• efordan farkı, pozitif anlamda yaratıcılığıdır, üretken oluşudur. bir insanı katletmek için harcanan zaman, güç ve enerjiye efor dersin, çaba dersin, uğraş dersin ama emek demezsin. marksist teoride de emeğin karşılığı budur. insanın doğayla ve insanla olan aktif, yaratıcı, ilerici, dönüştürücü ve üretken ilişkisini kapsayan sürecin adıdır emek. "tüm ormanları yaktım ve yerine bina diktim, toplama kampları inşa ettim, -50 derecede polonya'da yahudi kestim, otele benzin taşıyıp yazar ve şair yaktım. bir sürü emek var bunda, eşek gibi çalıştım didindim ulan" demek bu yüzden anlamsız. çünkü ne dedik; emek, insanın insan ve doğa ile olan "yaratıcı, ilerici ve üretken" ilişkisinin ismidir. bu ayrım önemli. her ter gördüğünüzde elde peçete ile koşmayın, önce sorun "niye terledin?" deyu.
  • diyalektik materyalist felsefede insanin dogayla iliskisini kuran, insani insan yapan surectir.

    insanoglu yeryuzune ayakbastigi anda dogayla belirli ve kacinilmaz bir iliskiye girer. hayatta kalmak icin ya toplayacak, ya avlanacak ya da dogayi daha buyuk capta donusturerek hayvan evcillestirip tarimsal aktivitede bulunacaktir. bu ekonomik aktivitelere girmeden hayatta kalmasi mumkun degildir. bu anlamda insan emek uzerinden hayatta kalma bicimlerini uretir. sadece bununla da sinirli kalmaz. emek zorunlu olarak hammadesini dogadan alir onu donusturur ve kullanim degeri olusturur. bu surec icerisinde hem kullanim degerini, hem kendisini, hem de dogayi uretir. bu su demektir ki insanin nasil bir insan olacagini emek sureci belirler.

    avci-toplayici toplumlarin genelde esitlikci yapida olmalarinin sebebi dogayla girdikleri belirli bir iliski yuzundendir. onu buyuk capta donusturmez, sadece ondan besin toplarlar. bu anlamda emekle arti deger uretmezler, dolayisiyla zenginlik birikimi ya yoktur, ya da cok sinirlidir. bu belirli emek surecinin sonunda genelde, kollektif olarak toplayan veya avlanan insan gruplari, bu surecin meyvelerini de kollektif olarak tuketirler.

    gelgelelim arti deger uretiminin mumkun oldugu tarim toplumuna 12000 sene evvel gecmemizle beraber bu defa dogayla farkli bir iliskiye girilir. insan bu kez dogayi daha genis capta donusturmeye baslar. besin kaynagini kendisinin uretmesiyle beraber, arti-deger uretimi mumkun olmus, bu arti degerin kullanilis bicimi de degisik toplumsal yapilara yol vermistir. bahse konu olan donusum de tamamen emek uzerinden gerceklesir. ornegin insan ozel mulkiyeti sivri zakasinda aniden beliren bir ampulle degil, tarimsal uretim biciminin icinde belirli bir zorunluluk sonucu akil etmistir. toprak islenecekse, belirli bir surecte ona "bakmayi" da gerektirir, dolayisiyla insan surekli dolanmak yerine kicini koymayi daha uygun bulmustur.

    emegin diyalektik materyalist felsefede anahtar oneme sahip olmasinin temeli de budur. emek sosyal bir kavramdir ve bir surece tekabul eder. bu surecte insan nasil bir insan olacagini, ve nasil bir dogada yasayacagini belirler.

    antropolojik bir ornek vermek gerekirse, insan emegiyle hayvani avlar, besinini ureterek hayatta kalir, yine emegiyle postundan giysi ureterek kendisini soguktan korur. bu uzun surecin sonuna bakildiginda insanin vucut tuylerinin buyuk kismini ardinda biraktigi gorulur. insan artik ayni insan degildir, kendisini emegi uzerinden farkli bir bicimde uretmistir. dolayisiyla biyolojiye ve "insan dogasi"na atfedilen bir cok ozellik de emek surecinde sosyal olarak uretilmistir.

    peki insan emegiyle hayatta kalma bicimlerini, kendisini ve toplumsal yapisini uretirken doga el degmemis bicimde hayatina devam mi eder? iste burda doganin uretilmesi tezi devreye girer. emek sureci sadece insani toplumsal yapiyi ve hayatta kalma bicimlerini uretmekle kalmaz, dogayi da uretir. bu da kisaca su demektir ki, farkli uretim bicimleri ve iliskileri surec icerisinde dogayi da degisik bicimlerde uretirler. her ekonomik uretimin hammadesi dogadan gelmek zorunda oldugu icin her uretim dogayi icerir. ister agactan elma toplansin, ister genis capli tarim yapilsin, ister nukleer santral kurulsun, bu uretim bicimlerinin belirledigi emek surecinin sonunda doga artik ayni doga degildir, yeniden uretilmistir.

    (bkz: production of nature)

    marx'in derdinin imaninin emek olmasinin sebebi de budur.

    emek en basit anlamiyla dogayla kurulan insan iliskisinin mumkunluk kosulu ve zeminidir.
  • bir işin yapılması için harcanan güç. emeklerin hiç olması diye bir şey var ki, otur ağla. ağladım da zaten.

    geçtiğimiz hafta boyunca, 84 sayfa, 4452 kalem ürünün tek tek fiyatlandırmasını yaptım. önce gelen zamlar sonucu maliyetlerini hesapladım, üstüne piyasadaki rakip firmaların zam oranlarını hesaplayıp yeni fiyat listesini hazırladım. bir haftamı aldı, oldukça yoğun emek harcadım.

    dün sabah bilgisayarımı bir açtım; hiçbiri yok. bilgisayar zamanda yolculuğa çıkmış ve 19 eylül tarihine dönmüş. hemen bilgisayarcıyı aradım, geldi aradı taradı bulamadı. sorunu da çözemedi, ne varsa; ödeme planları, grafikler, bütün çalışmalarım gitti. keşke flash belleğe yedek alsaydım, keşke bir yerlere yazsaydım, hiçbir şey kalmadı. emeklerin heba olması öyle kötü ki, oturup ağladım. şimdi yeniden başlayacağım herşeye.
  • şu 1 mayıs arifesinde bu konuda goygoy etmek ne kadar "usturuplu" bilmiyorum ama, dün bulaşık yıkarken resmen kafam açıldı, yazmak istedim.

    mükemmel bir ilişki için karşılıklı verilen emek diye bir başlık var, işte oradaki emekten bahsediyor ve diyorum ki, kimi zaman sadece bir fetiş unsurudur.

    gerçekten emek isteyen ilişkiler var evet. uzak mesafededir, aileleriniz sorun çkarıyordur, ne bileyim, çok ciddi maddi sıkıntılarınız vardır... madden ve manen ağır yükler sahibisinizdir ve birbirinize destek olmak için gerçekten çabalamanız gerekir. bu çok başka, çok saygın bir boyut.

    fakat, gayet normal, işinde gücünde, dünyanın "herkese" yaşattığı zorluklardan muzdarip insanlarsanız, ilişki için emek sarf etmeyin abicim. yazık günah. tamam aşıksın, çok seviyorsun, omuzları ya da göğüsleri seni senden alıyor, ama güzel kardeşim, gerçekten bu kadar zorlamayla olmalı mı bu iş? dünyanın bir dengesi var, bunu bozmak için sendeki bu azim nedir?

    iki yetişkinin bir arada olması gerçekten çok zor bir şey. "yetişkinleştikçe" (!) kaprisimiz artıyor, tercihlerimiz bireyselleşiyor, kendimizi bir bok sanmaya daha meyilli oluyoruz. sevgiliyle uyuşmak için de, bir sürü sabır, feragat, sıkıntı... ya kardeşim bırak işte, olmuyor. sen mango'da gezmek yerine maç izlemek, sen de ortalıktan çorap toplamak yerine alışveriş yapmak istiyorsun. böyle bu.

    sonra ayrılınıyor, vay efendim ben bu ilişki için bu kadar emek verdim... bok verdin afedersin, emek verdin de naptın, uzak yollara gidip sefil mi oldun? aç mı kaldın? ailenle mi papaz oldun? işten mi ayrıldın, evsahibinle mi takıştın, arkadaşlarınla mı küsüştün, naptın gerizekalının evladı? karşındaki insana sabredip onu sana uydurmaya çalışmak dışında, naptın?

    he noldu, aylar-yıllar boyunca adına "emek" dediğin "uydurma çabasından" gına geldi.

    - bu kadar sıkılıyorsan ayrıl bence.
    - ama ben bu ilişki için o kadar emek sarf ettim...

    geçen bi buluşmak için metrobüse bindiydi, onu diyor zaar.

    - üzülme bu kadar, ayrılmanız en doğrusuydu, başkasını bulursun.
    - ayrıldığımıza değil, emeklerime üzülüyorum.

    evet ya, o kadar market poşeti taşıdın, bari son bi verseydi kaltak...

    - sana verdiğim emeklere yazıklar olsun!

    gittiğimiz yerler için olan benzin parasını diyorsan hesabına aktarırım sorun değil.

    allah'ım, ilişki için sarf edilen emek kavramını duydukça cinlerim atıyor. emekmiş.
    emek (!) sarf etmeden, hayatınızın doğal akışında, aynen olduğunuz halinizleyken de birlikte olabiliyor musunuz siz, ona bakın.

    ne sevgilinden senin için bir şeyler yapmasını bekle, ne de sen kendi hayatının olağan akışını boz. sizin uyuşacağınız varsa zaten olur o iş.
    hatta en güzeli o zaman olur. "o istiyor" diye değil, sen onun mutlu olacağını ve bunun da seni mutlu edeceğini biliyorsun diye yap. ama sonunda da "ben o gün senin için dolma doldurduydum, emeğime yazık" deme. çünkü sen de yedin o dolmadan.

    ben mesela, sevgilim için muhtemelen hiç emek sarf etmiyorum.
    çünkü gerek yok. adam kendi kendine çok da güzel seviliyor.

    kalpkalpkalp

    (aynı şeyi blog'da da yazdım, aha o da şu: http://yazmazsaolecek.blogspot.com/…n-ne-yaptn.html)
  • emek türkçenin en eski kelimelerinden biri. zahmet, eziyet gibi olumsuzluk tonu yüksek bir anlam alanından günümüzün kıymetli emeğine geçişin cumhuriyet'in ilk yıllarında yapılmış bir hayra yorma olduğunu düşünüyordum. bu nedenle acaba osmanlıca karşılığı nedir diye düşündüm. zihnimde "çalışma" diye yer etmiş olan sa'yın emek anlamında da kullanıldığını (biraz geç de olsa) gördüm. her şey yerine oturmuştu. birileri labor-sa'y alanını öztürkçeleştirmek için zahmet, eziyet anlamına gelen emgek'i/emek'i çağırmıştı. ancak mesai ve sa'y'ın ortak kökü olan sa'â'ya ulaştığımda kelimenin yürümek, zahmetle ilerlemek, çaba göstermek anlamlarının yanı sıra emeklemek anlamına geldiğini de gördüm. insanın kendi kendine dolaşmasının ilk aşamasını ifade eden bir eylemden insanın belli bir nesneyi zahmetle işleyerek kendini dönüştürmesine geçişin iki ayrı dilde de paralellik arz etmesi ne hoş.

    bir başka hoşluk da hem labor'ın hem zahmet'in anlamlarından birinin "doğum sancısı" olmasında yatıyor.
  • dünyadaki en kutsal değer... o olmadan kazanılmaz, kazanılanın tadı olmaz...
  • hiçbir ortam ve kavramda asla karşılığını alamayacak olandır. emek sadece sermaye ile değil dünyadaki tüm somut ve soyut kavramlarla çelişmektedir.
  • insanın berbat bi yemeği sırf kendi pişirdi diye yemesidir. işbu entry de üç günde zor bitirdiğim pilakime gelsindir.
  • iyiliğin özünde buna değer vermek de var.
  • "bir sözle kuruldu dünya
    hep o sözü aradım ve buldum: emek"

    sennur sezer
hesabın var mı? giriş yap