137658 entry daha
  • adamın göz bebekleri titriyordu. kız kardeşini öldürmek zorunda bırakılmış aşiret çocuklarının elleri, yürekleri gibi titriyordu...
    beddualar bağırabilirdi,
    kafasını duvarlara vurarak ağlayabilirdi, ama sevilmiyor olmanın o tuhaf acısını dindiremezdi hiçbiri.
    sevilmiyor olmak; herkesten saklamaya çalıştığın yanık izin ile yalnız kaldığın an yüzleşmek gibidir.
    sevilmiyor olmak; tüm delillerin seni gösterdiği bir cinayeti inkâr etmek gibidir. sevilmiyor olmak; açlık gibidir.
    diş ağrısı gibi,
    doğum sancısı gibi...

    kendine bile itiraf edemediği yaşanmışlıkları vardı adamın, sevilmiyor olduğu öyle bir gerçekti ki, her yerde yapışıyordu yakasına.
    yine de sığınmaya çalışıyordu bin bir avuntuya.
    "beni burada unuttu," diyebiliyordu soranlara,
    sanki aklına geldiğinde dönüp alınacak bir eşyaymış gibi. bir bavul gibi, değersiz bir şey gibi hissediyordu.

    yastığının altında, içinde saklıyordu mutlu zaman fotoğraflarını. daha kötüsü kadının adı, yüzü, kokusu, sesi gözlerinden okunabilecek kadar hafızasındaydı. her şeyi unutuyordu, kendine evlat edindiği çiçekler susuzluktan çürümüştü çoktan. saçları karışmış, bulaşıkları birikmiş, küllükleri taşmıştı. en son hangi kitabı okuduğunu, çarşaflarını ne zaman değiştirdiğini, günlerini, mevsimlerini unutmuştu. perdelerini açmayı evinin, yemek yemeyi çoğu kez. yaşadığını unutmuştu!
    bi' o çok sevdiği kadını unutmamıştı,
    bir de hiç sevilmediğini...
    kadının kapısına dayanıp, karşısına çıkabilirdi.içindeki dik yokuşlu çıkmaz sokaklarından bahsedebilirdi ama sevilmiyor olmanın yangınından çıkarmazdı hiçbiri.

    sevilmiyor olmak; ömür boyu peşini bırakmayacak kuduz köpek gibidir. bıraktığını sandığın anlar olacaktır, bir şiir okurken, bir şarkı dinlerken, izlerken bir bankta denizi, hatta bir gece yarısı durup dururken yakalar, paramparça eder seni.
  • günde 5 kere gülüyorsam 4'ü sinirden. nasıl bir döneme geldik böyle arkadaş.
  • mevsimi denk getiremediğim için incecik giyindim bugün.
    sabahtan beri o kadar üşüyorum ki az önce battaniye verilince mutluluğuma engel olamadım.
    battaniyeyi suratıma çekip kıs kıs güldüm sevinçten.

    edit: imla
  • ingilizce yeterlilik sınavında "gittiğiniz en güzel yeri anlatınız" sorusunda şükrü saraçoğlu stadı'nı anlatan bir öğrencim var. sınavdan istediği yeterliliği alamamasını kağıdı değerlendirenin galatasaraylı olma ihtimaline bağlıyor.
  • hayat cidden çok tuhaf. neredeyse daha düne kadar berbat giden hayatımdan bugün aşırı memnunum. işin bir diğer tuhaf yanı, ben memnun olunca hayat daha da bir kolaylık sağlamaya başladı sanki bana.

    beni öldürmeyen şey önce süründürüyor, sonra güçlendiriyormuş. sürünme evresi olmadan güçlenme de olmazmış yani. o zaman ne diyoruz, yaşasın sürünmek.
  • terzi kendi söküğünü dikemez derler ya, bu söz tam da benim için söylenmiş.
  • uyuyamiyorum, uyanmak da istemiyorum. bu gercegin sabah tekrar yüzüme vuracak olmasindan da çok korkuyorum.
  • bir tencere pilav yaptım. nohutlu ve tavuklu hem de. baya da güzel oldu lan. yaptığım yemekler beğenilirdi ama ben tatmin olmazdım genelde ama bu ustalık eserim. işin ironiği benden başka kimse yemediği için beğenilme ihtiyacımı buraya yazarak gidermeye çalışıyorum. entrymi beğenin bari çok yalnızım lan :)
  • bir sonraki yarın yataktan kalkıp güne başlamamın tek sebebi, o gün neler olacağını merak etmem. acaba bugün başıma neler gelecek? neyle mücadele etmek zorunda kalacağım? gün içinde ne kadar güleceğim, ne kadar canım sıkılacak? işten çıkıp eve dönerken bu sefer başka bir yol tercih edecek miyim mesela? kimi aramaya karar verip kimin telefonunu açmaya üşeneceğim? okuduğum kitabın kaçıncı sayfasına kadar gelebileceğim, az mı yoksa çok mu kahve içeceğim...

    tahminlerimi, beklentilerimi bir kenara bırakıp neleri olduğu gibi kabullenmem gerekecek?
  • kutular dolusu mücevherat sahibiyim. değerli şeyler değiller, imitasyon yığını bir koleksiyon, yine de iyi görünen parçalar. minik kutulara bölünmüş durumdalar.
    gülünç kısmı, takı toka takan biri değilim. kokoş hiç değilim. pek çoğu nereden geldi hatırlamıyorum bile.
    aynı şekilde birçok makyaj malzemesi sahibiyim. onlar da minik çantalara bölünmüş durumdalar. makyaj yapan biri değilim. süslü biri değilim. kurumsal bir pelinsu olduğum zamanlar makyaj yapar veya takı toka takardım ama kurumsaldan kurtulalı da epey oldu.
    kutu kutu ojem var. komşuluk ilişkilerimin iyi olduğu bir yerde otururken kızlarla pijama partisi yapar ve ojelerin birini çıkarır diğerini sürerdik.
    sanırım 2 senedir oje sürmüyorum. muhtemelen ojelikten çıkmışlardır.
    geçen sene çuvallarla şık kıyafetimi ihtiyaç sahiplerine bağışladım. sonra dolap uygulamasında eski kıyafetlerini satarak, 20 bin üstü para kazanan bir kadının reklamına denk geldim. o an kafamı koparmak istedim. insanı zorla tüccar yapıyorlar. o ana kadar aldığım sevap point ile gayet mutluydum.
    bir kadını albenili yapan saçı, kıyafeti, makyajı veya ojesi değil, teninin altında kendisini mutlu ve tam hissetmesiymiş. bütün havasını değiştiren ve duruşuna letafet katan buymuş. bunu öğrendim.

    hayatımın hiçbir safhasında süslü biri değildim, şatafatlı giyinen biri olmadım, sadelik ekolünden gittim, bu kadar çok mücevher ve makyaj malzemesi harbi nerden geldi?
    takıp takıştırmak bana yakışmıyor bile. sadelik iyi. çilek, kivi ve ananasın beyaz kremalı bir zeminde birbirine girdigi meyveli pasta gibi degil, düz bir tiramisu gibi görünmek daha iyi.

    bazı şeyler çok mistik, çorapları yıkadıktan sonra banko çiftleriyle çekmeceye koyuyorum fakat siyah -bileksiz çoraba her ihtiyacım olduğunda, çekmecede kesinlikle teki oluyor, diğeri kayıp. tekli tekli bakıyor bana öyle. işe yarar minik siyah çorapların bir kere giyilmelik ömrü var. çekmecede asla çiftli bekliyor olmuyorlar. bir keresinde tekini kaybettiğim çorabım yazlıktaki dolaptan çıkmıştı, orada nasıl kaldığına kafa yormaktan beynim yandı çünkü ben o çorabı yazlıkta giymemistim bile, cantamdan çıkmamıştı. ama teki gemiden ayrılmayı başarmış. eşyanın ruhu muhakkak var, hiç olmazsa çorapların kesin var.
    makyaj malzemesi ve mücevherat için de aynı şeyi söyleyebilirim. eşeyli ürüyor gibiler. bir de yığınla tekli küpe var, milyon yılda bir küpe takmış olan halimle diğer teklerini nasıl kaybedebildim?

    mistik deyince çağrışım yaptı, konuyu biraz saptıracağım da belirli bir yaşa gelmiş ve halen holigan dindar olabilen bir insanla karşılaştığımda, inanılmaz bir acıma hissediyorum.

    takı oje ve makyajdan dine nasıl geldik, zorlasam iki konuyu bağdaştırırım ama bu gece sadece biraz kafam karışık. daha fazla çorba yapmadan peep show izlemeye devam edeyim.
136116 entry daha
hesabın var mı? giriş yap