• sait faik abasıyanık, reşat ekrem koçu'yla bursa lisesinden* beri tanış olmalarına rağmen birbirleriyle dargın ölmüşlerdir. çünkü reşat ekrem, istanbul ansiklopedisi'nin ilk basımında (1944 - 1953) "abasıyanık, sait faik" maddesinde yazarın eşcinsel olduğunu yazmıştır. sait faik de bundan dolayı kendisini affetmemiş ve gösterdiği tepki yüzünden ansiklopedi'nin ikinci dönemindeki (1958 - 1973) tekrar baskıda sait faik hakkında yazılanlar değiştirilmiştir.

    (edit: bursa lisesine gönderilme nedeni eklendi)

    sait faik müzesinde kayıtlı 8 numaralı evrakta (gönderilmemiş bir mektup olduğu düşünülüyor.) kendisi, reşat ekrem'in yazdıklarını yalanlıyor:

    "sevgili n. u. hanım, insanoğlunun başına birçok şeyler geliyor. mesela, sizinle aramızdaki dostluğu bugünkü hale getiren reşat ekrem koçu'yu ele alalım. bu zat, bir ansiklopedide hakkımda dünyanın en büyük yalanını yazdı. zavallı adam! bursa lisesi'nde birbirini sevmeyen iki talebe idik. ben onu görünce ürperirdim. o da beni hiç sevmezdi. (...) aramızda en küçük bir rabıta yoktu.

    (...)

    bu adam bunu niçin yaptı, merak ettim. sonunda buldum. bursa lisesi'nde daha çok mektep idaresinin disiplinine yardım etmeyi arkadaşlarının ahbaplığına değişen bu zat, herhangi bir kin ve kıskançlıkla bunu yapmıştır. buna eminim. kin ve kıskançlık insani şeylerdir.

    (...)

    ama alçak alçak, pis pis, yalan yalandır. o ansiklopedide hakkımda yazılanlar da görünüşte ve hakikatte kibar, hanım hanımcık reşat ekrem'in ömründe bu çeşidini görmeyeceği, hayatında gördüğü bir rüyadır. (...) n. hanım, sizi bütün kalbimle severim, siz de azıcık beni sevemez misiniz? çünkü bir mecmuasının sürümü için benim avare hayatımı göz önüne alarak herkese inandırabileceğini, dünya yüzünde kendisi gibi binlerle insanın kendine hiç olmazsa bir eş bulmak için lekelenmiş alın aradığı bir insan ortaya çıktı." (karganı bağışla, istanbul, 2003, s. 110 - 112)

    bu reddiyeye karşılık vedat günyol, ( "sait faik'in abası", daldan dala istanbul, 1982, s. 312 - 317 ) ve fethi naci, (bir hikayeci sait faik bir romancı yaşar kemal, istanbul, 1990) yazarın eşcinselliği üzerine yazıyorlar. muhtemelen sait faik, hayatta olsaydı yazamayacakları yazılardı. zira sait faik, bunun açıkça yazılması bir tarafa ima edildiğinde bile deliye dönen birisiymiş (aziz nesin, milliyet sanat).

    son tahlilde aziz nesin'in anlattıkları ve karganı bağışla'daki birkaç mektubu, amcasının karşı çıktığı bir evlilik isteği, başka bir kadınla nişanlılık mina urgan'ın* ve nedim gürsel'in* sait faik için yaptığı biseksüel tespitini haklı çıkarıyor.

    edit: bu konuda yazılmış bir master tezi de varmış: oğuz güven, "sait faik'in hikâye ve romanlarında homoerotizm, erkek imgesi ve kadın temsilleri"

    (haberdar eden @slum'a teşekkür ederim .)

    "vedat günyol, fikret ürgüp, talât sait halman, attilâ ilhan, hilmi yavuz, murat belge, nedim gürsel, fethi naci, oğuz cebeci ve yıldırım türker, yazılarında sait faik’in eşcinselliğine değinmiş ya da yazarın eserlerindeki eşcinsellik konusuna dikkat çekmiş olan yazarlardan bazılarıdır." *
  • benim anlatacağıma tam olarak dedikodu mu denir bilemedim çünkü daha çok fıkra gibi.

    yıl 2017. nobel edebiyat ödülünü bir türlü kazanamayan haruki murakami’yi bir sabah nobel komitesi arar. murakami ödülü kazanacağı heyecanıyla telefonu açar. telefondaki ses “murakami bey rahatsız ediyoruz kusura bakmayın sizde kazuo ishiguro’nun telefon numarası var mı?” der.

    tanım: edebi alanda yazarlar veya eserler hakkında çıkmış olan dedikodular.
  • bu başlıktaki dedikoduları okumaya bayılıyorum. sevdiğimiz yazarların, şairlerin hikayeleri ne tür olursa olsun çok ilgi çekici. tamam bu aralar epey dedikoducu oldum çıktım ama kim sevmez ki dedikoduyu? ne demişler bir dedikodu bir kilo pirzola :)*

    bedri rahmi eyüboğlu

    eren hanım'la evliyken öğrencisi mari'ye âşık olur. en güzel şiirlerini, "karadutum, çatal karam, çingenem" dediği mari için yazar, en güzel resimlerini yine onun için çizer. mari tüberkülozdan ölünce teselliyi eren hanım'ın kollarında bulur bedri rahmi.

    neyzen tevfik

    neyzen'e dair hikâye de, söylenti de çok. en bilinenlerden birini yazalım. neyzen bir daha içkiyi ağzına koymayacağına dair yemin eder ama dayanamaz tabii. midesine bir hortum uzatır ve içkiyi ağzına değdirmeden mideye indirir.

    sait faik abasıyanık

    psikanalitik okumalarla da rahatça görülebileceği gibi, genç erkeklere düşkündür. "ipekli mendil" mesela. bir de çabuk küsen, huysuz bir adam. annesiyle yaşıyor. "semaver"de anneye olan düşkünlüğü de okunabilir. kitaplarının gelirini darüşşafaka'ya bağışlaması bile gönlümde taht kurma nedeni olabilir.

    sezai karakoç

    "mona roza" şiirini elli yıldan uzun süre yayınlamamasına rağmen türk edebiyatının en bilinen ve sevilen şiirlerindendir "mona roza". şiirin beşliklerinin ilk harfleri birleştirildiğinde "muazzez akkayam" akrostişi çıkar ortaya. şairin dile gelen, ele gelmeyen büyük aşkı muazzez akkaya, iddia edildiği gibi intihar etmemiştir. muazzez hanım bir banka reklamında oynamış sonrasında. meraklısı araştırabilir.

    can yücel

    milli eğitim bakanı hasan ali yücel'in oğlu. arkadaşıyla birlikte paralarını biriktirip eğitim için yurt dışına gitmek istiyorlar. hasan ali yücel, oğluna ayrıcalık yaptığı düşünülür diye göndermiyor can yücel'i. arkadaşı giderken can yücel biriktirdiği parasını ona veriyor. gazi yaşargil, cerrah olarak dönüyor yurda. can yücel, şair kalıyor. (bu maddeyle ilgili çok uyarı geldi. haklı uyarılar, düzeltelim yine de. gönderilen bir bağlantıyı eklemekte fayda var: http://t24.com.tr/…sargilden-tarihi-duzeltme,207529 )
    can yücel de arkadaşı gazi yaşargil'in onu ingiltere'ye gitme konusunda ikna etmesiyle cambridge'de latince ve yunanca okumuştur. yani ikisi de burs almadan ailelerinin imkanlarıyla okumuşlar.

    hasan ali toptaş

    bir imza gününde kendisini çalıştığım kuruma davet ettim. "ben büyük salonlardan, büyük masalardan, kalabalıklardan korkuyorum, ne olur kusura bakmayın." dedi. gözlerinde o korku vardı, evet. romanlarını nasıl yazdığını o anda anladım. bir de geçen gün, "feraye" türküsünü eşinin de kendisinin de çok sevdiğini, bu nedenle kızına feraye adını verdiğini öğrendim.''

    oğuz atay

    tutunamayanlara düzdüğü övgüye rağmen, tam bir tutunandır.

    yusuf atılgan

    asıl tutunamayan odur işte. edebiyat fakültesi mezunu az sayıdaki edebiyatçıdan biri kendisi. modern hayat ona ağır geliyor. köyüne gidip orada yaşıyor bir zaman.

    ahmet mithat efendi

    "yazı makinesi" olarak bilinir. akşama kadar çalışıp, yazılarını yazıp gece de evinin altına kurduğu matbaayla eserlerini basıyormuş. biraz kaba saba bir adam. "ben popüler bir yazarım." diyor. haklı. bir de, mithat paşa'yla arası pek iyi. "mithat" adını kendisine mithat paşa vermiş.

    asaf halet çelebi

    budizmle pek ilgili. yan gelip yatmayı da çok seviyor. "saatleri ayarlama enstitüsü"nün "yangeldi asaf bey"inin asaf halet olduğu söylenir. tekkelerde, tarikatlarda büyümesine rağmen şiirlerini sosyalistler basıyor ama onlar da sırf kendisiyle alay etmek için yapıyorlar bunu. yaşadığı dönemde kimseye yaranamamış, böyle bir derdi de hiç olmamış zaten. fahrünnisa zeyd, onu köşkünde sık sık misafir edermiş. nedeni, asaf bey'in resim merakı. otoportresi bile var. resme olduğu kadar müziğe de meraklı. besteleri varmış mesela. akşamları yalılarda, köşklerde misafir, gündüzleri kütüphane memuru. sokakta dolaşırken gömleğinin göğüs cebinde küçük bir vazo ve içinde birkaç canlı çiçek taşıyan kütüphane memuru.

    ahmet hamdi tanpınar

    bana sorarsanız, türk edebiyatının en başarılı ismidir kendisi. üniversitede ders verebilmesi için kendisine profesör unvanı verilmiş diye biliyorum. prof. dr. değildir yani. yahya kemal'le aralarında oidipal bir ilişki var. şiirin kendisiyle son bulduğunu söyleyen yahya kemal, tanpınar'ın şiire çok yönelmemesinin asıl nedeni. biraz saygıdan, biraz da gerçekten onu aşamayacağı korkusundan belki. yaşadığı dönemde pek itibar görmemiş. "kırtıpil hamdi" diyorlarmış ona.

    yahya kemal beyatlı

    her ne kadar kendisini son büyük türk şairi olarak görse de kendine ait olmadığı herkesçe bilinen dizeler var. "bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir" bunlardan biri. yine de bir tek sözcük için yıllarca beklettiği şiirleri olduğu söylenir. bir de istanbul'un zengin ailelerine misafir olup aylarca yalılarda, köşklerde yaşadığı rivayet edilir. bir ara yapı ve kredi bankası'nda edebiyat ve kültür danışmanı olarak çalışmış. bankanın y.k.b. antetli kâğıtlarını kullanırmış. kitapları ölümünden sonra basıldığı için, yaşarken kendisine "kitapsız şair" derlermiş.

    tevfik fikret

    dinlerin insanları birbirine düşürdüğünü düşündüğü için dinlere karşıdır. gelecek aydınlık nesli, oğlu haluk kişiliğinde idealize etmiştir. oysa haluk, yurt dışında papaz olmayı tercih eder. cemil meriç, "su alan gemi" yazısında, "haluk bir cins ismidir artık. tarihten kaçanların ismi." diye yazacaktır.

    cemil meriç

    görme sorunu ilerleyen yaşlarında iyice artınca gözlerini (biraz da çok okuduğundan) tamamen kaybeder. kendisine artık bir yardımcı gerekmektedir. cemil meriç biraz çapkınlık yapar ve o yardımcısı, daha sonra eşi olur. bir de, kütüphanesinde kitapların her birinin yerini ezbere bildiği söylenir. bir kitabı istediğinde rafını, sırasını ve kitabın sayfasını söylemesi yeterliymiş. belki hanımı yormak istemediğindendir, kim bilir? ne de olsa "aşk imiş her ne var âlemde / ilm bir kîl u kâl imiş ancak".

    nazım hikmet

    hocası yahya kemal'in, nazım'ın annesine olan aşkı biliniyor. nazım'ın "mavi gözlü dev, minnacık kadın ve hanımelleri" nde bahsettiği minnacık kadın, ilk eşi nüzhet berkin'miş. ben yanlış biliyormuşum. münevver ise aynı zamanda dayısının kızı. tanıştıklarında münevver bir ressamla evli. sonra aşk. herkes piraye'yi sever, ben münevver'i. güneş karabuda, "indim zaman bahçesine" kitabında münevver'i anlatır, güzeldir.

    sabahattin ali

    fazlaca çapkın. hem de küçük yaştaki öğrencilerini ayartacak kadar... pusuya düşürüldüğünü bilmeyen yoktur.

    abdülhak hamit tarhan

    eşi fatma hanım'ın ölümünden sonra "eyvah ne yer ne yâr kaldı / gönlüm dolu ah u zar kaldı" diye başlayan "makber"i yazıyor. kısa bir süre sonra ingiliz bir kadına âşık oluyor ama onunla evlenemiyor. birkaç yıl sonra bayan nelly'yle evleniyor. o rahatsızlanınca florence ashly ile aşk yaşamaya başlıyor. nelly'nin ölümünden sonra cemile hanım'la evleniyor. bu evlilik yirmi gün sürüyor. son evliliğini bayan lucienne'le yapıyor. evlendiklerinde hamit altmış, lucienne on sekiz yaşındaymış. belki böyle bir aşk hayatı onu "şair-i azam" yapmıştır, kim bilir?

    mehmet akif ersoy

    asıl mesleği veterinerlik. kendisini küçümsemek için "siz baytardınız değil mi?" diye soran birine, "evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?" diye cevap vermiş.

    tomris uyar

    turgut uyar'ın eşi, cemal süreya'nın eski sevgilisi, edip cansever'in daimi sevgilisidir. edip cansever, tomris uyar'a her doğum gününde bir şiir yazarmış. ''yaş değiştirme törenine yetişen öyle bir şiir'' bunlardan sadece biri. bir de, turgut uyar'dan dayak yediği rivayet edilir. cumhuriyet meyhanesi'nde bir edebiyatçı masasında duymuştum bunu.

    orhan veli kanık

    "çok sevdiğim salatayı bile aramaz mı olacaktım / ben böyle mi olacaktım" dediğine bakmayın. salata sevmiyor. bir de, adını gizlediği pek muteber sevgilisinin erol güney'in baldızı bella olduğu söyleniyor. bu konuda rivâyet muhtelif. bu gizlenen ismin nahit hanım olduğuna dair yorumlar da var. bunu bir tek ohan veli, bir de allah biliyor.

    recaizade mahmut ekrem

    onunki acıklı bir hikâye. üç çocuğunu kaybetmiş. "pejmürde" ve "ah nijad" kitaplarını çocuklarının ölümü üzerine yazmış. romanda realist, şiirde romantik olma nedeni bu.

    halid ziya uşaklıgil

    onun da "bir acı hikâye"si var. bu kitabı, oğlunun ölümü üzerine yazmış. anılarını anlatıyor. yaşadığı dönemde dili ağırlaştırmak gibi bir derdi olsa da sonradan pişman oluyor ve kitaplarını sadeleştirmeye çalışıyor ama ömrü vefa etmiyor.

    ümit yaşar oğuzcan

    intihara meyilli, melankolik bir adam. intihar girişimlerinin sayısı bilinmiyor. biraz da çapkın. oğlu vedat'ın kız arkadaşına âşık oluyor. sonra vedat kendini galata kulesi'nden atıyor. avucundaki kâğıtta, "intihar öyle edilmez, böyle edilir." yazdığı rivâyet edilir.

    necip fazıl kısakürek

    iyi bir şair olduğunu kimse inkar etmesin. önceleri sosyalist. paris'te şaraplar su gibi akıyor. sonra yön değiştiriyor üstat. keşke içten olduğuna inanabilsem. menderes'e, hükümeti dergisinde övebileceğini söylüyor ama bunun karşılığında örtülü ödenekten yardım alıp alamayacağını da soran mektupları var. alıyor nitekim. yineleyelim: çok iyi bir şairdir.

    beşir fuat

    ilk türk materyalisti diye biliniyor. otuz beş yaşında bileklerini kesip intihar ediyor. bilinci kapanana kadar da yaşadıklarını yazıyor. intiharının nedenine gelince... baldızıyla yaşadığı yasak aşk.

    attila ilhan

    evlenmeye karar vermeden önce eş adayına "benden üç şey isteme: araba, akrabalık ilişkileri, çocuk." der. on yıllık evliliğin sonunda eşi çocuk isteyince ayrılırlar. "üçüncü şahsın şiiri"ni kendisini bırakıp bırakıp fikret hakan'a giden kız kardeşi çolpan ilhan için yazmış. "ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın" dediği pia ise, afişlerini gördüğü "pakistan ınternational airlines"ın kısaltmasıdır. "sen benim hiçbir şeyimsin" dediği kadınsa aylarca telefonda konuştuğu bir sestir sadece. kitaplarının sonundaki "meraklısına notlar" bölümleri okunabilir.

    ahmed arif

    kime âşık olduğunu bilmeyen kalmadı, geçelim. bizi ilgilendiren, "okyanusun en ıssız dalgasına düşmüş bir kibrit çöpü". türkiye'nin nato'ya gireceği dönemde buna karşı çıkanlardan biri ahmed arif. alınıyor, götürülüyor, sansaryan han'da günlerce işkence görüyor. günleri ve geceleri bilmesinin yolu yok. hücrede bir kibrit çöpü buluyor ve bu kibrit çöpüyle duvara çentik atmaya başlıyor. çıktığında çentikleri sayıyor. yirmi sekiz. hasretinden prangalar eskittiği sevgilisini bu kibrit çöpüne anlatıyor işte. "düştü nazlı filintası aklına" derken de kendi oğlu "filinta" aklına düşüyor olsa gerek. sonra kimse çıkıp da ahmed'ime küfürbaz demesin.

    ahmet haşim

    kendini öyle çirkin bulurmuş ki gündüzleri değil akşam karanlığında dışarı çıkarmış. şiirlerinde çoğunlukla karanlık, kızıllık imgelerinin bulunma nedeni biraz da bu galiba. bir de, ünlü "merdiven" şiiri için hayatın sembolüdür diyenlere pek katılmıyor. bir akşamüstü eteklerinde kurumuş yapraklar dolu bir kadının merdivenlerden çıktığını görüp de yazmış şiiri. tabii aslolan, şiirin bize söylediği.

    nedim

    sadece güzel kadınlara değil, güzel erkeklere de meyilli. aşık paşa'da da benzer eğilimler görülür.

    ece ayhan

    en sevgililerimden biri o. genç erkeklere düşkün. yurtsuz bir adam. çok kişi sırt çevirmiş ona ama seveni de çok. ona evini açan nilgün en başta. ömrünün son dönemlerini bir huzurevinde geçiriyor. devlet memurluğuyla geçiniyor, istediği gibi yaşıyor, yaşadığı gibi ölüyor.

    tezer özlü

    üçüncü eşi hans'la evlenme nedeni, hans'ı ilk gördüğünde üzerindeki deri ceketin rengi. o renk ceket giyen bir adamla evlenebileceğini düşünüyor. iyi de yapıyor. ilk eşi, adalet ağaoğlu'nun kardeşi, paris sevdalısı güner sümer. ikinci eşi ve deniz'inin babası, yönetmen erden kıral. erden kıral, "hakkari'de bir mevsim"de tezer'e de küçük bir rol veriyor. filmin başında kenarda ip atlayan kişi tezer'dir. oğuz atay'ın dişisi sıfatını ben pek yakıştıramıyorum, yalan olmasın. tezer yaşadığını, oğuz yaşamadığını yazar çünkü.

    cemal süreya

    son dönemlerinde çok eziyetli biri olmuş. "kadıköy'ün kürdü memo" diye sevdiği oğlu da dayanamamış, dövmüş babasını. başını çarptığı ve öyle öldüğü söylenir. çok söylenir hem de.

    fuzuli

    kendisine vaat edilen maaşı alamadığı için "selam verdim, rüşvet değildir deyü almadılar." dizesinin de bulunduğu "şikâyetname"yi yazar. dönemi hakkında önemli bir bilgidir ama beni asıl ilgilendiren, bağdatlı ruhi ile olan atışmaları. bir gün ruhi ve fuzuli karşılaşırlar. bu arada yoldan bir köpek geçmektedir. ruhi, "bu it ne gezer burda fuzuli?" diye sorar. fuzuli'ye köpek demek ister yani. fuzuli cevap verir: "vur tekmeyi, çıksın kıçından ruhi."

    şeyhi

    kendisine vaat edilen köye gittiğinde köylülerden bir güzel dayak yer. "harname", bu dayağın alegorik hikâyesidir. "bâtıl isteyü hakdan ayrıldım / boynuz umdum kulakdan ayrıldım" diyen eşeğimiz, aslında şeyhi'nin kendisidir.

    nedim

    sadece güzel kadınlara değil, güzel erkeklere de meyilli. âşık paşa'da da benzer eğilimler görülür. ikisi de candır.

    nef'i

    övdüğünü göklere çıkarıp yerdiğini yerin dibine batıran bir şair. "vezin tutsun, babamı bile hicvederim." diyen bir yergi ustası. ıv. murat'a bir daha hiciv yazmayacağına dair söz verir ancak sözünü tutamaz. cezası belli. sarayburnu'ndan denize atılır. kanımca, boğaz'ın sularında yüzmektedir hâlâ.

    hoca dehhani

    hoca olduğuna aldanılmasın, dinle pek ilişkisi yok. varsa yoksa beşerî aşk.

    kaynak: onedio*
  • bugün debe'de kaynağı onedio olarak gösterilen bir dedikoduya göre (bkz: #100208163) mehmet akif ersoy'un asıl mesleği veterinerlikmiş. kendisini küçümsemek için "siz baytardınız değil mi?" diye soran birine, "evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?" diye cevap vermişmiş.

    ben de istiklal marşı'nı bu şairin yazdığı ile ilgili bir dedikodu duymuştum bir yerlerde, netleştirirsem editlerim.
  • meyve veren ağaç taşlanırmış. 41 yıllık ömrüne 3 roman, 5 öykü kitabı, birçok siyasi yazı, bir şiir kitabı sığdıran sabahattin ali, olumlu da, olumsuz da anılmakta...
    bir arkadaşımız entrisinde samet ağaoğlu'nun anlatımıyla onu dedikoducu olarak anlatmış. sabahattin, yazdıklarına da bakarsak, açık sözlü, sivri dilli bir insan... bence samet ağaoğlu'yla sabahattin'in frekansları uymamış.
    benim için sabahattin ali, sabah yıldızıdır. o, çok duygusal, duygusal olduğu için de ayran gönüllü bir insandı. bir arkadaşımızın yazdığı gibi çapkın değil... samimi kız arkadaşlarının hemen hepsine âşık olmuş ve reddedilmişti. melahat, ayşe, âşık olup reddedildiği arkadaşlarıydı. bir öğrencisine de âşık olmuş, açılınca soğuk karşılanmıştı. onun en büyük aşkı, yine reddedildiği nahit hanım'dır. nahit, sabahattin'in mektubunu açmadan geri yollamıştı. nahit, orhan veli'nin sevgilisi oldu sonradan...
    onu en iyi anlayan, evlenme teklifini reddeden ayşe'ydi. ayşe aslında sabahattin'i sevmiş, ama onun deli fişekliği yüzünden sonunun olmayacağını görmüştü. evli olduğu zaman bile onun mektuplarını saklamış, sonra kitap olarak yayınlatmıştır.
    sabahattin, aşkına sadece sonradan eşi olan aliye'den karşılık gördü. bu karşılık onu o kadar mutlu etmişti ki coşku dolu mektuplar yazdı aliye'ye... ama evlenip aile kurduktan sonra hiperaktifliği yüzünden yerinde duramayıp sık sık istanbul'a gidip siyasi dergi çıkardı. açık sözlülüğünün, hiperaktifliğinin sonunda ömrü kısa olsa da, öykücülüğümüzde olay öykücülüğünün öncüsü oldu.
  • nazım hikmet’in rus eşi vera tulyakova’nın aslında rus istihbaratı tarafından nazım’ı kontrol edebilmek amacıyla hayatına sokulduğu, nazım’a gerçekten aşık olan kişinin ise, moskova’da bir dönem hastanede yatarken tanıştığı galina adlı doktor sevgilisi olduğu söylenir. nazım, vera ile tanışınca yedi yıllık birlikteliğe son vererek galina’yı terk etmiş. galina bir doktor arkadaşına haber ileterek, kendisini terk eden ve kalbinden hasta olan nazım’a göz kulak olmasını rica etmiş. ayrıca nazım’a portakal ve kendi aldığı kazağı göndermiş. nazım’dan sonra hiç evlenmemiş, 2014’de, “nazım beni çağırıyor, ben gidiyorum” demiş ve kısa süre içinde ölmüş.
  • hayal dünyalarımıza taht kurmuş insanlar hakkında kulaktan kulağa yayılan, yayıldıkça değişen, değiştikçe sapıtan iddialardır. debe'ye bu gibi konularla girmek de bu insanların talihsizlikleri olsa gerek.

    (bkz: #100208163) burada bahsedildiği gibi can yücel, gazi yaşargil ve hasan âli yücel arasında yaşandığı iddia edilen, sözde "yok oğlum sen gitme torpil olmasın, gazi sen git cerrah ol" gibi lafların sarfedildiği olay gerçek değildir. gazi yaşargil 2012 senesinde bir toplantıda bu olayı bizzat düzeltmiştir.

    dedikodu çirkin bir iştir. kötü niyetle yapılmasa, hatta insan sevdiği biri hakkında yapsa bile çirkindir. toplumun altını kazır. yaşanmamış olayları anlatmaya ise dedikodu bile denmez, daha kötüdür.

    kaynak
    - http://www.milliyet.com.tr/…-burs-verilmedi-1561483
  • nazım hikmet; askeri okuldan kaçıp yahya kemal’i elinde silahla çatılarda kovalar.

    nazım hakkında; daha neler var neler de; onedio tanıtımı gibi entry girince bu kadar oluyor tabii.

    nazım’ı eleştirmek komunizmi eleştirmektir diyen diyalektik materyalistlerin olduğu bir ülkede onedio’ya sallamak da boş tabii. *

    can yücel; uydurma, yalan, üfürme olduğunu sağır sultan duydu. tarafların ikisi de yalanladı zamanında ama onedio doğru olmasını daha tıklanır buldu sanırım. insan yazıp sitesine koymadan bir check eder. hadi yazarı etmedi, editör de mi yok?

    sait faik; ne psikanalitik okuması allahasen? herkesin bildiği kulaktan kulağa yaşamında bile konuşulan ama konuşanlarca bile başka konuşanlara yalanlanan ya da ayıplanarak susturulmaya çalışılan bir şey.

    ahmet haşim; kendi kendine uydurduğu olmayan sevgilisinin ağzından mektuplar yazıp arkadaşlarına hava atmış ama dilini bir başkası gibi yapmayı akıl edememiş. onun yazdığı çok belliymiş. evinde ki tüm aynaları çirkin bulduğu kendi suretini görmemek için kaldırmış.

    ilhan; oktay akbal güncelerinde alain delon’un eşini bir tren yolculuğunda ayartıp seks yaptığını anlatacak kadar üfürükçü bir adam olduğunu ve daha bir çok saçmalığını ismini vermeden yazar. herkes bahsedilen kişinin o olduğunu bilir.

    oğuz atay; evet tam bir tutunandır ama esas dedikodu ailecek görüştükleri arkadaşının eşini ayartıp onunla yaşamaya başlamasıdır. onun da sevenleri bu olayı esnetip hatta çarpıtarak daha kabul edilebilir hale getirmeye çalışırlar.

    tanpınar; geçimsiz, kavgacı ve egolu bir adammış. çingene misali eline geçen bütün parayı lüks içinde yer sonra aç kalırmış. kavgacılığını fiziksel şiddet gösterecek kadar ileri götürürmüş.

    tevfik fikret; oğlunun hristiyan din adamlığı üzerinden başta islamcılar herkes sallamış, salladı, sallıyor. cemil meriç’le sınırlı değil.

    ekleme: o değil de bu onedio kuruluşunun üzerinden bir zaman geçtikten sonra imgur'un bir zamanların en yüksek karmalı türk'ü olan benim 3 postumu kaynak göstermeden anlam kaymalarına neden olan kötü çevirilerle olduğu gibi koydu ya içerikleri arasına. takip ediyorum fb ve ig'de ama gıcığım size onedio. telif paramı ateşleyin asl pls.*

    belki de hala en yüksek karmalı türk benimdir imgur'da, bakmadım ne zamandır. girmeyeli yıllar yıllar oldu ve diğer türk imgurianlarla aramızda uçurumlar hatta devasa uçurumlar vardı karma olarak.

    sarah arada bir mail atıp ''geri gel, seni kıracak bir şey mi oldu, ne yaptık''' der, geri davet eder ama sıkıldım oradan. biraz daha zaman geçsin özlersem belki dönerim.
  • dedikodu kötü ama okuması, öğrenmesi güzel değil mi?*
    bugün de yabancı yazarlar hakkında biraz yapalım mı?

    ''
    cesare pavese

    bir kadın düşmanı. yaşadığı kırık aşk hikayeleri onu kadınlara düşman eder. ama ben onu böyle de seviyorum. italya'nın en önemli edebiyat ödüllerinden birini aldıktan sonra yazacak hiçbir şeyi kalmadığını düşünüp roma otelinde çok sayıda uyku ilacı alarak intihar etmiştir. tezer özlü, "bir intiharın izinde"de onun intiharını takip eder.

    william shakespeare

    aslında böyle biri yok ama olabilir de diyorlar. belki kendisi christopher marlowe'dur kim bilir.

    virginia woolf

    "orlando" romanını kadın sevgilisi vita sackville-west'e ithaf eder. vita'nın oğlu bu roman için, "edebiyat dünyasının en uzun ve en eğlenceli aşk mektubudur" der. ceplerine doldurduğu taşlardan bahsetmeyeceğim.

    j. d. salinger

    yaklaşık yetmiş yaşındayken on sekiz yaşında bir kıza mektuplar yazmış. sigmund freud'un seksen yaşına yaklaştığı dönemde gencecik virginia'ya yazdıkları gibi... küskün bir adam. kitapları yasaklanınca bir daha hiçbir şey yayınlamıyor ve fotoğraf dahi vermiyor. yaşamının son yıllarında dışkısını duvarlara sürdüğünü söylemişti kızı. söylemese daha iyiydi galiba.

    lev tolstoy

    çocuklarını doğduklarında değil, büyüdüklerinde seven bir baba. ilerleyen yaşlarında eşine de çocuklarına da fazlaca yabancılaşır. kadın olsaydı ve dokuz çocukla baş etmek zorunda kalsaydı bu eserleri verebilir miydi diye düşündürür. is a pen a metaphorical penis sorusunu yeniden akla getirir.

    charles baudelaire

    annesiyle arasinda sıkıntılı bir ilişki var. bu ilişki duygusal ve cinsel hayatını etkiler. hayat kadınlarıyla beraber olmayı ve onlara kötü davranmayı sevdiği söyleniyor.

    fyodor mihailoviç dostoyevski

    sara hastası olduğunu bilmeyen yoktur ama pek dile getirilmeyen bir yönü de pedofil olduğu. romanlarında bu ayrıntı görülebilir. bir de cemil meriç'le benzeşen bir yönü var. romanlarını dikte ettirdiği genç kıza aşık olur ve onunla evlenir.

    albert camus

    tüm yazılarını, romanlarını ayakta yazarmış. sartre'la anlaşamama nedeni farklı felsefî görüşlerden çok, o çirkin simone de beauvoir sanırım. evet, kıskanıyorum.

    honore de balzac

    hep borçlu hep borçlu. borçlarını ödeyebilmek için sürekli yazıyor. bu yönüyle dostoyevski'ye de benziyor. kitapları "insanlik komedyası" adıyla toplanıyor. asıl dedikodu, aşk hayatında. on yedi yıl boyunca mektuplaştığı bir kontes var. kendisinden yirmi yaş büyük. on yedi yıl sonunda evleniyorlar. beş ay sonra balzac ölüyor. ben yorum yapmıyorum.

    franz kafka

    bir lokmayı yutmadan önce en az otuz iki kez çiğniyor. böylece hep zayıf ve sağlıklı kalacağına inanıyormuş. muz, kiraz, çilek gibi meyveleri yemeden önce de uzun uzun kokluyormuş. hayatı boyunca gölgesinden kurtulamadığı babasıyla aynı mezarda yatıyormuş. milena'yı yazmayacagim artık.

    miguel de cervantes

    bir türk düşmanı, "don quijote"de de bu açıkça görülür. nedeni, katıldığı bir savaşta türklere esir düşmesi ve sol elini kullanamaz duruma gelmesiymiş.

    anton çehov

    bir bakkalın oğlu. doktor. akıllı, geleceği görebilen biri. çarlık rusya'sının içinde bulunduğu çıkmazı en iyi o tahlil ediyor galiba. ama yazdığı dönemde başlarda kimse beğenmiyor onu. "martı", "üç kız kardeş" boş salonlara oynanıyor. oyunları iç karartıcı bulunuyor. dehası fark edilene kadar böyle. şöhret sonra geliyor.

    sylvia plath

    gizdökümcü sylvia'nın babasıyla arasında sorunlu bir ilişki var. tutku-nefret arasında gidip gelen bir ilişki. ted'le yaşadığı sorunların çoğu bu ilişkiyle bağlantılı. ted çapkın bir adam. o da tıpkı babası gibi sylvia'yı aldatıyor. sonra bilinen hikaye. elli iki yil önce bugün, çocuklarının başucuna konan bisküvi ve süt, yalıtılan mutfak kapısı, başını soktuğu fırın... benden küçükmüş öldüğünde.

    ingeborg bachmann

    hem edebiyat hem felsefe okumuş. bu nedenle aramızda daha farklı bir bağ var. paul celan'a deli gibi aşık. içiyor içiyor içiyor, sigarasını yakıyor, sızıp kalıyor ve yangın. ya da belki intihar. nasıl bitiyor malina? "cinayetti."

    "kendisi de sayısız insan tarafından anlatılmış sayısız hikayeden ibaret olan gerçeği kim bilebilir ki?" diyor barış bıçakçı, bizim büyük çaresizliğimiz'de.
    "bu dünyadaki hiçbir şey göründüğü ya da yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi." diyor. aramızdaki en kısa mesafe'de de...
    gerçekliği tabii ki sorgulanabilir olan bu söylentiler, belki sevgili yazarlarımızla aramızdaki mesafeyi en kısaya indirir diye yazıldı. aziz hatıralarına ya da iyi ki varlıklarına saygısızlık gibi algılanmamasını dilerim.''

    alıntı
  • mevlana gaydi. şems’e aşıktı, şems yanında kalsın diye üvey kızıyla evlendircekti. mevlanayı mevlana yapan şems’di. tanrı, peygamber aşkıyla yazdığını sandığınız eserlerin çoğu şems’e yazılmıştı.
hesabın var mı? giriş yap