22 entry daha
  • tüm 'jim carrey külliyatında' denilebilir mi bilmem, ama adamın sanırım izlediğim en dramatik öğelerle bezeli komedi filmiydi bu, sıcaktı ayrıca.
    eternal sunshine 'daki abuk dramayı (kaderle alakası olmadığı halde ısrarla filmi kader kavramına yamamaya çalışan, oldukça yüzeysel izleyiciler!) yere göğe sığdıramayan bireyler için bu filmdeki drama biraz kompleks görünebilir, hatta üstüne basıla basıla durulmuş; terkedilme sonrasında; bir sahnede itiraf ettiği gibi; 'öfke dışında hiçbir şeyin yetişmediği karanlık ve sessiz dünya'sında veya 'nezaket duvarının arkasında tutuklu' bir şekilde, belki acı belki komik çift kişiliğe bölünmüş charlie baileygates / hank evans ve yine kendisi kadar dramatik bir karakter olan 'artık kimsenin fotoğrafını taşımayan-arkadaşlarının fotoğrafları gibi arkadaşlıkların da anlamının kalmadığını düşünen' hatunla (irene p. waters: renée zellweger) yakınlaşmaları ve uzaklaşmaları.

    film öylesi bir akıştaki, binbir mantık hatasına değinmek bile yersiz bence, aslında herhangi bir kurguyu mantık çerçevesinde inceleyip, sık elemek, o üzerinde sıkça durduğumuz sokratesçi sorgu ve ironisi çerçevesinde, pos bıyıklı filozofun çıldırma noktasına geldiği gibi; 'trajedisi ölmüş' günümüz insanına pek yapılabilir gelmekte, o kadar eleştiri getirmiş bulunduk madem; benzer bir yanılgıya ben düşmek istemiyorum; burada abukluklara değinmektense, abukluğun göbeğini bizlere sunan bu sıcak filmde işlenen officer charlie'nin darmadağın olmasına sebep olan 'nezaket duvarının arkasında, karanlıkta filizlenen' o ikinci nefret tohumunun üzerine konuşmak gerek, ya da adaşım jim'in bu karakterin altından nasıl kalktığının üzerine.

    aslında bruce almighty 'de sonunda, sevgilisi grace için ettiği dua da, bu filmde hank'le yüzleştiği sahneler de benzer bir jim carrey dramasını işaret ediyor, belki de çoktan oluşmuştur da ben üzerine yeni düşünüyorumdur. bir şekilde komedyenlerin dramasında -shakespeare trajedilerinde soytarinin islevi kategorisine de sokulabilir mi bilmem- daha bir sıcaklık daha bir etkileyicilik mevcut gibime geliyor. öyle olmasaydı zaten jim carrey 'nin hem etinden hem sütünden yararlanma amacı da burada göz çarpmazdı. adamın yeteneğini sergileyebilmesi için atlayıp zıplamasının, yüzünü binbir farklı şekle sokmasının, ve bunun sonucunda da o rolden bu role hep aynı şeylerin (soytarılık işte!) kendisinden bekletmesinin yanı sıra artık en kaba tabirle; romantik yapımlarda da bay carrey'in seyirciyi olabildiğince ağlatması isteniyor.

    woody allen 'dan hep o kentli nevrotiği ummamız gibi, harrison ford atlayıp zıplamadıkça adam yerine konmaması, robin williams 'dan ise, yer yer bilgece, güldürmesini istememiz gibi; belli bir jim carrey profili çizildi; köküne kadar kullanılsın adam. güldürsün, eğlendirsin, atlasın zıplasın, durulsun ağlatsın, düşündürsün de, ha unutmadan çocuklar da keyif alabilsin,, bunun sonucunda eğer biri eksik olmuşsa "berbat bir filmdi" diyebilelim. yine döndük dolaştık aynı konuya geldik; insana ait kurgu herşeye kadir gibi duruyor ama aslolan seyircilerin, bizlerin yani, topu topu iki saat sonunda çağımızın da bizi şarj ettiği gibi, o yüce ve akıl dolu rehberimizin (modern ve herşeyi sorguladığını sanan itki: yine bir aklıevvel çıkıp 'pek postmodernist ve karmaşık' bulacaktır bu tanımı.) aşılayabildiği kadarıyla "olmuş" ya da "olmamış" diyebilmesi.

    o halde bu dili konuşayım; "olmuş", hatta "officer charlie'nin evlatları, beyaz (michael bowman: whitey/casper) ve hatta renée zellweger hiç de boş değiller filmde."

    bir de küçük diyalogla kapatayım entiriyi, ha bu arada "izleyin".

    colonel partington: charlie, why didn't you take a vacation when layla left?
    charlie baileygates: why... why would i? wives leaves their husbands everyday in this country... it's no reason to short change the department... it's not like i had the flu!
33 entry daha
hesabın var mı? giriş yap