• (meselemizle doğrudan ilişkisi olmaması nedeniyle twitter'dan gelen arkadaşlar için girizgah kısmını çıkırdım)

    varan 1) hz. muhammed peygamber'in din uydurmak için dünyevi bir motivasyonunun ve çıkarının bulunmaması

    şunu söyleyerek giriş yapayım: eğer islam dinini hz. muhammd peygamber'in uydurduğu iddiasında bulunuyorsanız, bu iddianızı mantıksal düzlemde gerekçelendirmek zorundasınızdır. yok öyle tükürüp kaçmak.

    + islam dinini muhammed uydurdu!
    - peki neden?
    + 404 not found...

    yine de bu iddialarını temellendirme ihtiyacı hisseden oryantalistler ve onların papağanlığını eden misyoner inkarcılar; “neden ve ne için uydurdu?” sorusuna genel itibari ile statü kazanma, mal-mülk edinme, kadın elde etme yahut toplumun ıslahatını sağlamaolmak üzere 4 farklı gerekçe sunarlar. şimdi bu gerekçeleri tek tek ele alalım.

    - ü“statü kazanmak için din uydurdu” derseniz; “ben de sizin gibi bir beşerim.” (kehf 110), “ben bir beşer olan resulden başkası değilim.” (isra 93) gibi bir nevi kendisininormalleştirme” ifadeleri içeren ayetleri nereye koyalım?

    “de ki, ben size allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. gaybı da bilmiyorum. size bir melek olduğumu da söylemiyorum. ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.” (enam 50)

    ayrıca eğer hz. muhammed peygamber'in amacı maddi nüfuz ve statü olsaydı, kendisine “bu davetten vazgeç seni başkan seçelim'' [1]
    diyenlerin teklifini kabul eder, üstelik bunu da yakınlarına, “ben önce güç elde edeyim, sonra davete devam ederim” diyerek hem maddi hem de manevi otoritesini kolay yoldan kazanabilirdi. kısa yoldan gayesine ulaşmak varken neden bunca zahmete girdi? (varan 8'de ve 9'da bu hususa iyice değinecem)

    - “mal-mülk edinmek için din uydurdu.” derseniz, peygamberliğini ilan ettikten sonra zenginleşmek şöyle dursun, mevcut varlığını dahi yitirip fakirleşmesinin izahını nasıl yapacaksınız?

    hz. muhammed, peygamberlikten önce yoksul bir insan değildi. şahsi anlamda büyük bir zenginliğe sahipti diyemeyiz ama hem eşi hz. hatice, hem de yaptığı iş gereği kimseye bir muhtaciyeti yoktu.

    islam için açıktan davet başladığı zaman, müslümanlar müşriklerin öfkesiyle muhatap olmaya başlamış ve özellikle boykot döneminde büyük ekonomik sıkıntılar içerisine düşmüşlerdi. mesela müşriklerin, müslümanlardan hiçbir şey alıp hiçbir şey satmamaya karar verdikleri boykot dönemi süresince, hz. hatice islam yolunda bütün servetini tüketmişti. [2] müslümanlar açlıktan topladıkları derileri emerek hayatta kalmaya çalışır hale gelmişlerdi. hatta kıtlık ve yoksulluk yüzünden mekke sokakları müslüman kadınların ve çocukların feryatlarıyla inler olmuştu. [3]

    ekonomik çıkar uğruna din uyduran birinin, bu gibi zorluklarla karşılaşma arefesinde dahi en azından dini “yumuşatma” yoluna gitmesi gerekmez miydi?

    ek olarak, amacı din ile ekonomik güç elde etmek olan birinin, uydurduğu(!) kitapta: “sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun.” (yasin 21), “sizden hiçbir ücret istemiyorum.” (şuara 180) gibi ayetler bulundurmasındaki mantık nedir? hz. muhammed, peygamberlik döneminde şahsına sadaka dahi kabul etmiyordu. [4]

    “kadın için din uydurdu” derseniz, uğruna din uyduracak, hatta imparatorluk kuracak kadar(!) kadına düşkün bir insanın, 25 yaşına kadar hiçbir ilişkisinin olmamasını; 25 yaşında ise, kendisinden 15 yaş büyük ve başından 2 evlilik geçmiş bir kadın ile evlenmesini, 40 yaşına kadar 15 yılını kendisinden yaşça büyük bu kadın ile tek eşli olarak geçirmesini nasıl izah edebilirsiniz? [5]

    ki, mekke'de kendisine yapılan kadın tekliflerini reddetmesi bile bu gibi iddialarda bulunan ezbercilerin ileri sürdükleri iddianın ne kadar tutarsız ve sığ olduğu hakikatini suratlarına çarpmaya yeter. [6] daha davetin başındayken, sonu belli olmayan bir hareket için beklemek mi daha mantıklıdır, yoksa hedefin gerçekleştiği anda teklifleri kabul etmek mi?

    “toplumun ıslahatı için din uydurdu” derseniz, islam'ın yalnızca toplumsal ayetlerden ve hükümlerden oluşmama ve “tevhid inancı” üzerinde bu kadar ısrarla durma sebebini sorarım size?

    mesela gusül abdestinin mantığı nedir? neden uyku çöktüğünde yatsı namazı, uykunun en ağır olduğu vakitte ise sabah namazı zorunlu kılınmıştır? suyun bu denli değerli olduğu yerde, her vakit abdest almanın mantığı nedir? günde bir kere abdest almakla da temizlik sağlanamaz mıydı? üstelik bunlar gibi meşakkatli ritüellerin varlığı, insanları söz konusu dine yaklaştırmaktan çok, islam'a girmelerini zorlaştırmaz mı?

    hz. muhammed peygamber'in “tevhid ve tek ilah” kavramlarının üzerinde bu kadar ısrarla durmasının sebebi nedir? hadi kötülüğün kaynağını putperestlikle bağdaştırdı diyelim, o halde neden hıristiyan ve yahudiler ile de mutlak itikadi tartışmalara girdi? mesele yalnızca “ıslah” ise, “ben allah'ı oğuldan münezzeh görüyorum, ama sizin de görüşünüz kendinize, yani işbirliği yapabilir ve ortak bir din algısı oluşturabiliriz” gibi teklifler çok daha makul olmaz mıydı? neden bütün putperestlerle takıştığı yetmiyormuş gibi, aynı zamanda hıristiyanları, yahudileri, hatta bu mesajı olduğu gibi kabul etmeyen hanifleri de karşısına aldı?

    thomas carlyl (kahramanlar adlı kitabın yazarı) kitabında hz. muhammed'in ahlakına ve ayrıcalıklı şahsiyetini uzun uzun anlattıktan sonra şunları söyler:

    “o, delhi'den ta granada'ya kadar gökleri sevgisiyle tutuşturdu. bu parlak siyah gözlü, toplumu düşünen yüce ruhlu çöl çocuğunda “şahsi ihtirasyoktu.
    büyük adam, daima gökten inen bir şimşektir. bütün insanlar onu yakılmaya hazır şeyler gibi bekler ve o gelince de hep birden tutuşurlar.” [7]

    varan 2) hz. muhammed peygamber'in güvenilir ve dürüst olması

    hz. muhammed, peygamberlik ile görevlendirilmeden önce mensup olduğu toplum içerisinde 40 yıl yaşadı. ve bu 40 yıllık süre zarfında, kendisinin yüz kızartıcı bir fiiline rastlanmadığı gibi; doğru sözlü, güvenilir ve dürüst biri olarak nam saldı. [8]

    hatta dönemin cahiliyesinde gerçekleşen bir takım olumsuz olaylara hiç karışmamış olması, onun “el-emin” sıfatıyla anılmasına sebep olmuştu. [9] zaten hz. hatice'nin kendisiyle evlenmeden önce kervanını ona emanet etmesi; müşriklerin o'nu “el-emin geliyor, onun hükmüne razıyız” cümleleriyle karşılamaları, [10] mekke'nin ileri gelenlerinin hacârul esved taşı'nı kabe'ye kimin koyacağı hususunda hakemlik görevini kendisine vermeleri ve hilful füdul gibi prestijili bir oluşumda yer edinebilmiş olması, [11] toplum nezdinde bıraktığı pozitif itibarın tezahürü ve bariz işaretidir. [12]

    ilk dönem müslümanlarının, hz. muhammed'in getirdiği bilgileri tereddüt etmeden tasdiklemeleri, zorlu meşakkatlere rağmen yanında bulunmaları, işkencelere göğüs germeleri ve bütün bu güçlüklere rağmen o'nu terk etmemeleri; o'na olan güvenlerinin sınırsız ve pak olması dışından hiçbir sebeple açıklanamaz.

    öyle ki, bu uğurda aç-susuz ve türlü eziyetlere maruz kalmayı dahi göze almışlardı. mesela ilk müslüman olanlar arasında yer alan ammar bin yasir ailesi'nin, işkence görerek canlarını verme raddesine ulaşmalarına rağmen inançlarından dönmeme sebepleri, hz. muhammed'in yalnızca doğruları konuştuğunu bilmeleri nedeniyleydi. çünkü onlar, peygamberin; “dayanın yasir ailesi, size cenneti vaadediyorum.” sözüne mutlak olarak inandılar. yani onlar, peygamberin kendilerine vaadinde bulunduğu cennete kavuşmak ümidiyle bunca eleme/ızdıraba katlandılar. eğer hz. muhammed peygamber'in nübüvveti hususunda içlerinde en ufak bir şüphe barındırsalardı, onca eziyete direnmeleri mümkün olmazdı.

    bu yalnızca bir örnek. daha, çıplak halde kızgın kumlara yatırılarak ve göğsüne kaya konularak saatlerce güneşin altında bırakılan bilal habeşi var, ümmü ammar'ın ateşte kızartılmış demir ile başını dağladığı habbab bin eret var, birbirlerine ayakları ile bağlı bir şekilde çeşitli işkenceler gören ve acıdan kıvranan ayâş bin ebi reabia ile ebu seleme bin hişam var, kızgın çöl kumlarında sürüklenen abdullah bin mesud var... ebu fukayha, velid bin velid, selmanı farisi, zeyd bin harise, cendel ibni süheyl gibi nice sahabi var... bakın, 30-40 yıl içerisinde tarihin en büyük devrimini yaparak dünyanın dört bir yanında ıslah hareketi başlatacak ve bunu başaracak kadar aklı başında bir topluluğun, hep birlikte, sözünün doğru olduğuna dair şüpheler bulunan tek bir insanın peşinden gitmesini bekleyemeyiz. en azından vicdan sahibi, realist ve hakikatperest kimseler beklemez.

    hz. muhammed peygamber'in nübüvvetini ilk tasdikleyen eşi hatice'ydi. hz. hatice, islam öncesi hayatında da son derece ahlaklı, iffetli ve erdemli bir insandı. hatta üstün ahlakından dolayı kendisine “afife” ve “tahire” şeklinde hitap ediliyordu. [13]

    hz. hatice'in hz. muhammed peygamber ile evlenmesinin en büyük sebebi, o'nun güvenilir biri olduğuna kanaat etmesiydi. [14] evlilik süreleri boyunca da herhangi bir yalanına rastlamadı. dolayısıyla bu yüzden hz. muhammed'in vahiy aldığına dair en ufak bir tereddüte kapılmadan iman etti. öyle ki, islam'ı, müslümanlara uygulanan ambargo döneminde bütün mal varlığını harcayacak kadar benimsedi.

    yine nübüvvetini ilk tasdikleyenlerden hz. ebubekir... isra ve miraç olaylarında bile o'nun yalan konuşmayacağını belirtmesi, peygambere olan güveninin sağlamlığını anlamak için kâfidir. [15] yine habeş kralı necaşi'nin karşısında cafer bin ebi talip'in, peygamberinin dürürstlüğünü vurgulayan söylemlerde bulunmasını da ekleyebiliriz. onlar, vatanlarını ve ailelerini terk etmeyi göze alacak kadar itimad ediyordu peygambere.

    elinizi vicdanınıza koyup söyleyin şimdi: kim yurdundan hicret edip ailesini, arkadaşlarını ve diğer yakınlarını terk etmek zorunda kalmak pahasına, nübüvvetine kesinkes inanmadıkları bir insana itaat eder? 3 yahut 5 kişi de değil, sayısı ilk dönemlerde yüzlere, sonraki zamanlarda binlere dayanan bir topluluktan söz ediyoruz. ki, sayısı yüzlere ve binlere dayanan bu kitle, aklı başında, zeki, ahlaklı ve erdemli kimselerden oluşuyor... dünyanın diğer ucuna kadar nüfuz edebilmekeri zeki oluşlarının, devleti kurma aşamasında ve kurduktan sonra sergiledikleri tavırlar ise ahlaklı ve erdemli oluşlarının alâmeti farikasıdır.

    anlatmak istediğim asıl mevzu şu: hz. muhammed, peygamberlikten sonraki döneminde olduğu gibi, kendisine nübüvvet gelmeden önceki dönemde de doğru sözlü, güvenilir, adil, peygamberlik potansiyeli olan ve bu misyonu taşımaya müsait bir yapıya sahipti. bunca paralellik rastlantı değil. yani ilk dönem müslümanlarının, üzerlerindeki onca baskıya rağmen nübüvveti tasdik edişleri; peygambere duydukları güvenden kaynaklıydı. eğer vahiy ile muhatap olduğunu söyleyen arkadaşları hz. muhammed peygamber'in doğru sözlü oluşu hususunda en ufak bir tereddüt yaşasalardı, onca zulme direnecek gücü bulabilirler miydi?

    mesela kuran'da “elleri kurusun” şeklinde kendilerine beddua edilen ve alevli bir ateşe atılacakları söylenen ebu leheb ile karısının kızları durre'ye bakın... durre, herhangi bir zorlama ile karşılaşması mümkün olmaksızın kendi rızası ile iman etmişti. [16] bir insanın, annesi ve babası üzerine bela lafzı taşıyan bir kitaba iman etmesi, ancak o kitabın ilahi bir kaynaktan geldiğine emin olmasıyla mümkün olur.

    yine sonraki dönemlerde islam'a giren kimselerin, islam'ın kendilerinden istediği görevleri itiraz etmeden benimsemeleri ve bu görevleri derhal yerine getirmeleri, islam'ın allah katından gönderildiğine kuşkusuz inanmaları ve hz muhammed'in doğru sözlü bir kimse oluşundan şüphe etmemeleri sebebiyleydi. faiz allah tarafından yasak edildiğinde, faiz alacaklıları, alacakları faiz miktarını anında siliyor ve borç verdikleri miktarın dışında bir şey istemiyorlardı. alkol yasaklanıyor, yıllar yılı alışkanlık edindikleri şarapları sokaklara döküyorlardı. bunlar gibi daha bir çok hüküm ayetini, sorgusuz-sualsiz pratiğe geçirdiler. tekrar soruyorum: bu şekilde kesin teslimiyette bulunmaları, kendilerine haber getiren kişinin peygamber oluşundan “şüphe etmemeleri” dışında hangi sebebe dayanabilir?

    asıl soruyu geçelim şimdi: çevresindeki insanlara dahi yalan söylemeyen ve insanları aldatmayan bu denli güvenilir ve ahlaklı bir insanın, allah adına yalan uydurması mümkün olur mu?

    eğer “muhammed zaten allah'a inanmıyordu ki” derseniz; işitenin tüylerini diken diken eden ve onca edebi değer içeren cennet-cehennem, mizan ve ahiret ayetlerinin kuran'da bulunma sebebini sorabilir miyim size? ya da hz. muhammed'in, inanmadığı cennete girmek için günlük 5 vakit abdest-namaz, oruç, zekat ve hac gibi meşakkatli ibadetleri yerine getirmeyi “kendisi de dahil” diğer müslümanlara neden şart kıldığını? inanmadığı cehennem için zina ve şarap içmek gibi son derece haz verici eylemleri neden yasakladığını? inanmadığı allah'ı birlemek için tevhid inancının üzerinde neden bu kadar ısrarla durduğunu? neden hristiyanlık inancındaki teslis ve yahudilikteki inhisarlık ile mücadele ettiğini? kısacası, neden allah'a yükleyenen tevhid dışı sıfatları defetmek ve allah'ın şeriatını şirk kırıntılarından temizlemek için mücadele ettiğini?

    bu sorduğum sorulara mantık çerçevesinde yanıt veremeyeceksiniz. verebileceğini düşünen varsa hodri meydan, ben burdayım. tek cümlelik bkz'lar vererek ve şahsıma saldırarak bahsini ettiğim hakikatleri ört-bas etmeye çalışmak yerine oturup felsefe yapın.

    varan 3) okuma-yazma bilmiyor olması

    hz muhammed'in okuma yazma bilmediği, yani ümmi oluşu kesindir. [17] kuran'da da bu durumu tasdikleyen birçok ayet var:

    “... (allah'ın) okuma yazma bilmeyen nebi peygamberine iman edin.” (araf 158)

    “sen daha önce ne kitap okuyor ne de onu elinle yazıyordun. öyle olsaydı batıla uyanlar kuşkulanırdı.” (ankebut 48)

    şura 52 ve araf 157'de de bu hakikate değinilir.

    kuran, bırakın ümmi bir insanın ortaya koyabilmesini, şiir ve edebiyatta kendisini ispat etmiş onlarca kişinin bir araya gelip ortaya çıkarması mümkün olmayan nitelikte ve fasihte bir kitaptır.

    asıl fazilet, düşmanının dahi tanıklık ve itiraf etmek zorunda kaldığıdır. fransız oryantalist jean paul roux'dan: ''islam'ın yayılmasında kuran okumanın bütün uzun nutuklardan daha büyük bir amil olduğu bir çok şehadetlerle sabittir. yola getirilmeleri imkansız düşmanlar bile kuran'ı dinler dinlemez birdenbire duraklıyorlar ve hemen imana gelip kelime-i şehadet getiriyorlardı. ayetlerdeki kelimelerde fevkalade bir kuvvet ve kudret var!" [18]

    “hakikatte kuran'ın, fesahat, belagat ve nezahet itibariyle üstünlüğü, müslümanları başka belagatlar aramaktan vareste kılmaktadır. edebi dehaların ve yüksek şairlerin kuran huzurunda eğildikleri bir gerçektir. kuran'ın her gün daha fazla tecelli etmekte olan güzellikleri, her gün daha fazla anlaşılan, fakat asla bitmeyen esrarı, şiir ve nesirde üstat olan müslümanları, üslubunun nezahet ve ulviyeti, huzurunda diz çökmeye mecbur etmektedir.'' (dr morris) [19]

    sırf siz inanmak istemiyorsunuz diye bir hakikatin doğru oluşu zedelenecek değildir. arapça kelime haznesi “ikra”dan ibaret ekşicilerden, kuran'ın ne kadar “sıradan ve basit” bir kitap olduğunu işitmekle geçti benim ergenlik yıllarım. rabbime binlerce defa şükürler olsun ki, “bu kekoların yetkinliği ne ki faraza atıp tutuyorlar?” sorusunu kendime sorabildim de, müslüman olmamasına rağmen sezar'ın hakkını sezar'a veren vicdanlı yazarlarım ve düşünürlerin görüşlerini de araştırdım. sonra o da yetmedi, arapça eğitimi aldım. kimsenin aklına teslim edemem fikirlerimi, kendim inşa ederim. devam...

    arap edebiyatını en iyi bilen ve müşriklerin önde gelen ismlerinden velid bin mugire'nin, kuran'dan etkilenerek onun hiçbir edebi türe benzemediğini, rekabet edilemeyecek bir üstünlüğe sahip olduğunu itiraf ettiği, fakat buna rağmen inadına ve kibrine yenilip ayetlerin lafzı için “sihir" iddiasında bulunduğu müddesir suresi 11. ve 25. ayetlerde ve bir çok tarihi kaynakta bildirilir. [20]

    zaten kuran, eşsiz yapısına güvenmeseydi, bir çok ayetinde, döneminin tüm tanınmış kabiliyetli edebiyatçılarına, hatiplerine, fikir üretmede ve yazıya dökmede usta mütefekkirlerine, bu denli kendinden emin bir şekilde “benzerini getirin de görelim” gibi cüretkar ifadeler kullanarak meydan okuyamazdı.

    üç aşamada gerçekleşen bu meydan okumada önce inkarcılardan, eğer gerçekten kuran'ın insan sözü olduğuna inanıyorlarsa o zamana kadar inen kısmının bir benzerini kendilerinin yazıp getirmeleri istenir. (tur 32-34) bunu başaramadıkları anlaşılınca, ikinci aşamada iddialarında samimi iseler kuran'a benzer on sure hazırlayıp getirmeleri, aksi halde gerçeği kabul edip müslüman olmaları talep edilir. (hud 13-14) üçüncü aşamada ise kuran'ın allah'tan başkası tarafından uydurulmuş bir söz olmadığı, alemlerin rabbinden geldiğine dair kuşku bulunmadığı teyit edildikten sonra inkar edenlerden kuran'ın bir suresinin benzerini getirmeleri istenir. (yunus 37-38) ve bu son aşamadaki meydan okuma medine döneminde de tekrar edilir. (bakara 23-24)

    o dönemlerden itibaren müseylime, esved-ül ansi, tuleyha bin huveyli ve secah gibi kimseler tarafından bu tarz girişimlerde bulunuluyor. ve bu girişimler, 21. yy'a kadar sürüyor fakat sonuç, 14 asır evvel olduğu gibi şuan da her defasında hüsran ile sonuçlanıyor.

    mesela 2000'li yılların başında, yıllar süren hararetli bir çalışmanın sonucu olarak “the true furqan” adında bir kitap yazılıyor. yazılan bu kitap ne hitab etmek istediği kitlenin, ne de diğer insanların dikkatini çekmiyor. hatta kitabın müellifleri rezil olmuş oluyor. daha kitabın başında dahi basit belagat hataları yaparak ağır çuvallıyorlar. zira yaptıkları bu hataları, arap dil bilimcileri tespit edip suratlarına çarpıyor.

    özetle sorum şu: kendi halinde ümmi bir insanın, “birbirlerine destek de olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” (isra 88) gibi tanrı adına cüretkar ifadeler sarf etmesi ve bu şekilde şiirin, edebiyatın, fasihin zirve yaptığı hicaz bölgesinde yaşayan şairlerin, hatiplerin ve mütefekkirlerin alayına meydan okuması normal mi? hz. muhammed peygamber ile eşit ya da ondan daha ileri ebedi yeteneğe sahip insanların, hz. muhammed'in yaptığını yapmaması/yapamaması için nasıl bir dinamik var ortada?

    varan 4) kuran'ın kopya olduğu iddiasında bulunanların, bulundukları iddiları temellendirememeleri

    yazılı geleneğin neredeyse hiç olmadığı ve okuma yazma bilmenin lüks sayıldığı hicaz gibi bir beldede doğan, yalnızca bir kaç defa ticaret amacıyla çıkmak dışında yaşadığı beldeden hiç ayrılmayan, peygamberlik öncesi herhangi bir din ile ilişkisi bulunmayan, enetelektüel bir gaye taşımayan, şiir ve edebiyata da merakı bulunmayan ümmi bir zattan bahsediyoruz...

    böyle bir insan nasıl olur da kendi başına; alış-veriş, kiralama, trampa, rehin, kefalet, ortaklık, borçlanma, taahhütte bulunma, emanet, bağış, vasiyet ve miras gibi muameleler; tazir gibi hükümler, idare edenler ile idare edilenler arasındaki ilişkiler; zımmiler, muahedler, müstemenler, muharipler ve harbiler ile ilgili devlet hukukunu düzenleyen esaslar; zekat, öşür, fey, vasiyet, miras, nafaka, kefillik, rehin, yeraltı ve yeryüzü zenginliklerinin paylaşımlarıyla ilgili iktisat ve maliye yasaları; savaş, aile, ceza, muhakeme ve devletler arası ilişkilerle ilgili prensipler; ahlaki hükümler, öğüt ve tavsiyeler, kıssalar, inanç ve ibadetlerle ilgili emir ve yasaklar, bilimsel gerçekler ve gelecekten haberler içeren kuran gibi tafsilatlı bir kitap yazabilir?

    hz. muhammed peygamber'in bu kadar bilgiyi kendi çabasıyla elde etmesi mümkün olabilir mi?

    nasıl olur da böyle bir insan, bir yönüyle diğer peygamberleri ve dinleri sahiplenen, tenkit etmesi gereken yerde ise onları eleştiren, ince hesaplı, tutarlı, net ve komplike bir din ortaya koyabilir? işletin az kafanızın içindeki çarkları monşer, koyamaz.

    bu çıkmazın farkında olan inkarcılardan eli mahkum kimisi kuran'a sümer kökenli, kimisi diğer mitolojilerden çalıntı, kimisi de eski ve yeni ahit'in karışımı dedi... kopya iddiasında bulunanların, islam'ın nereden kopyalandığına dair ortak bir paydada buluşamamaları dahi, onların faraza salaldıklarını ve çelişkiler bataklığında debelenmekten öteye gidemeyeceklerini tasdikler niteliktedir. hep bir ağızdan “kopya, kopyea, kopya yeağ” diye sayıklıyorlar fakat “nereden kopya?” şeklinde soru yöneltildiğinde her kafadan farklı bir ses çıkıyor. neyse, inkarcıları kendi aralarında dahi ittifak edemeyecek kadar aciz bırakan rabbim'e şükrediyorum, çayımdan bir fırt daha çekiyorum ve devam ediyorum...

    peki benzerlikler, kopya iddiaları için yeterli midir? tek tanrılı dinlerin ortak bir kaynaktan geldiği düşünülünce, benzerliklerin olması değil de, olmaması problem teşkil etmez mi?

    hz. muhammed peygamber'den önce peygamberler geldiği ve bu peygamberlerin çeşitli kavimlere tebliğde bulunulduğu zaten kuran'da bizlere bildirilir. allah'ın gönderdiği diğer dinler, zerrelerine kadar tahrife uğramış olamaz sonuçta; inkarcıların, sümer tabletlerinden araklanma yahut falanca mitolojiden çalıntı dedikleri ayetlerin, allah'ın eski zamanlarda gönderdiği “tevhid” inancından kalan hak kırıntıları olmadığı ne malûm? sürün bıçakları çarka.

    konumuza dönelim. kuran'ın 23 yıllık bir süre zarfında, vuku bulan olaylar ve şartlar münasebetince parça parça, kerte kerte, aşama aşama ve peyderpey peyderpey indirildiğini biliyoruz. [21] hz. muhammed peygamber'in yemesinden içmesine, oturuşundan kalkışına, konuşmasından sükut edişine kadar gerçekleştirdiği her eylemin ilmek ilmek kayda alındığını ve etrafındaki insanlar tarafından hem kitabet, hem de tevatür yoluyla günümüze kadar nakledildiğini de biliyoruz. sorum şu: dizlerinin dibinde oturup sistematik bir şekilde 23 yıl süresince kendisine son derece tafsilatlı bir kitap olan kuran metnini yazdırdığını iddia ettiğiniz o gizemli kişi yahut kişiler hakkında neden en ufak bir tarihsel veri yok? elinizi korkak alıştırmayın, varsa söyleyin beşer evlatları.

    ki, bu kişi/kişilerin varlıklarına dair önkabul taşısak dahi, şöyle problemler doğar: çıkarları neydi? bu kişi ya da kişiler varsa dahi en iyi ihtimalle bile vahyin ilk 13 yılında mekke'de gün yüzü göremediler. neden kendilerini, uydurdukları bu dine adayıp eziyet çektiler? peki neden kendileri kutsallık iddiasında bulunmak yerine hz. muhammed peygamber'in dizlerinin dibinde çömüp ona yazdırdılar?

    nereden tutarsanız tutun, bu ipin bir ucu elinizde kalır. diğer ucu bende. eheh eh

    mekkeli müşriklerin, “falanca kişiden öğreniyorsun bunları” idiasının üzerinde durmak yerine hz muhammed peygamber'e “sihirbaz, büyücü ve kahin” gibi yakıştırmalarda bulunmak zorunda kalmış olmaları dahi, kuran'ın herhangi bir insan yahut insan topluluğu tarafından hz. muhammed peygamber'e yazdırığılmadığı hakikatini doğrulamak için kâfidir.

    ama rahip bahira...

    e be arkadaşım, yalnızca 9 yaşında tek bir sefer gördüğü bir insandan etkilenerek peygamberlik ve yeni din fikrini nasıl edinsin? hadi edindi diyelim, bu fikri 30 yıl neden ertelesin ve rahip bahira ile tek seferlik görüşmesinde onca ayeti nasıl stoklasın? ayrıca kuran ayetlerinin büyük kısmı, evvelden stoklanmaya müsait bir yapıya da sahip değil. kuran ayetlerinin, vuku bulan olaylar ve koşullar üzerine indirildiğini söylemiştim. yani hz. muhammed peygamber ayetlerin büyük bir kısmını, belli-başlı bir hadiseden hemen sonra, o hadiseye binaen okudu. yani vahiy ilk indiği andan itibaren statik değil, dinamik bir yapıya sahipti.

    ama varaka bin nevfel...

    henüz ilk vahiyden bir kaç ay sonrasında öldü bu adam öldü. 23 yıl boyunca hz. muhammed peygamber'in yanında yoktu.

    geriye bir kaç hanif ve abdullah bin sad dışında kimse kalmıyor.

    osman bin huveyris derseniz, gidip hristiyan olmuştu. zeyd bin amr derseniz, hristiyanlığı da kabul etmemişti ve hz. muhammed peygamberin aldığı ilk vahiyden hemen önce ölmüştü. ubeydullah bin cahş derseniz, önce müslüman olmuş daha sonra da dinden çıkmıştı. ümeyye bin ebi salt, hz. muhammed'in gerçekten peygamber olup olmadığını sorgulamak için başka ülkelere gitmişti. [22] bu insanların aralarında birlik bile yoktu.

    varan 5) yaratılışa ve ahirete iman ediyor olması

    hz. muhammed peygamber'in getirdiği kitap, 14 asır sonra dahi farklı statülerden ve farklı milletlerden milyarlarca insan tarafında kabul görmedi mi? bu kitap, -iman etmemelerine rağmen- çokça entelektüel insanın taktirini alacak kadar fevkalade değil mi? peki -sizin değiminiz ile- böyle fevkalade bir kitap ortaya koyacak kadar zeki ve akıllı birinin; allah ve ahiret inancına sahip olamsına rağmen vahiy ile muhatap olmadan nübüvvet iddiasında bulunması, bu şekilde allah adına yalan uydurması, allah'a iftira ederek kendi ahiretini tehlikeye atması mümkün olabilir mi?

    kuran, allah adına iftira atanın ağır şekilde cezalandırılacağına dair bir çok ayet içerir. bkz: kasas 86, enam 21, enam 93, enam 144, yunus 15-17, yunus 69, hud 18-19, nahl 105, nahl 116, kehf 15, taha 61, ankebut 68, zümer 32, bakara 79, saff 7 vb...

    aynı şekilde kuran'da ahiretin varlığını, ahirete inanmayanların acıklı bir azaba uğrayacağını ve allah tarafından kınandığını söyleyen, hatta ölümden sonra sorgulama yapılacağını delillendirmeyi amaçlayan yüzlerce ayet var.

    “görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan allah, kendilerinin benzerini yaratmaya da güç yetirebilir. onlar üzerinde şüphe olmayan bir ecel vardır. ancak zalimler küfürlerinde ayak diretirler.” (isra 99)

    “hayır, onlar kıyamet saatini yalanladılar. kıyamet saatini yalanlayanlar için kor ateş hazırladık.” (furkan 11)

    “allah'ın ayetlerini ve o'na kavuşmayı inkar edenler var ya; işte onlar benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir. onlar için acıklı bir azap vardır.” (ankebut 23)

    bu bağlamdaki ayetler için bakınız: hud 15-16, bakara 8-10, bakara 45-46, enam 12, enam 15, enam 31, yunus 70, isra 8-9, isra 19, isra 49-51, isra 99, kehf 21, müminun 72-74, furkan 11 ve daha yüzlerce ayet...

    ahirete inanmayan bir kimse, ahiret hayatı üzerinde bu kadar ısrarla durmaz ve ahirette neler olacağı hususunda bu kadar ayrıntılı beyanatlar vermez.

    kuran ayetleri kadar, hz peygamber'in yaşantısı da, allah'a ve ahiret gününe mutlak manada inandığı hususunda net bilgiler verir.

    2 sorum var. 1: eğer peygamber, çabalarının karşılığını ahirette alacağına emin olmasaydı, bunca sıkıntıyı, eziyeti, cefayı neden göze aldı? 2: ölümünden sonra yok olacağına inansaydı, tek hayat hakkını neden varlığına inanmadığı bir takım metafiziksel kavramların tebliğini yapmakla harcadı?

    bütün bu veriler, hz. muhammed'in allah ve ahiret inancına sahip olduğu yönünde. ahiretin geleceğine ve ölüm sonrası ödül-ceza sisteminin varlığına dair mutlak inanca sahip olan hz. muhammed peygamber, herkesin hakkının gramı gramına vereceğine inandığı allah'a neden iftira atsın?

    “eğer o (peygamber), bize karşı kendinden sözler uydurmuş olsaydı, muhalkak onu kuvvetle yakalardık, sonra da hiç şüphesiz o'nu (muhammed'i) can damarından keserdik. o zaman sizden hiç kimse buna engel olamazdı. (hakka 44-47)

    kafam aşure gibi, ama toparlayacak olursam, şu soruları, üzerine basa basa ve düşüne düşüne kendinize sormanız gerektiği kanaatindeyim: hz peygamber; allah'ın varlığına inanan bir insan ise, neden allah adına yalan uydursun? allah'ın ve ölüm sonrası hayatın “olmadığına” mutlak manada inanan sıkı bir inkârcıysa, ahiret hayatı üzerinde neden ısrarla bu kadar dursun ve neden canı pahasına toplumu pagan geleneklerinden arındırıp tevhid inancını aşılamak için çırpınsın? neden hristiyanlık, yahudilik ve diğer politeist dinler ile mücadele etsin?

    thomas carlyle'den: “muhammed'in entrikacı bir sahtekâr olduğu ve dininin bir şarlatanlık ve ahmaklık yığınından ibaret olduğu şeklindeki faraziyemizin artık
    kimse için tutarlı tarafı kalmamıştır.” [23]

    varan 6) yaptığı tebliğden dolayı kimseden bir karşılık beklememesi

    hz muhammed'in peygamberliğini tescil eden en önemli özelliklerinden birisi de, o'nun dünyevi hiçbir karşılık beklentisi içerisinde olmamasıdır. yaptıklarının karşılığını yalnızca allah'tan beklediğini söylemesi ve bu söylemini eylemleriyle tasdiklemesidir.

    “oysa sen buna karşılık onlardan hiçbir karşılık istemiyorsun.” (yusuf 104)

    “yoksa sen onlardan vergi mi istiyorsun? rabbinin vergisi daha hayırlıdır.” (enam 90)

    “de ki: ben rabbine yol edinmek isteyen dışında buna karşılık sizden hiçbir ücret talep etmiyorum.” (furkan 57)

    bunlar gibi kuran'da daha bir çok ayet mevcut.

    ırvving washington şöyle söyler: “onun büyük askeri zaferleri, onda ne gurur, ne de mağrur bir sevinç uyandırmıştı. en güçlü zamanlarında dahi o, sade bir yaşam sürdü. bir odaya girdiğinde, biraz fazla saygı gösterilse gerçekten üzülüyordu. o, evrensel bir hakimiyeti hedef edinmişse, bu dinin ve hakk'ın hakimiyetidir.” [24]

    yazı şişmesin diye uzatmicam. zaten yoruldum. özetle: maddi açıdan insanlardan hiçbir karşılık beklememesine rağmen, yine maddi açıdan insanlardan gelen akıl almaz sıkıntılara ve eziyetlere katlanması; allah tarafından, öldükten sonra ebedi saadete erişeceğine dair güvence alması dışında hiçbir şekilde izah edilemez.

    varan 7) yalnızca tebliğ ettiği mesajı kabul ettirmek için çabalaması ve tebliğini kabul etmeleri durumunda kendisine eziyet eden kimseleri dahi affetmesi

    bunun en bariz işareti mekke'nin fethinde sergilediği duruştur. mekke halkı o'nu kendi öz vatanından çıkarıp hicret etmek zorunda bırakmasına rağmen, hicret ettikten sonra dahi o'nu rahat bırakmadı. fakat o, bütün bu kendisine yapılanlara rağmen mekke'yi fethettikten sonra “haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz.” [25] dedi. yani, islam'a intikal edenlerin geçmişte yaptıkları hataları affetti.

    ingiliz doğu bilimci ve düşünür stanley lane-poole'un “peygamber muhammed'in konuşma ve sohbetleri” adlı eserinden:

    “muhammed, düşmanlarına karşı en büyük galebeyi çaldığı gün, kendisine karşı da en büyük zaferi kazandığı gündür. o gün kureyş'i hiçbir karşılık almaksızın affetti ve bütün mekke halkı için genel af ilan etti. ordusu da onun yolundan gitmiş, sessiz ve barış içinde şehre girmişti. hiçbir ev soyulup talan edilmemiş, hiçbir kadın tahkir
    edilmemiştir. yalnız tek bir şey tahrip edildi. muhammed, kabe'ye gidip, üç yüz altmış putun önünde durmuş ve asasıyla puta dokunarak şöyle demiştir: 'hak geldi batıl zail oldu.' bu söz üzerine yanındaki arkadaşları putların hepsini kırarak alaşağı etmişlerdir. bu şekilde tanrının evindeki ve mekke havalisindeki bütün putlar tahrip edildi. böylece muhammed kendi beldesine yeniden kavuştu. tarihteki bunca fetihler arasında bununla kıyaslanabilir başka bir zafer yoktur.” [26]

    arthur gilman'dan: “mekke'nin fethi vesilesiyle muhammed'in yüceliğini görmekteyiz. geçmişte kendilerine yapılanların etkisi onu pekala intikama yöneltebilirdi. ama o, ordusunu kan dökmekten alıkoydu. büyük bir şefkat gösterdi. sadece daha önce zalimce davranmalarından dolayı on veya on iki kişiyi mahkûm etmiş ve bunlardan dördünü ölümle cezalandırmıştır. fakat bu da diğer fatihlerin hareketleriyle kıyaslandığında fazlasıyla insani kabul edilmelidir.“ [27]

    kendisine ve sahabelerine ettikleri işlencelere rağmen daha yüzlerce kişiyi bağışladı. çok sevdiği amcası hamza'yı mızrakla şehit eden vahşi'yi ve hz. hamza'nın ciğerini yaran ebu sufyan'ın karısı hind'i dahi affetti. siz söyleyin, var mı ötesi? yok. olsa dükkan senin.

    bu tutumu o'nun intikam ve kin peşinde sürüklenmek gibi dünyevi hasetlerden beri olduğunu, yine dünyevi hesaplaşmalar peşinden gitmediğini ve amacının, insanları, kendilerine doğru olduğunu anlatmak için çabaladığı yolda toplamak olduğunu göstermez mi?

    varan 8) kendisini değil, tebliğ ettiklerini insanlara kabul ettirme çabasında olması

    yani insanların kendisini kabul etmeleri için didinmesinden ziyade, tebliğini yaptığı mesajı benimsemeleri için uğraş vermesi.

    öncelikle şunu belirteyim: hz muhammed peygamber'in kırk yaşına kadar halkın önüne geçme ve toplum nezdindeki itibarını yükseltme girişimi hiç olmamıştır. nübüvvet öncesi yaşamı ile nübüvvet sonrası yaşamı arasındaki bu fark, hz. muhammed peygamber'in “kişisel bir amaç ve hırs gütmediğinin” işaretlerinden biridir. zira insan, canını ortaya koyacak derecede arzuladığı birşeyi 40 yaşına kadar ertelemez. bu kada geç vakte erteleyecek kadar ehemmiyet göstermediği bir obje uğruna da canını ortaya koymaz. 40 yaşına kadar kendisinde esamesi bulunmayan bir objeyi “aniden” canı pahasına müdafaa etmeye başlıyorsa, allah tarafından tetiklenmiş olması gerekir.

    ayrıca hz. muhammed, peygamber olduğunu söyledikten sonra bile, yaratıcının kendisini yerleştirdiği lokasyonu hiç değiştirmemiş ve kendisinin “yalnızca bir elçi ve uyarcı” olarak nitelemenin ötesine hiç geçmemiştir. o'nun bu sabit tutumu da mevkisini ve makamını yükseltme arayışında olmadığını gösterir.

    amaçları üstün bir mevkiye yerleşmek ve liderlik olan kimseler, öncelikle kendilerini toplum içerisinde kabullendirmeyi hedeflerler, ufak makamlardan başlarlar ve gördükleri kabul ile destek oranında konumlarını tedrici bir şekilde yükseltirler. oysa hz. muhammed; salih kimse > evliya > gölge peygamber gibi şekillerde ilerleyerek merhaleler halinde konumunu yükseltmeksizin yekten allah'ın elçisi olduğunu söylemiştir.

    7. yüzyıl araplarının, kendilerine gelip peygamber olduğunu söyleyen ve bütün kökleşmiş normlarını yıkma niyetinde olan bir kimseyi nasıl karşılayacaklarını adı gibi bilmesine rağmen hemde... yani en zayıf anında ilk hamle olarak, yani birden bire “peygamber” olduğunu söylemiştir. oysa yer yüzünde bulunan varlıkların tamamına tahakküm etme gücüne sahip bir yaratıcıya sırtını dayamaksızın böyle bir hamlede bulunmak düpedüz intihardır. putperest, kültürsüz, düşünme yetisinden yoksun, diri diri kız çocuklarını gömen, yamyam denilebilecek düzeyde vahşileşen arapların bulunduğu hicaz gibi bir bölgede, yaratıcının emri ve desteği olmaksızın böyle bir girişimde bulunmak sahiden intihardır. tekrarlıyorum: hz. muhammed'in peygamber olduğunu söylerken içinde barındırdığı özgüven, yaratıcının destek çıkacağını “bilmeksizin” mümkün olmaz.

    işin ilginci, eline güç geçirdikten sonra da statüsünü yükseltmeye çalışmamış, hep tekdüze ve sabite kalmıştır.

    eline geniş yetikiler geçirdiğinde ve büyük kitlelere nüfuz edecek konuma geldiğinde de; kendisine tâbi olanların sayısı 10 kişi bile değilken söylediği gibi yalnızca cebrail melek vasıtası ile vahiy alan bir beşerden ve uyarıcıdan ibaret bir elçi olarak nitelemiştir. yani boykot dönemlerinde olduğu gibi yiyecek ekmek bulamadığı zaman da, imparatorluk kurmanın eşiğine geldiği ve başkanlığını ettiği devletin refah seviyesi şahları oynadığı zaman da kendi şahsı hakkındaki tanımı hiç değişmemiştir.

    peygamberliğin en başından itibaren çizdiği sınırları hiç aşmaması, son derece tutarlı ve kararlı bir tavır sergileyerek islam'ın tanrı ve nübüvvet anlayışının dışına hiç çıkmaması, hz. muhammed'in kişisel çıkarları ve kaprisleri uğruna peygamberlik iddiasında bulunduğunu söyleyen kimseler adına düşündürücü bir olaydır.

    hz peygamberin bu yerli tutumu düşündürücü. kendisini sabite konumundan farklı bir mahalde göstermemesi düşündürücü. kuran ayetlerinde sürekli kendisinin de diğerleri gibi bir insan olduğunu vurgulaması düşündürücü. bir çok ayette yaratıcının ağzından kendisini “azarlaması” ve kendisini “tenkit” etmesi düşündürücü.

    kendi yazdığı iddiasında bulunduğunuz kitapta şu gibi ayetlere yer vermesi gerçekten düşündürücü: “de ki, ben size allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. gaybı da bilmiyorum. size bir melek olduğumu da söylemiyorum. ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum. de ki; görmeyenle gören hiç bir olur mu?” (enam 50

    görmeyenle gören bir olmaz...

    açıkçası beni düşündürmüştü. insanların onca desteğine ve kabulüne rağmen en güçlü anında da, en zayıf anında olduğu gibi istifini bozmadan tek bir hâl üzerinde sabit kalması, kendi rütbesiyle ve konumuyla oynamamakla birlikte davasında da geri adım atmaması ve insanlığa öğütlediği mesajı eğip bükmeden dosdoğru iletmeye devam etmesi düşündürücü. müşrikler tarafından ezilirken dahi müthiş bi özgüvenle tebliğini yapmaya devam etmesi, mesajını yumuşatmaması, kendisinden emin bir şekilde mücadele etmesi sahiden düşündürücü.

    düşündürücü. o halde siz de düşünün. zira ancak “...düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır.” (hicr 75) ve görenle görmeyen bir olmaz.

    varan 9) kuran'da hz. muhammed peygamber'e karşı uyarılar ve tenkitler bulunması

    eğer kuran'ı hz muhammed peygamber yazmış olsaydı, kendi yazdığı kitapta “yanılmazlık imajı” çizmek yerine kendi hatalarını zikretmezdi ve allah'ın ağızından kendisini kınayıp azarlamazdı.

    “kendisine o kör kişi geldi diye yüzünü ekşitti ve öteye döndü. ey (muhammed!) ne bilirsin, belki de o arınacak, yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti? fakat kendisini muhtaç hissetmeyene gelince; sen ona yakın ilgi gösteriyorsun. onun arınmamasından sana ne!? allah'a karşı derin bir saygıyla koşarak korku içinde sana geleni ise bırakıp aldırmıyorsun!” (abese 1-10)

    bu ayetin nüzul sebebi şöyle nakledilir: peygamber; velid b. muğire, ümeyye b. halef, utbe b. rabia gibi kureyş'in ileri gelenlerine islam'ı anlattığı bir sırada kör olan abdullah b. ümmü mektum gelir ve "ya resulallah! allah'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret" der. o esnada peygamber cevap vermez. “mekke eşrafından kimseler varken seninle uğraşamam” gibisinden bir tavır sergiler. kureyş'in bu ileri gelen kimseleri, zaten kendilerine özel muamele edilmesini istiyorlardı. hz. muhammed ise onları gücendirmek istemedi. abdullah tekrar seslenince hz. muhammed peygamber'in yüz hatları değişti. bu esnada kureyş'in ileri gelenleri kalkıp gitti. biraz sonra da bu ayetler indi. [28]

    abese suresi'nin ilk 10 ayeti gibi, kuran'da hz. muhammed peygamber'in kendisini rahatsız eden, tenkit edildiği, azarlandığı, sitem yediği, uyarıldığı ve hatırlatmalarda bulunulduğu bir çok ayet mevcut: nisa 105-109, enam 35, enfal 67-68, isra 73-75, taha 131, tahrim 1, ali imran 178, taha 114, kıyamet 16-19 vs...

    varan 10) kuran'da, diğer bir çok peygamberin adının hz. muhammed peygamber'in adından fazla zikredilmesi

    soruyorum: kuran'ı, statü ve prestij kazanmak amacıyla hz. muhammed peygamber yazdı ise, allah adına yazdığı bu kitabın kendisine odaklanması gerekmez miydi? oysa kuran'da bir çok peygamberin ismi kendisinden fazla zikredilir. mesela adem 25 defa, nuh 43 defa, ibrahim 69 defa, lût 27 defa, musa 136 defa, yusuf 27 defa, isa 25 defa, muhammed ismi ise yalnızca 4 defa geçer. üstelik hz. muhammed peygamber'in aksine diğer peygamberlerin hataları ve yanlışları da kuran'da zikredilmez.

    varan 11) her zaman diğer müminlerin yaptıklarından fazlasını yapması ve yasaklara da en önce kendisinin uyması

    hz. muhammed peygamber, inanç sistemini ve hayat nizamını kendi elleriyle yazıyor olsaydı; kendisini yasaklardan beri tutmasını, emirlerin kendisi için bağlayıcı olmadığını söylemesini ve kuralları, yönetimi altında olan halka uygularken, kendisini bir lider olarak bu kaidelerden müstesna saymasını beklemek daha asli, daha gerçekçi ve akli açıdan daha tutarlı olurdu.

    oysa hz. muhammed peygamber, her zaman diğer müminlerin yapmasını istediğinden çok daha fazlasını bizzat kendisi yapmıştır.

    misalen, namaz henüz müslümanlara farz değilken dahi geceleri namaza kalkıyor, kuran ayetlerini mütala ediyor ve zikir yapıyordu. öyle ki hz. aişe, peygamber'e: “geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlanmış olmasına rağmen neden uzunca müddet namaz kılıyorsun?” şeklinde şaşkın bir ifadeyle soru yöneltmiştir. [29]

    hz. muhammed peygamber'in gece namaz kılıp kuran okuduğu ve uzun uzun ağladığı da rivayet edilir. [30]

    “gecenin bir bölümünde uyanıp sana mahsus olan gece namazını kıl.” (isra 79)

    “ey örtüsüne bürününen, az bir kısmı dışında geceleğin (ibadete) kalk!” (müzemmil 1-2)

    bu bağlamda daha pek çok ayet vardır: “(ey muhammed) şüphesiz rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçirdiğini biliyor.” (müzzemmil 20)

    gece dinlenmek için tek fırsatken, uydurulmuş bir din adına böyle ek ritüeller yapması normal mi?

    ve tıpkı namaz gibi; savaşlarda aktif olarak yer almaktan sadaka vermeye; çevre temizliğine özen göstermekten diğer insanların onurlarını gözetmeye, insanların ihtiyaçlarını gidermekten onlara hoşgörülü davranmaya ve hatalarını bağışlamaya kadar her alanda hep başkalarından istediğinin fazlasını kendisi yapmıştır. islam'ın her emrini ve nehyini ilk olarak kendisi için bağlayıcı kabul etmiştir.

    varan 12) müşriklerin ileri gelenlerini karşısına alması

    hz. muhammed, allah'tan vahiy almadı ise, mekke'nin en etkili liderlerini ve kendi akrabalarını ağır şekilde eleştiren ayetleri açıktan okuyabilmesinin izahını nasıl yaparız? kendiliğinden ayet uyduran bir kimse, bu gibi şahıslardan gelecek tehlikeleri nasıl göze alabilir?

    leheb suresi, hz muhammed peygamber'in amcası ebu leheb'i; kalem suresi 10-16. ayetler ahnes bin şerik'i yahut esved bin abdi yağus'u; müddesir 11-29. ayetler velid bin muğire'yi; kıyamet 31-35. ayetler ise ebu cehil'i ağır şekilde itham eder ve eleştirir. bunlar gibi ağır top müşriklere doğrudan tasnif edici ve yerici ifadeler kullanarak ayet uydurmadan da tebliğini yapamaz mıydı?

    eğer kuran ayetlerini hz. muhammed peygamber uydurmuş olsaydı, kendisini ciddi sıkıntılara sokacak bu gibi ayetleri okumaktan çekinmesi gerekirdi. içerisinde bulunduğu toplumun önde gelen liderlerini işaret ederek negatif yönde söylemlerde bulunmanın ve doğrudan onları kışkırtmanın ne alemi vardı? fakat o, kendisine vahiy ile gelen ayetlerin tamamının allah tarafından okuması istendiği için bütün bu ayetleri bir tek kelimesini dahi gizlemeden noksansız okudu.

    fransız tarihçi claude cahen'den: bütün din kurucuları içinde muhammed kişiliği açısından tarihsel karakteri en belirgin olanıdır. büyük bir din kurmuş aynı zamanda çağının içine derinlemesine kök salmıştır. kendi çevresinde insanlığı ruhsal ve ahlaksal düzeyini yükseltme yollarını aramakta tartışılmaz bir dürüstlük ve coşku dolu bir yetenek göstermiştir. yaptığı çağrının bu insanların töresine ve karakterine uyum sağlamasında büyük bir beceri ve siyasal bir deha göstermesini bilmiş, böylece de onlara canlılık kazandırmış bir kişiliktir. [31]

    varan 13) tebliğini yumuşatması için kendisine yapılan cazip teklifleri reddetmesi

    dünyevi hesaplarla yapılan mücadelelerde bazen uzlaşmak üzere formuller bulunabilir. bu uzlaşma formulünü, hz. muhammed'in davet yaptığı mekke müşrikleri de bulmaya çalıştı. [32]

    “istediler ki sen onlara yumuşak davranasın da, onlar da sana yumuşaklık göstersinler.” (kalem 9)

    bu ayet, mekkelilerin kendi elleriyle yaptıkları putlara karşı tutumunu yumuşatması şartıyla kendilerinin de hz muhammed'e ve dinine karşı sert tutumlarını değiştireceklerine dair bulundukları teklif üzerine inmiştir. [33]

    fakat hz. muhammed peygamber davasından taviz vermedi. onların kalplerini ısındırmak yahut işkencelerini bertaraf etmek için dahi olsa uzlaşma tekliflerini kabul etmedi. eğer hz. muhammed'in dünyevi hesapları olsaydı, kendisinin ve kendisine tabi olanların maslahatı için bu gibi teklifleri -geçici bir süreliğine de olsa- kabul etmesi beklenirdi.

    varan 14) dinin geniş kitlelere ulaşması için uzak diyarlara mektuplar ve elçiler göndermesi

    gönderdiği mektuplar ve elçiler, o'nun yalnızca belli bir toplum içerisinde kademesini yükseltme arayışında olmadığını ve mesajının evrenselliğini gösterir.

    gördüğü zulüm dolayısıyla kendi vatanını dahi terk etmek zorunda kalan bir insanın, hristiyan ve yahudi topluluklara, putperest kavimlere ve diğer mistiklere elçiler vasıtasıyla mektuplar göndermesi, yani elinde bir güç bulunmamasına rağmen gözünü bu kadar yükseye dikmesi, sırtında yaratıcının gücü olduğuna dair mutlak bir inanç beslemeksizin mümkün olmazdı.

    napolyon bonapart'tan: “tanrının varlığını, musa kavmine, mesih isa toma alemine, muhammed ise buütün kıtaya yaydı. isa'dan altı asır sonra, arabistan putperestlik içindeyken, muhammed; ibrahim, ismail, musa ve isa'nın tanrısını tanıttı. muhammed, ne babası, ne de oğlu olan tek tanrıdan başkasının olmadığını ve teslisin ortak koşma anlamına geldiğini açıkladı. bütün ülkelerin ferasetli ve eğitilmiş insanlarını birleştirerek, yegâne doğru ve insanları mutluluğa erdirecek olan ilahi bir yapı kurdu.” [34]

    varan 15) bir toplumu kökten değiştirmesi ve devlet geleneğinin dahi olmadığı bir coğrafyada kısa süre içerisinde tarihin en büyük devletlerinden birini kurması

    peygamberlik öncesi arap yarımadası'nda büyük ahlaki sorunlar yaşanıyordu. yolsuzluk, fuhuş, kumar ve alkol kullanımı hayli yaygındı. kız çocukluklarının diri diri gömüldüğü, kendi yaptıkları putlara tapacak kadar ahmaklaşan ve şiir ile uğraşmak dışında hiçbir meziyeti bulunmayan bir toplumdan oluşan, haksız da olsa güçlünün güçsüzü ezdiği fakat kimsenin ses etmediği, yani bütün kanunların ve beşeri ilişkilerinin “kurallar” ile değil, “kuvvetler” ile belirlendiği bir ortamda...

    kuran, boğazına kadar tuğyana batmış bu sapık toplumu eğitti ve ilim-irfan sahibi, bilim yapan, hak-hukuk-adalet gözeten ahlaklı kimselere çevirdi. [35]

    “o, okuma yazma bilmeyenlerin içinden, kendilerine ayetlerini okuyan, kendilerini arındıran ve kendilerine kitap ile hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. oysa onlar daha evvel apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (ali imran 164)

    hz. muhammed peygamber, vahiy ile muhatap olmadan önce hukuk, siyaset ve yönetim bilimine dair hiçbir şey okumamış ve öğrenmemişti. bu hal üzerine 40 yılını geçirdi. sonra da insanların sapkın inançlarını yıkmak ve ahlaklarını düzeltmek için 13 yıl mücadele etti. bu 13 yıl içerisinde de türlü işkencelere ve eziyetlere maruz kaldı. vefatına 10 yıl kala hicret etti ve 10 yıl içerisinde kurulacak olan islam devletinin temelini attı, bütün kurumlarını şekillendirdi, yepyeni bir medeniyet inşa etti.

    allah tarafından desteklenmeksizin böyle zor bir misyonu üstlenmesi, daha da ötesi gerçekleştir(ebil)mesi mümkün olabilir miydi?

    fransız yazar lamartin'den: “eğer niyetin, tasarının büyüklüğü, imkanlarının azlığı, ulaşılan sonuçların sınırsızlığı ve insanın dahi oluşunun üç ölçüsü ise; modern tarihteki herhangi bir adamı hz. muhammed ile mukayese etmeye kim cesaret edebilir? diğer tarih yapıcılar sadece kanunlar yapmışlar, ordular ya da imparatorluklar idare etmiştirler. genellikle kendilerinin ömrüyle sınırlı maddi güçler ve iktidarlar kurmuşlardır. fakat hz. muhammed, ruhlara etki ederek hukuku öne çıkarmış ve dünyanın üçte birine yayılmış milyonlarca insanı, imparatorlukları, halkları ve hanedanlıkları idare etmiştir. her dilden ve her ırktan oluşan bir manevi toplum kurmuş ve müslüman toplumun silinmez karakterini sahte tanrılara inanmamak ve tek tanrıya bağlanma çizgisine oturtmuştur. filozof, hatip, havari, yasa koyucu, savaşçı, fikirlerin fatihi, resim ve ikonlardan uzak bir kültürün düzenleyicisi, yirmi dünyevi, bir tane de manevi imparatorluğun kurucusu. işte o, hz. muhammed'dir. hangi konuda olursa olsun o, yüce bir insanlık örneği, ondan daha büyük bir insan olabilir mi?” [36]

    asıl fazilet, düşmanının tanıklık ettiğidir...

    ingiliz dinler tarihçisi ve katolik rahibesi karen armstrong'tan:

    “hicretten sonra hz. muhammed, gerek ruhsal ve gerekse politik anlamda muazzam bir başarıya ulaşmıştır. bazı batılı eleştirmenlerin iddia ettiğinin aksine, hz. muhammed'in vizyonu güç ve şehvetiyle lekelenmemiştir. asla tanrı merkezli olmaktan uzaklaşmamıştır. hz. muhammed, sadece arabistan'ı değil, tüm dünya tarihini değiştirmiş zeki ve karizmatik bir politik liderdir.” [37]

    ayrıca konuyla ilgili bkz: sigrid hunke, batı üzerine doğan islam güneşi; fredrick starr, ''lost enlightenment (kayıp aydınlanma); gustave le bon “arabic civilization (arap uygarlığı) isimli eserler.

    varan 16) örnek bir ahlaka sahip olması

    “şüphesiz sen üstün bir ahlak üzeresin.” (kalem 4)

    güzel ahlakın, etrafına toplanan insanları yanında tutmasında etkili olduğu da kuran'da vurgulanır:

    “allah'tan olan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. eğer katı kalpli, kaba birisi olsaydın muhakkak etrafından dağılırlardı.“ (ali imran 159)

    peygamberin ahlakının ne kadar müstesna olduğuna dair delilli-senetli, gerek batı, gerek doğu kaynaklı, hakemli, ciddi ve tarafsız bir çok yazılı eser var. bu eserlerde, kendine bu kadar inanan bir insanın, asla gayri samimi olamayacağı, etrafındaki insanlara bu kadar kısa zamanda tesir edebilmesi için çok büyük bir imana, yüce bir ahlaka ve samimiyete sahip olması gerektiği vurgulanır. bu husus, beynelmilel üniversitelerin tezlerine de malzeme olmuştur. [38]

    thomas carlyle'den: “bu adamın (hz muhammed'in) söylediği sözler bin iki yüz yıldan beri yüz seksen milyon insana hayat rehberi olmuştur. bu yüz seksen milyon insan tıpkı bizim gibi, tanrı tarafından yaratılmıştır. şu anda muhammed'in sözlerine inananlar, başka sözlere inananlardan sayıca daha fazladır. her şeye kadir tanrının bunca yaratığının uğrunda yaşayıp öldükleri, bu inancın sefil bir manevi düzenbazlık olduğunu nasıl düşünebiliriz? ben kendi hesabıma böyle bir şeyi kabul edemem. her şeye inanırım, fakat buna inanamam.

    bir düzenbaz nasıl bir din kurabilir? bir düzenbazın tuğladan bir ev kurması bile mümkün değildir! eğer harcın, pişmiş tuğlanın ve kullandığı diğer malzemelerin özelliklerini doğru bir şekilde bilmez ve inceleyemezse yaptığı şey bir ev değil, ancak bir moloz yığını olacaktır. böyle bir yapı yüz seksen milyon kişiyi barındırmak üzere on iki asır ayakta duramaz, hemen yıkılır. dolayısıyla biz muhammed'i asla bir batıl, bir göstermelik, zavallı ve haris bir entrikacı olarak görmeyiz. onu bu şeklide düşünmemiz imkansızdır. getirdiği o basit mesaj da gerçekti: bilinmez derinliklerden gelen ciddi ve belirsiz bir ses. onun ne sözleri, ne de eserleri sahteydi. batıl ve taklit değillerdi. tabiat ananın o geniş göğüsünden fışkırmış ateşten bir hayat külçesi! dünyanın yaratıcısı ona dünyayı tutuşturmasını emretmişti.” [39]

    varan 17) peygamber ve din gönderme geleneğinin hz muhammed ile başlamaması

    “de ki: ben peygamberlerin ilki değilim.” (ahkaf 9)

    sıkı sıkıya düşünüldüğünde yahudiliğin, hristiyanlığın ve diğer peygamberlerin varlığı, dolaylı yoldan islam'ın hak, direkt olarak ise “din” kavramının mümküm hatta gerekli oluşunu tasdikler. peygamberlik ve din kavramları neden insanlık tarihini bu kadar meşgul etti ve halâ ediyor? insanoğlu, neden bir yaratıcıya, bir dine meyilli? insanlık, bu kavramları hiç barındırmaya da bilirdi?

    bu soruların yanıtı mahiyetinde uzun uzuna yazı yazma planım var, şimdilik teaser niyetine bunu buraya bırakmış olayım.

    varan 18) hz muhammed'in hayatı ile vahiy paralelliği

    a) kuran'ın 23 yıllık bir süre zarfında tedrici bir şekilde indiğini biliyoruz. 23 yıllık süre zarfında insanlar, kuran'ın öğretilerini özümseyerek, kavrayarak ve hazmederek hayatlarına geçirdiler. zaten olması gereken de buydu. zira toplumda kökten bir inanç değişikliği ve devrim yapıyordu. bu, öyle bir günde-bir gecede gerçekleşebilecek bir şey değildi. bu değişikliğin ve devrimin gerçekleşmesi için geniş bir zaman ile kararlı bir mücadeleye ihtiyaç vardı.

    peki, belirtilen bu değişikliğin ve devrimin gerçekleşmesi için gerekli zamanın ve fırsatın garantisi var mıydı? hz. muhammed peygamber son derece tehlikeli bir görev üstlenmişti; onca savaştan, gazveden, direkt olarak kendisinin hedef alındığı saldırılardan ve suikast girişimlerinden sağ çıkacağı/çıkabileceği ne malumdu? [40]

    gelin şimdi. saf suresi 8. ve tevbe suresi 32. ayette: “allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. ama kafirler istemese de allah nurunu tamamlayacaktır.” buyurulur.

    bu ayetlerde islam dininin tama erdirilerek yayılacağına dair güvence verilir. oysa kendi haline bırakılsa yarına çıkacağı dahi şaibeli bir insanın, böyle bir garanti vermesi mümkün olmazdı. kesin konuşabiliyordu çünkü allah tarafından gaybın haberini alıyordu.

    müşriklerin yanında açıktan namaz kılmakta bile zorlanan bir kimsenin, bu gibi cüretkar ifadeler ile onlara meydan okuması, arkasında kadiri mutlak bir varlığın desteğine dair taşıdığı bilinç olmaksızın mümkün olabilir miydi?

    hz. muhammed peygamber'in başına felaketler geleceğini söyleyen müşriklere cevap olarak şu ayetler indi:

    “yoksa (o) bir şairdir, biz o'nun zamanın felaketlerine çarpılması için gözlüyoruz' mu diyorlar? de ki: 'gözleyin, şüphesiz ben de sizinle beraber gözleyenlerdenim.'” (tur 31)

    sonraki dönemlerde suikat girişimlerinde bulunuldu ve şu ayetler indi:

    “yoksa bir tuzak kurmak mı istiyorlar? oysa tuzağa düşecek olanlar inkar edenlerdir.” (tur 42)

    maide suresi 67. ayette peygambere, “sen elçilik görevini yap, allah seni insanlardan korur” buyurulur. bu ayet ile islam dininin tama ereceğine dair söylem içeren ayetler göz önünde bulundurulduğunda, mutlak kudret sahibi allah'ın verdiği bir teminat olduğu çok açık.

    hz. muhammed peygamber, islam dini'nin mührü niteliğini taşıyan maide suresi 3. ayet inene kadar onca suikastten, savaştan ve gazveden sağ çıkmıştır: “bugün sizin dininizi bütünlüğe erdirdim, üzerinize dinimi tamamladım ve size din olarak islam'ı seçtim.” (maide 3)

    b) vahyin ilk gelmeye başladığı sıralarda uzunca bir müddet vahiy kesintisi yaşandı. bu kesinti sırasında müşrikler hz. muhammed peygamber ile alay ediyor ve kendisini inciten sözler ile saldırıyorlardı. peki muhammed peygamber, vahyin kesilmediğini onlara göstermek için ayet uyduramaz mıydı?

    vahyin kesildiği dönemde müşrikle hz. muhammed peygambere: “rabbi o'na darıldı ve o'nu bıraktı.” şeklinde alay ettiği için şu ayetler indi: “rabbin seni bırakmadı, sana darılmadı da.” (duha 3)

    ifk hadisesi de hz. muhammed peygamber'in vahiy ile konuştuğunun bir belgesidir. hz. aişe'ye iftira atıldıktan sonra hz. muhammed peygamber sıkıntıya girmişti. [41] eğer kendi hevasından ayet uyduruyor olsaydı, 52 gün beklemeden bir ayet uydurur, bu şekilde dedikoduları hemen susturur ve kendisini sıkıntıya sokmamış olurdu. peki bunu niye yapmadı?

    bunun gibi hz. muhammed peygamber'i bir insan olarak sıkıntıya sokan bir çok benzeri olay yaşanmıştır. fakat o, rabbinden vahiy yoluyla ayet gelene kadar sabretmiştir.

    daha size bir çok örnek verebilirim fakat yazıyı uzatmak istemiyorum. özet olarak, bu olaylar vicdan ve akıl gereçleriyle incelendiğinde; belli bir görev ve sorumluluk doğrultusunda planlanmış bir hayatın çıktığını ve bu planlanmayla ilgili bilgilendirmelerin önceden yapıldığı görülür.

    tolstoy'dan: “bunu söylemek ne kadar tuhaf olsa da, benim için muhammedilik, haça tapmaktan (hıristiyanlıktan) mukayese edilemeyecek kadar yüksekte duruyor. eğer insan, seçme hakkına sahip olsaydı, aklı başında olan her insan, şüphe ve tereddüt etmeden muhammediliği, tek allah'ı ve onun peygamberini kabul ederdi.” [42]

    varan 19) kuran'ın gaybı haberler vermesi

    şimdi size kuran'ın, hiçbir tevile veya yoruma mahal bırakmaksızın, kesin direktifler ile işaret ettiği birkaç tarihsel öngörüden biri olan ninova mucizesinden bahsedecem.

    kavram karmaşası yaşanmaması için ufak bir not: rum, roma demektir. entry içinde bizanslı'lar şeklinde de ifade edilebilir ve hristiyanlardır.

    persler ise iranlılardır ve zerdüşt/ateşperest bir toplumdur.

    öncelikle ilgili ayetlerin mealini bırakayım aşağıya:

    1- elif, lâm, mim.
    2- rumlar (romalılar) yenildi.
    3- dünyanın en alçak yerinde. ama onlar yenilgilerinin ardından yeneceklerdir.
    4- (bu da) 3 ila 9 yıl içerisinde olacaktır. onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir allah'ındır ve o gün müminler, sevineceklerdir.
    5- (bu) allah'ın yardımıyla olacaktır. allah dilediğine yardım eder, galip kılar. o çok güçlüdür, çok merhamet edicidir.
    6- allah'ın vaadi budur. allah vaadinden şaşmaz. fakat insanların çoğu bilmezler.

    ayette açık şekilde yakın tarih hakkında kesin, tereddütsüz ve kendinden emin bir yargı var.

    döneminin iki süper gücü olan rumlar (romalı'lar) ile persler (iranlı'lar) arasında ceryan eden ninova savaşı'ndan bahsediyor bu ayetler. şimdi söz konusu savaşa ufaktan değineyim ki, konu hakkında bilgisi olmayan arkadaşlar olaya fransız kalmasın.

    dönemin rum (yani bizans) imparatoru heraklius, 610 yılında constantin'e (yani istanbul'a) geldiğinde devlet siyasi, askeri ve ekonomik yönden bitik, imparatorluk hazinesi iflas etmiş, paralı asker sistemine dayanan ordu zayıf ve güçsüz düşmüş, özetle perişan durumdaydı.

    bu esnada pers kralı sabur ise fırsattan istifade şam, suriye, cezivre, dımaşk, antakya ve bir yıl sonrasında kudüs başta olmak üzere odusu ile birlikte fetihler gerçekleştirerek batıya doğru ilerledi ve rum kralı heraklius'u constantin'e sığınmaya mecbur bırakıp uzunca süre orada muhasara altında tuttu. artık rumlar mağlup olmuştu. persler, constantin'i fethederek doğu roma imparatorluğu'na son vermeye çok yaklaşmıştı.

    bu büyük savaş mekke'de hem müslümanlar, hem de müşrikler tarafından ilgi ile takip ediliyordu.

    bunun sebebini işin siyasi boyutuna bakarak anlayabiliriz. müşrikler persler'in galip gelmesini istiyordu. sebebi ise, persler'in kendileri gibi putperest olmalarıydı. müslümanlar ise rumlar'ın galip gelmesini istiyordu. bunun sebebi de, rum'lar her ne kadar müslüman olmasalar da, kitap ehli ve tek tanrı inancına sahip olmalarından kaynaklanıyordu.

    hal böyleyken müşrikler; persler'in zaferine sevinmişler ve onların tarafını tutarak müslümanlara: “siz ve rumlar kitap ehlisiniz, biz ve persler ümmiyiz; bizim kardeşlerimiz, sizin kardeşlerinizi yendiler. biz de sizi böyle yeneceğiz” minvalinde söylemler dile getirmişlerdi.

    tam bu sırada, herkes rumlar'ın yok olmasını beklerken tokat gibi indi rum suresi'nin ilk 6 ayeti.

    2. ayette olmuş bitmiş bir olayın haberi veriliyor, bunda bir ilginçlik yok.

    üçüncü ayette ise, ayetin indiği dönemde perişan halde olan rumlar'ın persler'e karşı tekrar galip geleceği müjdeleniyor. hem de kuran bunu öyle bir özgüven ile söylüyor ki, altıncı ayette "allah vaadinden dönmez!" diyerek iyice vurguluyor.

    dördüncü ayette ise, "bid'a sinin" ( birkaç sene sonra) yenecekler ifadesi ile bu vaadin 3 ila 9 yıl arasında gerçekleşeceğini belirtiyor.

    evet, 3 ila 9 yıl arasında...

    arapça'da tekil (mastar) için ayrı, iki adet için "tesniye" dediğimiz ayrı, 3 ve üstü için "cemi" denilen, aynı kökten fakat farklı eklerle gelen farklı kelimeler kullanılır.

    "sinin" kelimesi "cemi"dir. yani en az 3 yılı işaret eder bu kelime.

    "bid'a" kelimesi ise türkçedeki "küsür" anlamını taşır.

    efendime söyleyim; ben size "20 küsür" dediğimde aklınıza nasıl 20'den 30'a kadar olan sayılar geliyorsa o şekil işte. "bid'a" kelimesini kullanarak "cemi" olan "sinin" kelimesinin anlamını, yani 3 yıl olan galebeyi maksimum 9 yıl ile sınırlandırıyor bu ayet.

    bakınız bunlar çok cüretkar ifadelerdir. yok olmanın eşiğinde bir devletin, persler gibi neredeyse bütün doğu'ya hakim bir orduya galip gelme ihtimaline kimse inanmazdı. zaten öyle de oldu. kuran'ın hz. muhammed peygamber'in sözü olduğuna inanan müşrikler şaşkınlık içerisindeydi.

    neyse, allah'ın müminlere verdiği bu müjdeyi duyan müşrikler o kadar ihtimal vermiyordu ki yenilgi üzerine yenilgi almış, parçalanmaya yüz tutmuş rumlar'ın üzerlerindeki enkazı atıp tekrar ayağa kalkabileceklerine, 6-7 yıl sonra başlarına geleceklerden habersiz; "muhammed aklını kaçırdı" şeklinde alay edip müslümanlarla eğleniyorlardı.

    ve nihayet allah'ın vaadi gerçekleşti...

    heraklius, patrik sergios ve constantine halkının baskısı ile kilisenin de tüm imkanlarını seferber ederek idari yapılanmayı düzenlemeye girdi ve eyalet sistemiyle kuvvetli bir ordu kurmayı başardı. adam bu orduyu kurarken, kilisedeki altın ve gümüş eşyaları bile eritip kullandı.

    batı tarafında savaş halinde olduğu devletlerle de barış imzalayarak, avrupa'daki bütün kuvvetlerini anadolu'ya çekti ve tek bir noktaya (doğu'ya) yoğunlaştı.

    heraklius'un komuta ettiği bizans orduları, 622 yılından itibaren perslere karşı savunmadan "saldırı" pozisyonuna geçip, toros dağları'nın güneyindeki ıssus'da persleri talan etti ve anadolu'dan çıkardı.

    (rum suresinin haberini verdiği bu zaferler dönemi başlarken, müslümanlar medine'ye hicret etmekteydi.)

    622'den 627 yılına kadar perslere ufak çıkarmalar yaparak kendilerini iyice toparlayan rumlar, 627 yılındaki ninova savaşı'nda persliler'i kesin bir yenilgiye uğrattı ve bu galebeyle bizans zaferleri doruk noktasına ulaştı.

    müslümanlar da rahat bir nefes aldı. zira ateşperest/putperest persliler yerine; artık tek bir tanrıya inanan, kitap ehli hristiyanlar ile komşulardı.

    burada belirtilmesi gereken bir şey daha var. surenin 3. ayeti, rumlar'ın “dünya'nın en alçak yerinde” yenildiklerini belirterek o dönemde, son yüzyılda ancak farkına varabildiğimiz jeolojik bir gerçeğe parmak basıyor.

    rakımını ancak günümüzde ölçebildiğimiz dünyanın en alçak bölgesinin "lut gölü" olduğunu “edna el-ard” diyerek 1400 yıl evvel söylemiştir rum suresi. (mariana çukuru dünyanın en derin noktasıdır. adı üzerinde: çukur. jeolojik açıdan lut gölü ile aynı statüde bile değiller. özetle: mariana çukuru, dünyanın en derin noktasıdır/çukurudur. lut gölü ise dünyanın en derin bölgesi.)

    yani kuran; ayetlerin indiği o dönemde per perişan halde olan rumlar'ın, dünyanın en alçak yerinde (lut gölü hafsası'nda) yenildiğini söyleyerek bir mucize (rum 2), yenilgilerinin ardından tekrar galebe geleceklerini söyleyerek bir mucize (rum 3), bu galibiyetin üç ila dokuz yıl içerisinde gerçekleşeceğini söyleyerek bir başka mucize göstermiştir (rum 4).

    100 değil, 300 değil, 500 değil, yalnızca 10 yıl ötesi için kimsenin ihtimal vermediği böyle bir kehanette bulunabilir miydiniz?

    kendi vatanında işkencelere, protestolara, boykotlara, ambargolara, envai çeşit eziyete maruz kalan bir insanın; bütün derdini-tasanı bırakıp da gidip elin roma-pers savaşı hakkında atıp tutmasının, üstelik artık yenilgilerine kesin gözüyle bakılan rumlar'ın tekrar galip geleceklerini söylemesinin akla mantığa sığar yanı var mı? üstelik kurduğu sistemin çökmesi, kendisine inananların güvenlerinin sarsılması, hasımlarının ellerine koz geçmesi ve bütün çabasının boşa gitmesi pahasına?

    bu mevzunun "tesadüf" şeklinde yorumlamaktan çok daha fazlasını hak ettiğini anlamışsındır umarım.

    hem rastlantı dediğin şey bir kere, iki kere olur. ama bir çok rastlantının bir araya gelmesi tesadüf değil, hakikattir. ve kuran'da "rastlantı" şeklinde niteleyerek kaçamak yanıtlar verdiğin yüzlerce şey var. -sizin demenizle- bu rastlantıları tek tek değerlendirmek "tesadüf" şeklinde yorumlanabilir, fakat bu rastlantıların bir araya gelmesi hakikattir, kapı gibi hakikat... [43]

    ***

    gerçekten nasihat verecek konumda değilim lakin sana tek bir nasihat verme hakkına sahip olsaydım, şunu söylerdim ekşici: kısa vadeli hazların ve hasım bellediğin şahıslara yahut devletlere tepki uğruna ebedi hayatını tehlikeye atma. analitik ve üç boyutlu düşün. yüz defa söyledim, ilk günkü aşkla yüz birinci defa tekrarlıyorum: neticesi saadet yahut elem olacak ebedi ahiret hayatına uzanma ihtimali bulunan inanç gibi mahiyeti son derece yüksek bir olguyu subjektif değer yargılarının, keyfekeder kaprislerinin, popülaritenin ve tabularının etkisi altında bırakarak şekillendirme gafletine düşme, düşersin.

    hakikat en tepede, güneş gibi parlıyor. kafamızı deve kuşu gibi kuma da gömsek, güneş yukarıda parlamaya devam edecek. zaten güneş hep parlar, hiçbir koşulda güneşin üzerine gölge düşmez. güneşin parlamak için bizim görmemize ihtiyacı yok. fakat görebilmek için bizim güneşe ihtiyacımız var. güneş bize muhtaç değil, biz güneşe muhtacız.

    “bak yine akşam oldu. farkında mısın; zaman geçiyor, sen geçiyorsun, hakikat geçiyor...” (ducane cündioğlu)

    hayattaki bazı pişmanlıkalarımızın telafisi bazen olabiliyor da; ahirette, “dünyaya geri git” butonu falan olmayacak. hatırlatayım dedim.

    “yüzlerinin, ateşte bir yandan diğer yana döndürüleceği gün: 'keşke allah'a ve resul'üne itaat etseydik' diyecekler.” (ahzap 66)

    yazıyı buraya kadar okuyan müslüman kardeşlerimden allah razı, ateistlere ise kozmos yardımcı olsun. yoruldum. kaçıyorum ufaktan. hadi eyvallah.

    kaynakça:

    [1] ibni hişam, sire: 1/388; taberi, tarih: 2/225-226.
    [2] ibni hişam, sîre, 1/375; ibni sa'd, tabakat, 1/208-209; belazurî, ensab, 1/229-230; taberî, 2/225)
    [3] süheyli, ravdu'l-unuf, ıı, 127; semira ez-zayed, muhtesaru'l-cami fi's-sire, ı,196
    [4] müslim, 3/117 ve m. hamdi yazır, hak dini kuran dili, 2/940
    [5] ibn sa'd, muhammed, et-tabakatu'l kubra, beyrut, bty, vııı, 13; beyazun ahmed b. yahya, ensabu'ı-eşraf, (thk: süheyl zekkar), beyrut, 1996, ı, 108. bu yıl, miladi olarak 556 yılına tekabül eder.
    [6] kurtubi, ebu abdullah muhammed b. ahmed el-ensari, el-cami'li ahkami'l-kuran, el- mektebetu'ş-şamile el-isdaru's-sani, xııı, 5.
    [7] kahramanlar, thomas carlyl, beyaz balina yayınları, 2000, sf. 156)
    [8] müslim, 1/514 (hadis no: 746; yücel, irfan, peygamberimizin hayatı, sf. 264, diyanet yayını. müslim, sahih, 1/535 (hadis no: 771). yücel, irfan, a.g.e. sf. 264. buhari, 4/166; müslim, 4/1810 (hadis no: 2321) tecrid terc. 9/318 (hadis no: 1456)
    [9] abdürrezzak, v, 319; ibn-i kesir, el-bidaye, ıı, 304.
    [10] ibn-i hişam, ı, 209-214; abdürrezzak, v, 319; müsned, ııı, 425; ibn hişam abdulmelik, es-siretu'n-nebeviyye, mısır, 1936, ı/209. ibn hanbel ııı/425.
    [11] ibn sa'd muhammed, et-tabakatu'l-kubra, beyrut, 1968, ı/128-129.
    [12] sîre, 1/209; tabakât, 1/201
    [13] ibn-i sa'd, vııı, 14-15. dimyati; şerafeddin abdulmu'min b. halef, es-siretu'n-nebeviyye, (thk: es'ad muhammed et- tayyib), haleb, 1996, s. 49; zehebi; muhammed b. ahmed, tarihu'l-islam ve vefeyatu/-meşahiri ve'l-alam es-siretu'n-nebeviyye, (thk: ömer abdusselam tedmuri), beyrut, 1994, s. 237; kastallani ahmed b. muhammed b. ebibekr, el-mevahibu'l-ledunniyye bi'l mineht'l-muhammediyye, kahire, bty, ı, 492.
    [14] sire, 1/200-201; taberi, 2/197.
    [15] ibni hişam, sire: 2/40; ibni sa'd, tabakat: 3/170.
    [16] mustafa eriş, altınoluk dergisi, sayı: 242, nisan 2006
    [17] ebu bekir muhammed b. et-tayyib el-bakıllaru, i'czu'l-kuran, mısır, 1951, s. 62;
    abdussabur, tarihu-l kuan, s. 199; s. 41.
    [18] jean paul roux, türkler'in tarihi, kabalcı yayın evi, yıl 2011, sf:
    [19] http://www.haberkultur.net/…na_cagdas_olamadim.html
    [20] taberi, xxıv, 24-25; ibn hişam, ı, 269 bir insanın, annesi ve babası üzerine bela lafzı taşıyan bir kitaba iman etmesi, ancak o kitabın ilahi bir kaynaktan geldiğine emin olmasıyla
    [21] suyuti, itkan, 1. c, 58; salih, mebâhis, s. 49.
    [22] tuğrul kurt, geç antikçağ'da theosebes'ler, tarih ve inançlar
    m. asım köksal, islam tarihi
    diyanet işleri başkanlığı, hadislerle islam
    elmalılı hamdi yazır, hak dini kur'an dili
    aynur uraler, peygamberimizin hanımı ümmü habibe ve rivayet ettiği hadisler
    bilal baş, çölü fethetmek-geç antikçağ'da mısır manastırları.
    [23]
    thomas carlyle, kahramanlar, c¸ev. behzat tanc¸, istanbul 1976, s. 79.
    [24] ırvving washington, hz. muhammed, yıl 2012, mitra yayınları, sf. 153, çeviri: ruhiye erulaş
    [25] sîre, 4:47; uyunü'l-eser, 2:170.
    [26] fazlur rahman, siret ansiklopedisi, çev. yusuf balcı, istanbul 1996, cilt 1, sf. 140.
    [27] fazlur rahman, siret ansiklopedisi, çev. yusuf balcı, istanbul 1996, cilt 1, sf. 142.
    [28] ibni kesir ve kurtubi, ayetlerle ilgili tefsirler
    [29] buhari, teheccüd 6
    [30] müslim, munefikun, 79-81; tirmzi, salât 187
    [31] claude cahen, isla^miyet, c¸ev. esat nermi erendor, istanbul 1990, s. 18.
    [32] kafirun suresi, ibni kesir, kurtubi ve fi zilal tefsirleri
    [33] ibn hişâm, ı, 293-295 ve 362; taberî, ıı, 337.
    [34] fazlur rahman, siret ansiklopedisi, cilt: ı,143.
    [35] islam ve arap uyanışı, tarık ramazan, açılım kitap; hasan en nedvi, müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti, risale yayınları
    [36] michel lelong, islam'la yüzleşen batı, çev. ali erbağ, istanbul 2006, s.35.
    [37] karen armstrong, islam peygamberinin biyografisi hazreti muhammed, çev. selim yeniçeri, istanbul 2005, s. 237.
    [38] pdfdergipark.gov.tr - http://docs.neu.edu.tr/…yazmalari/tezler_yok_gov_tr - http://acikarsiv.ankara.edu.tr/…owse/6055/salih.pdf - dergiparkpdfdergipark.gov.tr - şahsiyetipdfacikerisim.selcuk.edu.tr
    [39] thomas carlyle, kahramanlar, c¸ev. behzat tanc¸, istanbul 1976, s. 80-82.
    [40] efendimize yapılan suikastler, dr. hilal ve abdullah kara, siyer yayınları
    [41] buharî, 3:154 ve 3:154. sîre, 3:310-311; müslim, 8:113-114. taberî, 18:89. sîre, 3:311.
    [42] tolstoy, hz. muhammed ile ilgili risalesi, çev. arif aslan, istanbul 2005, s. 15.
    [43] dia, 6. cilt, “bizans”, 17. cilt, “herakleios”; elmalılı hamdi yazır, hak dini, kuran dili, istanbul, 2009; muhammed esed, kuran mesajı, istanbul, 2002;
  • şunu yazan dinci bana tavsiye veremez.

    ayrıca;
    (bkz: dinci)
    (bkz: dindar)

    bonus: (bkz: mal beyanı)

    edit: (bkz: kendi başlığına ara ara entry girme ekolü)
  • saçma sapan ve engelleyici yazılar okuyacağınıza okuyun okuyunda belki önyargılarınızdan kurtulursunuz .
    ha yazı uzunmuş böl beşe altıya farklı zamanlarda oku bir kitabı 5 dakikada mı bitiriyorsunuz .
  • hayatta hiçbir şeyi çok abartmayın. kimseye de bir şey kanıtlamak zorunda değilsiniz.
  • "+ islam dinini muhammed uydurdu!
    - peki neden?
    + 404 not found..."

    şeklinde bir ateizm çürütme metodolojisi izleyen insandan tavsiye almayın. bu da benim tavsiyem.

    -neden uydurdu?
    - çünkü eşşeğin zikinden dolayı.

    oldu mu şimdi?
  • içeriğe uygun olsun.
    mutlaka herkese incili,tevratı yuhanna markos lukayı tavsiye ederim okusun. aplanız okudu.
    sorusu olan sorabilir. kuranı kerimi okuyun ama tek başına yeterli değil. dünya tarihindeki bulunan mistik,mitolojilere de bakmanızı tavsiye ederim. mesela türklerde yaratılış miti yeterli değildir. gidip mısır da yaratılış mitini de okumalısın.

    tüm bunlara ek olarak finali felsefeyle yapacaksın. varlık felsefesi'nden başlaman yeterlidir ilk etapta.

    bu arada evet işsizim ve okumaya başlıyorum bitirince anneğğvvv bitti diye bağırıcam.

    not: benimle felsefe, metafizik,ayetler ve tabiki mitler üzerine tartışmak isteyen ve tercihen atayız biri varsa yeşilleyebilir.
    bayılıyorum atayızlarla sohbet etmeye. ufkumu açıyor adamlar. ve tercihen erkek. prensibim gereği dişilerle mesajlaşmıyorum.
  • birbirinizle uğraşmayın.
  • eğer herhangi bir uç noktadaysanız ve kendiniz gibi olmayandan nefret ediyorsanız bilin ki birileri çıkarları doğrultusunda algınızla oynuyordur.

    hülasası ayık olun, aşırılık, empozecilik, dışlayıcılık ve de nefret kötüdür.
  • yine gelmiş ehli tarikat mensupları, sanki kendileri hayatın sırrını çözmüş gibi bir de tavsiye vermeye kalkmışlar. en sinir olduğum, tartışmaktan-konuşmaktan hoşlanmadığım üç gruptan biri: siyasal islamcılar. diğer ikisi de “abd’nin adamı” deyip istediğine sallayan çakma solcular ile hoşlarına gitmeyen her şeye “komünizm” yaftası vuran kifayetsiz liberaller. bu üç grup tartışılıp ortak noktada anlaşılabilecek insanlar değil.
    başlığın sahibini zamanında tanıtmıştık. isteyen okur

    ateistlerin pedofiliyi meşrulaştırması (bkz: #78795199)

    şimdi söylediklerine cevap vermeye gelince: cumartesi gecesi, ender sakin olduğum zamanlardan biri, tüm yazıyı okudum. yazı özetle muhammed peygamber şöyle süper böyle süper diyordu. soru çok temel ve basit: nereden biliyorsun? alttaki kaynaklarla gelme. şizofrenin biri çıktı. dedi ki “muhammet,mekke’de değil petra’da yaşadı.” söylediklerinin en az %60’ı saçma şeylerdi ama tek bir müslüman da çıkıp belgeleri masaya döküp “muhammet peygamberin mekke’de yaşadığının kanıtı burada” diyemedi. şimdi de çıkıp onun hakkında uzun uzun yazı yazıyorsunuz. önce bir şizofreni susturun, sonra gelip burada muhammet peygamberi anlatın.
  • (bkz: hak yol agnostizm)

    ateistler de, inançlılar da bir halt bilmiyor, hepsi zan üzerine. o sebeple, önce bilmediğini ve bilemeyeceğini kabul et.

    ''doğmadan önce neredeydik, ölünce nereye gideceğiz, tanrı var mı, varsa tek bir tanrı mı yoksa birden fazla mı, tanrı yok yaratıcı mı var veya bizi bizden üstün canlılar mı yarattı, en başında ne vardı? '' gibi sorulara cevap maalesef burada yok, tüm cevap diye verilenler ispatsız, delilsiz iddialar. bir gerçek üzerine, onlarca zırva inşa edenlerden uzak dur; tanrı'nın var olması dinleri doğrulamaz ve tanrı'nın yokluğu, yaratıcı olmadığını göstermez.

    bilmiyorum, bilmiyorsun, bilmiyor.
    bilmiyoruz, bilmiyorsunuz, bilmiyorlar.

    büyük sanatçı, soner sarıkabadayı'nın dediği gibi; bileni arıyorum, bilen söylesin
hesabın var mı? giriş yap