24 entry daha
  • daha dün gibi, her yıl en az bir iki defa tekrar tekrar seyrettiğim bir studio ghibli eseri. howl'un yürüyen şatosu, ruhların kaçışı gibi fantastik ögeler içermediği için pek ünlü değildir. bu yüzden hak ettiği değeri görmediğini düşünürüm. 1991 yılı çıkışlı bu film, 1955 doğumlu taeko'nun 1982 yılında 27 yaşındayken çalıştığı şirketten on günlüğüne izin alıp önceki yıl da ziyaret ettiği, ablasının eşinin memleketi olan yamagata köyü'ne gitme yolculuğunu anlatır. çocukluğunda hep bir köyü olsun, köyde akrabaları olsun istemiş tokyolu bir kız olan taeko'nun bu dileği, ablasının yamagata köyü'nde doğup büyümüş şehirli bir adamla evlenmesiyle sonunda gerçekleşmiştir. ablasının ve eniştesinin bile şehrin rahat imkânlarını bırakıp da gitmek istemediği bu köy, taeko'nun çocukluk hayali olagelmiştir. iş arkadaşları yurtdışına vs tatile giderken taeko, trenden atladığı gibi sabahın dördünde geldiği yamagata köyü'nde güneş doğmadan aspir tarlalarında çiçek toplamaya koşar. ancak yolculuk boyunca taeko, nedenini anlamadığı şekilde sürekli 1966 yılını, 10 yaşındakini hâlini, düşünüp durur. geçmişin acı ve tatlı anıları ve 10 yaşındaki hayaleti, 27 yaşındaki taeko'nun peşini bir türlü bırakmaz.

    her izlediğimde ayrı bir farkındalığa kavuştuğum bu film, studio ghibli denince ilk akla gelen hayao miyazaki'nin değil, isao takahata'nın eseri ki kendisini ateşböceği mezarlığı'ndan hatırlayanlar olacaktır. öykü ise hotaru okamoto ve yuko tone imzalı 1982 yılı çıkışlı aynı isimli omohide poro poro mangasından uyarlama. isao takahata, ataerkil bir toplum olan japonya'nın köyden kente, tarımdan sanayiye, geleneksellikten modernizme geçişinin yaşandığı yılları, dönüşümün krizlerini göze sokmadan, usulca anlatıyor. her ne kadar taeko, benden 37 yaş büyük de olsa japon bir kız olarak yaşadığı çocukluk sancıları, ondan 37 yaş küçük bir türk kızı olan benim doğrudan ya da dolaylı tecrübe ettiğim gerilim ve çözülmelerle oldukça benzeşiyor. muhtemelen bu benzerlikte japonya'nın bizimkine yer yer benzeyen geleneksel ataerkil bir kültüre sahip, ancak sanayileşmesini bizden yıllar evvel tamamlayan bir ülke olmasının çokça payı var.

    aldığım her yaşta bu filmin anlatmak istediklerini daha derinden hissediyorum ve finalini her izlediğimde gözlerimin dolmasına engel olamıyorum. macar halk türkülerinin, isao takahata'nın kaleminden doğan benzersiz köy ve doğa manzaralarıyla arasındaki ahenk bile filmi izlemek için yeterli bir sebep.

    film netflix'te mevcut. türkçe seslendirmeyle izlemek gibi bir hataya düşmeyin sakın. orijinal sesler sade ama derin vurguları başarılı bir şekilde yansıtıyor.
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap