• doğru ile yanlış arasındaki bir ayırt edici veya yargıç. mantık kelimesi ile aynı anlamda kullanıldığı çok görülmüştür tarihte.
  • chomsky'nin anlayamadığını (bkz: #12960760) okuduğumda bir nebze olsun teselli bulduğum bana kalırsa dünyanın en acayip kavramlarından birisi. bunu basit, anlaşılır ve mantıklı bir şekilde anlatabilecek olan varsa bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.

    edit: bu kavram yanına başka kavramlar gelince iyice saçmalaşmıyor mu? (bkz: aşkın diyalektiği) ne demek? bir bilen varsa ve yeşillendirebilirse cidden çok mutlu olurum.
  • diyalektik bir tez ise antitezi idealizmdir. dünyanın idalizm konusunda en önemli olmasada en popüler savunucularından biri olan chomsky nin diyalektiği "tüm okumalarına rağmen anlamadığım bir kavram" biçiminde ifade etmesi politik bir tercih ve idealizme olan bağlılığının bir diyetidir. aslında diyalektiği en iyi bilenlerden biridir. yani chomsky diyalektiği anlayamadığını ifade ederken balıklama dalmayın. politik bir eskiv le diyalektiğe çakmıştır bay chomsky. ama hegel i okumanızı salık veririm illa öğrenmek istiyorsanız.
  • zihnin içinde, gerçek arayışı için yapılan empati 2.0
  • descartes'in 'ne denli anlamsız ya da inanılmaz olursa olsun, düşünülebilecek hiç bir şey yoktur ki her hangi bir filozof tarafından savunulsun'. aslında bu söz tüm insanlığı, düşünce girişimleri, bilim, sanayi ve politika için de doğrudur. ona göre insan, düşüncesinin her hangi bir problem için akla gelebilen her çözümü denemeye neden eğilimini gösterdiğini açıklamak istersek, oldukça genel bir düzenlilik çeşidine başvurabiliriz.

    kendisinin yanlışlanabilir ilkesi ile tamamen tezat bir şekilde işleyen, ' tez+antitez=sentez' saçmalığının bu denli dünya ve hatta evren kanunları içerisinde hükmünün işlemediğini savunan ve bize bunu önce teorik sonrada uygulamalı olarak kendimiz gördüğümüzde ne kadar haklı olduğunun bir çıkarımıdır.

    sonuç olarak; her şeyin yanlışlanabilir ve hatta yalanlanabilmesi yetisi ile gelişmekte olan bir düzenin içerisinde diyalektiğin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu bizlere aşikar bir şekilde göstermiştir.
  • bir sarkacın iki uzak uç arasında sürekli gidip geldiğini düşünelim: bu uçlardan ilki; bir düşünce, yahut doğruluğu üzerinde (çoğunluk tarafından olmasa bile) anlaşmaya varılmış herhangi bir yargıdır. (bkz: tez)

    sarkacın uğradığı diğer uç ise, bu bahsettiğimiz ilk ucun içermediği her türden yargı ve tez, yani ilk düşüncenin tam tersidir. (bkz: antitez) sarkaç, daima bu iki uç arasında gidip gelecek, ancak belli bir süre sonra, yine bunların arasında bir yerde, kısacası bir uzlaşma noktasında duracaktır. (bkz: sentez)

    bu uzlaşma noktasında durmanın, bizi mutlak doğruya getirdiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz; çünkü biz sadece önceki çatışma için bir uzlaşma noktası değil, aynı zamanda yeni bir düşünce ucu daha yarattık. evet, uzlaşmaya, anlaşmaya ve mutlak doğruya kendinden öncekilere göre daha yakın; ancak hiçbir zaman kendinden sonra gelecek uzlaşmadan, hakikate daha yakın değil.

    bu, bir noktada zenon paradoksuna benzer: sürekli kendisi ve tersinin ortalaması alınan düşünce, yeni bir "doğruyu" ortaya çıkardığında bile hakikate ulaşamayacak, çünkü her bilgi, beraberinde mutlaka onu hakikate daha da yakınlaştıracak bir zıttı akla getirecektir. (her şey zıttıyla vardır.)

    tıpkı bu matematiksel paradoksun gösterdiği gibi, bilgi de her seferinde ikiye bölünecek, mutlak doğruya olan yakınlaşması sayesinde hakikatten bir parça alarak yoluna devam edecek, ancak neticede kaç kere bölünürse bölünsün, içinde her daim ilk cehaletinden bir paye taşıyacaktır. (tuzlu suyu, kendiyle aynı oranda saf suyla ne kadar ve kaç kere karıştırırsanız karıştırın, yeni karışımda her zaman biraz tuz olacaktır.)

    buradan hareketle, hakikate yaklaşması gereken, yani hakikate ulaşmak için bir zıtta ihtiyaç duyan hiçbir bilgi de, mutlak doğru olamayacağından, zıttını içinde taşıyabilecek her mantıklı cümle (yani bütün önermeler) hakikatten uzaktır. diyalektik, bir yerde, doğru bilgi hedefine yürünecek yolu tanımlarken, bir yerde de düşünen her varlık için gerçek, saf ve mutlak bir doğrunun imkansızlığını ortaya koyar.
  • tez ve antitezden sentez üretme üzerinden akıl yürütme taktiği. felsefe eğitiminde vazgeçilmez olsa da pratik sorunlarda aşırı indirgemecelik yüzünden kısıtlı kalır, yine de 20.yy'da bol bol pratiğe geçirilmeye çalışılmıştır oldukça kanlı sonuçlarla.

    büyük ölçekli pratik sorunlara uygulamada en büyük noksanlıkları arasında zamansal değişim, dış etkenler, kompleks sistem prensiplerinin bütünü hatta biraz sapıtırsak termodinamik kanunları gibi kavramları gözardı etmek vardır.

    peki zaten geriye ne kaldı ki dersek doğada bitkiler hariç canlılar birbirlerini yiyerek besleniyorsa bir gün şişko bir yırtıcı diğer tüm yırtıcıları yedikten sonra çatlayacak ve geriye sadece bitkiler kalmış olacaktır.
  • yani diyor ki bir durum imkansız olabiliyorsa neden mümkünatı da olmasın?
  • tez ve antitezleri ortaya koyuş biçimlerinde, ortak değerleri inşa yetisine sahip olabilenlerin akıl yürütme biçimidir.
  • misal euthyphro, karşılaştığı sokrates'e bir şey söyler. söylediği bu şey diyalektik kapsamında sav olarak değerlendirilir. sokrates, euthyphro'nun söylediğine hemen katılmaz, cümleleri arasında bir tutarsızlık, hakikatle olan bir uyumsuzluk arar. bu arayış bir eleştirel mesafedir. işte diyalektik tam da bu eleştirel mesafe imkânı sayesinde var olabilir. ama sadece bir eleştirel mesafe diyalektik değildir. euthyphro ona getirilen bu karşı çıkışı kabul etmez ve savını daha derinlikli bir şekilde veya farklı bir açıdan savunur. bu belki euthyphro'nun ilk savı kadar kolayca alt edilebilir değildir, ama eleştirel mesafe hâlâ açılabilir, sokrates de bunu gerçekleştirir. bu karşılıklı hamlelerle, hakikate hep daha çok yaklaşılır, zira eleştiri, sava güçlenmesi için bir şans tanır, sav da güçlendiğinde eleştirel mesafede, hakikate daha rahat oturan bir giysi dikilmesini kolaylaştırır. dolayısıyla sokrates'teki hâliyle diyalektikte hep bir başka ve ona getirilen bir karşı çıkış bulunur. bu karşılıklı duruş ve değilleme, hakikatin açığa çıkarılması için elzemdir. buradaki farklı fikrin hakikati bulmadaki olumlu rolü, onun kendinden menkul pozitif bir yapıya sahip olduğu anlamına gelmez, daha ziyade kullanışlı bir yöntem dahilinde işe yaradığı anlamına gelir. zira, farklılıklar diyalektik bir süreç içerisinde birbiri üzerine işleme tabi tutulduğunda, açığa çıkacak olan hakikat, bu farklılıkların ötesindeki bir ve aynı olan hakikattir. platon bu hakikatleri form olarak adlandırır. diyalektik, farklılık ve çoklukların pozitif olarak altını çizmenin değil, onlar vasıtasıyla aynı ve bir olanın açığa çıkarılmasının yöntemidir. bu anlamda aşkın sıfatını almayı hak eder. zira, tecrübenin ortasında karşımızda sürekli ve zorunlu olarak bulunan farklılıklar ve çokluklar diyalektik vasıtasıyla aşılabildiklerinde elimizde bir hiç kalmaktan ziyade, gerçekliğin ta kendisiyle, aşkın formlar ile yüzleşiriz. tabi, bu karşılaşma güneş ile çıplak gözle gerçekleştirilen bir karşılaşmanın yaratacağı dayanılmazlığa insanı her an sürükleyebilir ve ona tam anlamıyla bakabilmek de aslında karanlığın içindeki güneşin yansımalarını görmekle yetinen ve ona alışan bizler için oldukça zordur.

    kant güneş'i çıplak gözle görme fikrinde ortaya konan şeyin, bir tamlığa ve koşulsuza erişme arzusu olduğunu söyler, bu arzu tabi ki keyfe keder değildir ve aklın faaliyetinin bir sonucudur. zira akıl, neyi düşünse, onu tamlığı içerisinde ve sınırlarına götürerek düşünecektir. başımıza gelenlerin birbirine illiyet rabıtasıyla bağlanması yetmez, zira bizden öncesi de olmuştur ve bizden öncesinin öncesi ancak tüm bunlara sebep olabilmiştir. akıl ete kemiğe bağlı olandan, somut olandan tam olarak kendini kurtarmadığı sürece durmaz. aklın, üstünü sürekli sonluluk pullarından temizlemeye çalıştığı fakat temizledikçe bir başkası üzerine yapıştığı makus bir talihi bulunur. fakat bu makus talih olmasaydı, sonluluğa sirayet edebilen şanstan da bahsedemezdik. bu şans bilmektir. duygulanım bir hayvan için şartsa, insan için de şarttır, hatta ve hatta bilmek için de. fakat dışarıdaki bir şeylerden etkilenmek, bu etkilenmenin sonucu olan bir görü temsili ortaya koymak, sadece tekeri döndürür, ama onu varacağa yere götüremez. aklî bir yöntem olarak diyalektik ise, tekeri hiç döndürmeden hedefe varmayı arzular. belki de başından beri (a priori olarak) hedefte bulunduğunu kanıtlamayı. kant aklın diyalektik yönteminin bu kuşatıcı faaliyetini schein olarak nitelendirir. yani bir göz kamaşması, bir ilüzyon. bir önceki paragraftaki gibi diyalektik bize dünyaları, dünyanın ta kendisini, ötesini önümüze sunuyor gibi gözükür, fakat aslında ötesini gösterebilmek bir yana, mütevazı görüş alanımızı da bulanıklaştırıyordur.

    hegel ise diyalektiği yeniden kurtarmaya girişir. ama bambaşka bir şekilde. batının en batısındaki parmenides'in değil, doğunun en batısındaki herakleitos'un izinde. birinde hareket yoktur, diğerinde hareket her şeydir. birinde varlık vardır, diğerinde varolanlar olur. hegelci biçimiyle diyalektik, onun soyut olarak adlandırabileceği sokratesçi diyalektikten somut olması, gerçeğin ta kendisinin ifadesi olmasıyla ayrılır. diyalektik, bizim hakikâte kavuşmak için kullandığımız bir araç, bir cetvel değil, amacın ve üzerinde gideceğimiz yolun ta kendisidir. bu yolun kendisinin diyalektiğin değillemeleri sayesinde kendi için olarak kavranması sonucu da karşımıza kant'ın o ulaşmayı imkânsız ve ulaşma çabasını hatalı bulduğu koşulsuz kavram olan mutlak çıkar.
hesabın var mı? giriş yap