53 entry daha
  • bence doğru karardır.

    sanırım dünya tarihinde bu kadar yoğun bilgi kirliliğinin yaşandığı başka bir dönem olmamıştır. herkesin salgın hakkında bir fikri var ve herkes kendi düşüncesini mutlak doğru kabul ederek başkalarına empoze etmeye çabalıyor. ancak kimse yeterince okumadığı için konu hakkında çoğunlukla yanlış veya eksik sonuçlara ulaşıyor ve bence bu virüsün kendisinden çok daha tehlikeli.

    ilk olarak bu hastalık hakkında okuduklarınızın %90’ını twitter, facebook, instagram, whatsapp veya ekşisözlük oluşturuyorsa çok büyük olasılıkla işin aslı hakkında pek bir şey bilmiyorsunuz demektir. hele yabancı kaynak araştırmıyorsanız durumunuz çok daha kötü demektir. bir de “arkadaşımın arkadaşının amcası söylemişçiler” var ki onlara hiç girmek bile istemiyorum.

    peki “sen ne bok biliyorsun?” derseniz ben de kendimce bildiklerimi ve tahminlerimi paylaşayım. belki birilerinin daha derinden araştırmasına vesile olurum.

    en yanlış bilinenlerden başlayalım. herkes kendini risk altında hissediyor. ancak şu an için işin aslı eğer kronik bir hastalığınız yoksa ve 65 yaş altındaysanız bu hastalıktan ölme ihtimaliniz dikkate alınamayacak kadar azdır. şimdi bazılarınızın hemen gözünün önüne 30 yaşında 40 yaşında hiçbir hastalığı olmamasına rağmen ölen insanlarla ilgili haberler gelmiştir. dünya’da 8 milyara yakın insan yaşıyor ve isterseniz her türlü istatistiğe ters örnekler bulabilirsiniz. kendinizi de bu örneklerle bağdaştırarak strese sokabilirsiniz. kaldı ki “hiçbir hastalığı olmayan” ve “bilinen hiçbir hastalığı olmayan” tanımlamaları arasında çok ciddi bir fark vardır. ben bu korkuyu uçak korkusuna benzetiyorum. kaldırımda yürürken bile ölme ihtimaliniz, uçak kazasında ölme ihtimalinizden çok daha yüksektir ama kaldırımda yürüme korkusu olan bir insan pek görmeyiz çevremizde. çünkü bir yerde uçak kazası yaşandığında bütün dünyanın haberi olurken kaldırımda yürüken ölen birinin haberini duymazsınız. bu da aynı corona’da olduğu gibi riskleri yanlış hesaplamanıza neden olur.

    peki kronik bir rahatsızlığınız varsa veya 65 yaş üstündeyseniz ne kadar risk altındasınız ondan bahsedelim. bu noktada ne kadar risk taşıdığınız kronik hastalıklarınıza, yaşınıza, genel bağışıklık durumunuza, cinsiyetinize, genetiğinize ve hatta moralinize göre bile değişecektir. bu nedenle bu grubun içerisinde bu hastalığa yakalananlarda ölüm oranı şu anki verileri baz alırsak %5-15 aralığında değişmektedir. dikkate alınmayacak bir oran değil ancak bilmelisiniz ki bu gruptan hayatını kaybedecek bu %5-15 orandaki insanların yaşam beklentisi zaten çok düşüktür. bu nedenle her yıl gripten 500.000’den fazla insan ölüyor, bu nedenle dünyada yaşam beklentisi 75-80 yıl civarlarında... yani hastalık çok öldürücü olduğu için değil, basit hastalıklardan ölebilecek birçok insan olduğu için bu rakamları görüyoruz. bugün covid-19’dan kurtulması veya hiç yakalanmaması bu gruptaki kişilerin ömrüne ömür katmıyor. zaten bu gruptaki insanlar hayatlarına sürekli dikkat etmek durumundalar.

    gelelim bu hastalığı gripten daha tehlikeli yapan şeyin ne olduğuna. bulaşıcılık. bu hastalık tahmin ettiğinizden çok daha kolay ve hızlı bulaşıyor. 3 gün yüzeylerde yaşadığını tahmin ettikleri virüsün daha geçen günlerde 17 gün hayatta kaldığını keşfettiler. hastalığın nasıl bulaştığını bile doğru düzgün tam olarak bilmiyoruz. el yıkamak, maske takmak, 1m mesafe bırakmak bunların hepsi bir nebze işe yarıyor tabi ki ama olay bu kadar basit değil. bu nedenle artık çok net bir gerçeği kabul ettik. o da hangi önlemleri alırsak alalım who’nun açıklamasına göre hastalığın dünya nüfusunun %50-70’ine bulaşacağıdır. bundan kaçış yok. hele hele bizim gibi sosyal olarak aktif olan nüfusta bu oran bence %100’dür.

    peki kaçış yoksa neden önlem alıyoruz? bunu artık birçok kişi biliyor, grafiği düzleştirmek için. yani aynı zaman diliminde tıbbi desteğe ihtiyacı olan kişi sayısını mevcut sağlık kapasitemizin karşılayabileceği seviyede tutmak için. bunu yapabilirsek daha önceki paragrafa konu olan risk grubundan insanların hayatını daha fazla kurtarabileceğimizi düşünüyoruz ama hastanede verilen hizmetle bile fark yaratamıyor olabiliriz. örneğin ventilatöre bağlandığı için kaç kişi bu hastalığı yendiğini bile bilemiyoruz? burada da kimsenin düşünmediği çok farklı bir problem ortaya çıkıyor. ya alınan önlemler uzun vadede daha çok insanın hayatına mal oluyorsa? bu konu çok önemli ve daha sonra tekrar değineceğim.

    şimdi insanların en çok kafasını karıştıran rakamlara geçelim. ilk olarak her ülkenin bu rakamları elde ederken uyguladığı kendine has yöntemleri var. bazı ülkeler her isteyene test yaparken, bazı ülkelerin test yaptığından bile şüpheliyim. örneğin italya’da test sonuçlarına göre ölüm oranı %10’iken, almanya’da bu oran %0.5 olarak hesaplanıyor. arada ufak bir fark olsa bunu iki farklı ülkenin nüfus dinamiklerine bağlamak mümkün olurdu ancak 20 kata ulaşan bir fark bu şekilde açıklanamaz. bunun tek bir sebebi var, o da ülkelerin kimlere, nasıl ve ne kadar test yaptığıdır. ayrıca en son habere göre çin’den gelen test kitlerinin %80 oranda hatalı olduğu ortaya çıktı. bu nedenle ülkelerin istatistiklerini birbiri ile kıyaslamak tek kelimeyle akıl dışıdır. lütfen bunu yapmayın. bu rakamları birbiriyle kıyaslayarak doğru sonuçlara ulaşamazsınız. hatta sadece tek bir ülkenin rakamlarını kendi içerisinde günlük olarak bile kıyaslayamazsınız, çünkü her gün o ülke içinde bile yapılan insan sayısı, grubu ve yöntemi değişebiliyor. sonuç olarak bu verilere bakarak anlamlı bir sonuca ulaşamayız.

    illa ki bir veriyi dikkate alacaksak en mantıklısı diamond princess gemisinden gelen veriler olacaktır. gemideki 3711 kişiden 712’si covid-19 testi pozitif çıktı ve sadece 8 kişi (hepsi 70 yaş üstü) hayatını kaybetti. ayrıca bu 712 vakanın %50’sinde hiçbir semptom gözlenmemiştir. bence bu noktada biraz duralım. burada bahsettiğimiz kişiler hastalığı hafif atlatanlar değil, test sonucu pozitif olmasına rağmen en ufak bir sıkıntısı olmayan insanlar. daha da önemli bir soru sorayım; %20’sinin pozitif olduğu, herkesin günün çoğunda bir arada olduğu bu gemide neden sadece %20 hastalığı kaptı? çünkü hastalık hakkında yeterli bilgi sahibi değiliz. belki test yöntemlerimiz virüsle temas eden herkesi saptamak için çok yetersiz. belki de birçok kişi virüsün bünyesinde çoğalması için uygun koşullara sahip değil. daha da önemli bir bilgiye geçelim. gemideki insanların yaş ortalması kaçtı biliyor musunuz? 58. dünyadaki yaş ortalamasının 29 olduğunu düşünürseniz, bu gemiden elde edilen rakamların bile gerçekte dünyada olması beklenenden çok daha yüksek olduğu çıkarımını yapabiliriz.

    bunların hepsi güzel veriler. post apokaliptik film senaryolarını yaşamayacağımızı rahatlıkla görebiliyoruz. kısa sürede hastalığın yayılmış olması hastanelerin dolmasına, çok fazla kişinin de kısa bir zaman diliminde ölmesine neden oluyor ve olmaya da devam edecek. ancak unutulmaması gereken nokta bu hastalık yaşam beklentisi uzun insanları değil zaten yaşam beklentisi çok az olan insanları öldürüyor ve öldürmeye devam edecek. yanlış anlaşılmasın “ölsünler, ne var bunda” demiyorum, aksine maksimum insanı kurtarmak için elimizden geleni yapmalıyız.

    aslında işler tam da bu noktada sarpa sarıyor. ya grafiği düzeltmek için aldığımız önlemlerle daha fazla kişinin ölümüne neden oluyorsak ve olacaksak? yine de bu önlemleri almaya devam eder miydik? birçoğunuz bu noktada saçmaladığımı düşünüyorsunuz. biraz daha detaya inelim. ekonomistler insanları evlerinde kapalı tutmaya devam edersek dünya’nın 2008’den çok daha ağır bir ekonomik krize gireceğini tahmin ediyor. birçok insan şimdiden işlerini kaybetti, birçok küçük ölçekli işletme iflas etti ve daha yeni başlıyoruz. peki ekonomik olarak küçülmek insan hayatına mal olmuyor mu? bu olayı sadece ekonomik kayıp sığlığında tutabilir miyiz? ekonomi ve insan hayatı arasında şüphesiz bir ilkişki vardır. yaşam beklentisinin en yüksek olduğu ülkeler aynı zamanda ekonomik anlamda da refah yaşayan ülkelerdir. ekonomik olarak güçsüz ülkelerde ise yaşam beklentisi 50’li yaşlara kadar inmektedir. türkiye için ortalama yaşam beklentisinin 1 yıl düşmesi yaklaşık 1 milyon insan hayatına bedeldir.

    peki ya hastalığı çok uzun bir sürece yaydığımızda, yani grafikteki eğriyi düzleştirdiğimizde, aylarca hastanelerin birçok başka hastaya hizmet veremeyecek olmasından kaynaklı ölümler ne olacak? bunlar kolayca hesaplayabileceğiniz, sonuca varabileceğiniz kararlar değil. üzerine yoğun bir şekilde çalışılması, kafa patlatılması ve raporlanması gerekiyor. bana sorarsanız dünya’da bu hastalığın yayılmasını yavaşlatmak adına alınan önlemler kurtardığımızdan çok daha fazlasını kaybetmemize neden olacak ve bunu tam olarak hiçbir zaman hesaplayamayacağız. çünkü ne ekonomik anlamda daralmanın neden olduğu ölümlerin raporlarında “ekonomik kriz”, ne de hastaneler tam anlamıyla hizmet veremedeği için ölenlerin raporunda “yetersiz sağlık hizmetleri” yazmayacak ve bunların tamamı dolaylı ölümler olacak.

    hala “sokağa çıkma yasağı neden gelmiyor” diye sinirleniyor birçok kişi. öncelikle türkiye özelinde sokağa çıkma yasağı zaten can çekişen ekonominin fişini çekmek anlamına geliyor. bu cepte. ayrıca sokağa çıkma yasağının hastalığı kontrol etmeye yetmeyeceği, yetse bile hastalık dünyada kontrol altına alınmadan yeterli olmayacağı çok açıktır. 2 hafta sokağa çıkma yasağı ilan ederek hastalığı yenemezsiniz. bunun için aylarca sürecek bir yasak ve sonrasında da dünya bu hastalığı yenene kadar bütün sınırlarınızı kapamak gibi sürdürülemez aşırı önlemler gerekir. bu bağlamda bile dediğim dolaylı ölümlerin kurtardığınızdan az olacağını öngöremezsiniz.

    şahsi fikrim türkiye’de bu virüsle karşılaşan (hasta olan değil) nüfus 5-10 milyondan az değildir. bunların birçoğu virüsün vücutlarına girdiğini anlamadan bağışıklık sistemleri işi bitirdi. birçoğu nezle, alerji gibi basit bir şekilde anlamadan geçirdi. bir kısmı bu sene gribin kendilerini biraz zorladıgını düşündü ama evde 1-2 gün yatarak ayağa kalktılar. bazıları hastaneye gitme ihtiyacı hissetti ve tıbbi desteğe ihtiyaç duydu. bazısı ölümün ucundan döndü. ufak bir kısmı da “zatüreden” ne yazık ki hayatını kaybetti.

    her yıl hali hazırda zatüreden 2 milyon insan hayatını kaybediyor. bu rakamı türkiye’ye oranlarsak sıradan bir günde 50 civarında insanın sadece türkiye’de zatüreden hayatını kaybettiğini görürüz. alınlarında da yazmadığı için çoğu zaman hangi virüsten öldüklerini bilemiyoruz. zaten bilmemize de gerek olmuyor.

    biz bu virüsü bakanlığın açıkladığı rakamlardan bağımsız bir şekilde toplum olarak yaşayıp bitireceğiz. siz gerçekten inanıyor musunuz ki o açıklanan rakamlar milyonlara çıkacak? sürü olarak bağışıklık oluşturmaya başladığımız zaman (tahminime göre italya muhtemelen bu noktaya gelmek üzere) açıklanan rakamlar da aynı oranda azalmaya başlayacak ve sonunda “ülkece aldığımız önlemler ve halkımızın duyarlılığı sayesinde hastalığı herkese yayılmadan yendik” şeklinde bir açıklama yapılacak. kimse de 2020 yılında “zatüreden” ortalamanın üstünde insan ölmesinin nedenini sormayacak, çünkü bu rakamlar bugüne kadar hiç birimizin umrunda olmadı bundan sonra da olmayacak. her gün 25bin çocuğun önlenebilir bir sebep olan açlıktan öldüğü dünyada kimse kendini ortalama 80 yaşında kronik hastalığa sahip insanların ölümüne üzüldüğünü söyleyerek kandırmasın lütfen. bizim tek korkumuz kendi canımıza veya sevdiklerimizin başına bir şey gelecek korkusu. bunun için kimseyi suçlamıyorum, insanın doğası bu maalesef. zira diğer türlü yaşamak hepimiz için azap olurdu sanırım. bu nedenle bu yazıda da elimden geldiğince bu salgının ve alınan önlemlerin sizin hayatınıza etkilerinin ne boyutta olacağını anlatmaya çalıştım.

    risk grubundaki sevdiklerinize iyi bakın, salgın geçene kadar bu kişiler hastalığa yakalanmasın diye aşırı önlemler de alın ama siz hayatınıza devam etmek zorundasınız. aksi takdirde evde aylarca oturmanın faturası çok daha ağır olabilir.

    edit: coronavirus may have infected half of u.k.: oxford model
126 entry daha
hesabın var mı? giriş yap