2 entry daha
  • sevgili sen;

    si les jeunes savaient
    si les vieillards pouvaient*
    * gençler bilebilse/yaşlılar yapabilse!"

    birkaç hafta sonra otuz beşine girecek biri için nasıl da değerli bir söz bu… adettendir eli kalem tutanlar, bu yaşı idrak ettikleri dönemlerde muhakkak bir şeyler yazarlar…
    naçizane bir söz söylemek için şimdi sıra bende galiba…
    öyle geçmiş zamanlara ağıt, beklentilere methiye düzecek değilim. sadece farkındalığının farkında olan bir insanı seslendireceğim. yaşımı saklamadığım gibi yaşamayı da saklamadım şimdiye dek. doğrusu ve yanlışıyla taşıdım yüzümdeki izleri. kumdan kaleler yapabilmek için tanecikleri biriktirdim durdum. ilk bakışta silisyum zannedilen parçaların aslının, suda çözülüverecek şeyler olduğunu da kale’min bir tarafları bel vermeye başladığında fark ettim. tam tersi de olmadı değil hani; pirinç ayıklar gibi ayıklayıp daha görünmez bir yerlere istiflediğim taneler beni utandırarak (utanmaktan da mutlu olunabiliyormuş) en sağlam en dirençli burçları oluverdiler savunma mekanizmamın.
    kazanmanın ve kaybetmenin tüm hallerini yaşadım. ve aslında kaybetmek diye bir şey olmadığını da anladım. einstein karanlığı tarif ederken “ölçülemezdir; onun varlığı diye bir şey yoktur. karanlık sadece ışığın yokluğudur” demiş. bu yaşa geldiğinizde anlıyorsunuz ki kaybetmek yok. sadece kazanç hanenize yazamadığınız şeyler var. kayıp aşklar diye sınıflandırdığımız şey mesela; aşkın yokluğu değil aslında, yalnızca istediğimiz yerde ve istediğimiz gibi olmaması. hatta sahip olunan!! aşklardan daha da fazlası. daha birçok şeye uyarlanabilecek bir denklem bu. züğürtler imparatorluğunun teselliden sorumlu bakanlığının kanun hükmünde kararnamesi gibi görünse de bu da bir “hayatı algılama biçimi”…
    tanışmadığımız insanlara “hayat ne güzel çiçekler böcekler dersin birazdan, bu kadar cıvımayaydın biraz daha az iclalaydın” dedirtebilecek cinsten bir yaklaşım gibi görünse de ; bilenler bilir ayın karanlık yüzünün resmini de çizebildiğimi.
    “e şimdi ne oldu? yaş kemale erdi olumluyu da mı keşfettin” diyenleriniz de olacaktır.
    sırtınızdaki torbanın ağırlığıyla dizlerinizdeki dermanın gücü eşitleniyor bu yaşta. hala koşabilecek gücünüz ve nihayet paylaşabilecek kadar çok şeyiniz oluyor. akıl çağı’na girmiş oluyorsunuz hayatınızın. ne ilk cemrelerin heyecanıyla soğuk sulara atlamak gibi bir derdiniz, ne yazın son günüdür diye elbiseyle denize girme telaşınız var. ağır ağır hareket edip attığınız her adımı yudumlayabiliyorsunuz. sevilmenin ne olduğunu, sevmenin nasıl damarlarınızda dolaştığını idrak edebiliyorsunuz. yolun yarısı yada dörtte üçü bitmiş, geriye 9327 gün kalmış diye matematiksel bir derdiniz yoksa (bende olmadığı gibi) , yukarıda kalan basamakları saymak yerine ; aşağıya bakıp “aferin bana bu kadar yüksekten bakabilecek kadar iyi bir tırmanıştı” diyebiliyorsunuz.
    varlığınızı kutsayan birileri olması ve varlığının kutsanacak şeyler olduğunu bildiğiniz insanların yaşadıklarına şahit olmanın, günler ve yıllarla hesaplanabilecek bir ölçüsü yok. yolun kaçta kaçında olduğunuz değil o yolda kimlerle karşılaştığınız ve sizi nasıl hatırlayacakları önemli.
    işte bu yüzden sana “sevgili sen” diye sesleniyorum … senin “sen”liğinden daha üstün bir sıfat bilmediğimden…
    beni ben yapan ve yaşatan bir parça olduğundan… bu zamana kadar getirdiğinden, zamanımı değerli kıldığından…

    hayatım kutlu olsun…
200 entry daha
hesabın var mı? giriş yap