9 entry daha
  • bir kere kurallarını kendimizin koymadığı oyunun ne olmadığını söylemekle başlamak gerek: ey insanlık, çok inandığınızın ve inanmak istediğinizin ve umduğunuzun ve irade ettiğinizi sandığınızın, yüceleştirdiğinizin aksine hayat, kurallarını kendimizin koyduğu bir oyun değildir. ve başlangıçtaki yorum sakatlığı da belki, hayatın kurallarını bizim koyduğumuz bir oyun olmasını dilemekle başlar. insanın "özgür" olma isteği o kadar abartılı ve yanlış bir yöne kanalize olmuş durumda ki, bu istek sadece anatomisinden kaynaklanan nedenlerle "koşmak" zorunda kalan, fizik kanunu gereği "yelesi rüzgarda salınan", neticede insanlığın hizmetine sunulmuş bir canlı olan "at"a özgürlük isnat edip, onun gibi "alabildiğine koşmak" istiyor.

    aidiyet hissi bazen yabancı olduğumuz hatta kimi zaman ilişecek bir oyuk bulamadığımız bir his bazılarımız için. bazıları der ki özgürlük, bunun getirisi ve en büyük hediyesi. muhalefet ediyorum: aidiyet bazen görmediğinedir. ve duymadığına. ama ilelebet hissettiğine. sadece ulaşmaya çalışmak ve bu yolda paralanmak aslında en keskin özgürlük mücadelesidir ve aslında en büyük özgürlük, koşulsuz teslimiyettir.

    insan, hayatın anlamlılığına o kadar kandırmış ki kendini, bütün kozlar elinde, tüm hakimiyet kendinde olsun istiyor: bu sebeple her kuralı kendisi belirlemek, işine geldiğinde (başkalarının hürriyetlerine göz kapatarak bazen) yıkmak, yeniden yapmak...

    kendinizi dünya içerisinde bir kural belirleyici olarak görürseniz, her zaman talepkar ve isyankar olursunuz. fakat kendi isyanınızı o çok gizemli pirinç tarlasında ararsanız, koşulsuz teslimiyetin tek özgürlük biçimi olduğuna biat edersiniz. kurallar, başa çıkamama kaygısı olan erk tarafından konulur. oysa koşulsuz teslim olduğunuz erk, sizinle başa çıkmayı değil, sizinle hemhal olmayı, bir olmayı, tekleşmeyi irade eder. en büyük demokrasi de işte budur.
9 entry daha
hesabın var mı? giriş yap