilk olarak being john malkovich’te değinir.
    craig, hayranı olduğu kuklacı derek martini’yi televizyonda görünce yanında oturan şempanzeye şöyle der:

    "maymun olduğun için ne kadar şanslı olduğunun farkında bile değilsin. çünkü bilinç, korkunç bir lanettir.
    düşünüyorum, hissediyorum ve acı çekiyorum."
    craig schwartz – being john malkovich

    peki düşünceler neden bir lanet olsun ki? sonuçta biz, insanoğlu bu noktaya düşüncelerimiz sayesinde gelmedik mi?

    bir probleme çare bulmak için düşünmek farklı bir şey, her şeyi düşünerek anlayabileceğimizi, anlamlandırabileceğimizi zannetmek farklı bir şey. ikincisi, hayatımızı zehir eden bir düşünce şeklidir. neden mi? çünkü düşünceler her şeyden önce “ikilik” (duality) yaratır. iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış gibi tüm ikilikler düşüncenin ürünüdür. bu ikilikler, bizim olanı olduğu gibi görmemizi engeller. her şeyi iyi-kötü, güzel-çirkin kalıplarıyla görmeye başlarız. bu da kötülükteki iyiliği, çirkinlikteki güzelliği görmemizi engeller. bu kalıplarla düşündüğümüz için de şeyleri oldukları gibi göremeyiz ve hayatı, ona bakıp; onu göremeden yaşarız.

    zen budizm’e göre düşünmek, acı çekmektir. çünkü düşünceler arzuları körükler. düşünmek daha fazla parayı, daha fazla şöhreti kısaca daha fazlayı arzulamamıza neden olur. ortaya da hep başka bir yerde, durumda, pozisyonda olmayı istediği için bulunduğu ortamdan ya da sahip olduklarından hiçbir zaman keyif alamayacak bizler çıkar. peki daha fazlasını istemenin ne gibi kötülüğü var diyebilirsiniz. sonuçta insanlar bu noktaya, daha fazlasını arzulayarak gelmiştir. daha fazlasını istemekte bir problem yok. problem bunun sınırının olmamasında. şu an bir işim var. ama daha iyi bir yerde çalışabilirim. haydi diyelim daha iyi yere geçtim. ama bu sefer de maaşım yeterli olmayacak. hatta unvanım da daha iyi olmalı. evim var ama daha iyi bir eve sahip olmalıyım. arabam var, ama neden son model değil? bizler, daha fazlasının peşinde bir hayat yaşarken aslında, daha az bir hayat yaşarız. çözüm, arzuları körükleyen bu düşüncelerden kurtulmaktır.

    charlie kaufman, düşüncelerden kurtulmanın ne ifade ettiğini eternal sunshine filminde, filme de ismini veren alexander pope’un eloisa to abelard şiiriyle anlatır.

    how happy is the blameless vestal’s lot!
    the world forgetting, by the world forgot.
    eternal sunshine of the spotless mind!
    each pray’r accepted, and each wish resign’d;

    ne mutludur masum rahibelerin yazgısı,
    dünyayı unuturken, unutulan dünyayla.
    berrak zihnin ebedi güneş ışığı.
    her dua kabul edilmiş ve her arzudan vazgeçilmiş.
    eloisa to abelard – alexander pope

    eternal sunshine filmi, charlie kaufman’ın düşüncelerden kurtulmak için denediği bir çözümdür. kaufman’a göre düşüncelerden kurtulmanın yolu, o düşünceleri oluşturan nedeni ortadan kaldırmaktır. filmde de bu neden joel’in eski sevgilisi clementine’dır. joel, clementine’ı hafızasından sildirerek berrak zihnin sonsuz güneş ışığını tatmayı dener. ama bu, çözüm olmaz. çünkü düşünceler silinse de aynı hisler tekrar oluşur. hatta charlie kaufman’a göre bu kesin kuraldır. çünkü filmde hafızasını sildirip aynı kişiden tekrar hoşlanan tek kişi joel barish değildir. hafıza sildirme şirketi lacuna’da çalışan kirsten dunst’ın oynadığı mary de hafızasını sildirdikten sonra şirketin sahibi dr. mierzwiak’tan tekrar hoşlanır.

    kaufman’a göre problem düşüncelerdir, ama çözüm hafızayı sildirmek değildir.

    peki kaufman’ın iki problemi “kendinden nefret etmenin” ve “düşüncelerden kurtulmanın” çözümü nerededir? çözüm yani anlam:

    sevmekte,

    herkesi kucaklamakta,

    bir şeyi tutkuyla yapmakta,

    ölümlü olmakta,

    yola devam etmekte,

    harekete geçmekte,

    ve denemektedir.

    yazının tamamı: charlie kaufman filmlerinde insanın anlam arayışı
  • if festivalinde izlediğim synendoche ny filminden sonra yine hastası olduğum yazar.
    bir adam bu kadar mı zekasını gözler önüne serer. adamın sefil karakterlerinden garip bir zevk alıyorum. aynı zamanda yaptığı tespitler, küçük notlar, köşeye yerleştirdiği ayrıntılarla uğrşaması ve her filminde kendi karakterini biraz daha keşfetmemizi istemesine hayranım. her filminde bize bişey anlatıyor onları birleştirince gerçek filmi yakalıyoruz gibi hissettiriyor size. işte bu yüzden sıçsa izlerim dediğim adam. senaryo yazarı. artık yönetmende. kısaca author.
  • adaptation'ı izlememden beri kendisinden sürekli kaufmanlar olarak bahsediyorum. bir kardeşi olduğuna ve senaryoları onunla yazdıklarına o kadar inandırdım ki kendimi engel olamıyorum. (bkz: kaufman bros)
  • being john malkovich adli filmin senaryo yazaridir. ayrica bir zamanlar cnbc ede de oynamis olan ned and stacey adli dizinin de yazar kadrosundadir.
  • bir de alter egosu var bunun...donald..donald kaufman vurdulu kirdili, korkulu filmleri sever, senaryo yazarliginda yazarin kendi genreini yaratmasina inanir, donald'a kalirsa en son genre fellini tarafindan yaratilan mockumentary imis. hadi hayirlisi
  • henuz kucuk bir cocukken filmlerde oynamaya baslamis, ilk is olarak bazi sitcomlarin yazar kadrosunda bulunmus, bu islere atildiktan 11 yil sonra ilk senaryosunu yapimci sirketlere kabul ettirmis, kafkasever, utangac takilan, synecdoche new york filmini cekerken bircok yerde kendi kafasinin da karistigini itiraf eden, akademi ödulleri karar mekanizmasini cok sacma bulan, bugunlerde jonze ile cekecegi muzikale ve ayrica bir televizyon dizisine yana döne para arayan, alter egosu "donald"ismini oldukca tirstigi ilk patronundan esinlenen, dönem filmlerini kiyafet fetisizmi olarak yorumlayan senarist - yönetmen.
  • gerçeklike oldukça derin bir sıkıntısı olan adam. öyle ince noktalardan yakalıyor ki bu hayatı ve onları öyle güzel işliyor ki hayran olmamak elde değil.
  • being john malkovich, synecdoche new york ve eternal sunshine of the spotless mind filmlerinin yazarı şahsiyet. özellikle ilk iki film insanın gerçeklik kavramını ve tekdüze yargılarını yerle bir eden, tam anlamıyla birer “yaratıcılık” şaheserleri.
  • hepi topu 9 uzun metraj film senaryosu yazmış senarist. aaaa 1 tane de oscar ödülü varmış!

    not: 2000 ve sonrasının en özgün senaristlerinden biridir.
hesabın var mı? giriş yap