32600 entry daha
  • tarikatçı söylemlerin kuran’a uymaması durumu, 2. bölüm.

    bu yazımızda (bkz: #120712156) kabaca bir giriş yapmıştık. kendilerince, imanın en önemli parçalarından gördükleri, ölmüş insanlardan yardım isteme ve onları allah ile aralarına aracı hatta bir nevi ricacı koyma çabalarının, ayetlere örtüşmediğini göstermiştik. bu yazımız ise “şirk” olarak görmedikleri ama akıl almaz bir uygulamaları olan “rabıta” ve onunla alakalı olarak “tecelli” meselesini ve islam’a hiç ama hiç uygun olmadığına dikkat çekmek istiyorum. kaynak alıntılarından dolayı biraz uzun olacak onun da bilgisini vereyim.

    rabıta: rabıta bir müridin, mürşid-i kâmilinin ruhâniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesidir. (rûhu’l-furkân, c. ıı, s. 64.)

    rabıta’ya kaynak olarak ise halid-i bağdâdî isimli sözde alimin risale-i halidiye denilen sözde eserini kaynak alırlar. “sözde” diyorum çünkü şöyle bir tanımı var konu hakkında;
    “rabıtanın en üstün derecesi, iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. zira orası feyiz kaynağıdır. ondan sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp, senin de yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek, şeyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir.”

    bu, aslı astarı olmayan uygulama için kuran’dan delil getirmeye de kalkarlar ve “yusuf ile züleyha” kıssında geçen ve hiç alakası olmayan şu ayeti delil getirler;

    (yusuf 12/24) : “kadın onu çok istiyordu. rabbinin bürhanını görmeseydi, yusuf da isterdi...”

    tabii ayet yeterli olmayacağı için de tefsirlerde şöyle bir hikaye anlatılır;
    “yusuf aleyhisselâm bir ses duydu; ‘aman kadına yaklaşma!’ diye ama aldırmadı. ikinci kez duydu, demini bozmadı. üçüncü kez duydu, beriye çekildi; ama yakub aleyhisselâmı parmaklarını ısırmış halde görünceye kadar bir şeyden etkilenmedi...”

    şimdi bu ayet ve tefsir neden delil getirilemez onu biz baştan söyleyelim. çünkü yusuf suresi baştan sona okununca yakup aleyhisellemin yıllarca oğluna hasret kaldığını ve hatta 2. oğlu bünyamin’i, yusuf aleyhisellem kurduğu oyunun bir parçası olarak rehin alınca yakup aleyhisellem şöyle demiş;

    (yusuf 12/84): “(yakub), onlara sırt çevirdi ve “vah yusuf’um vah!” dedi. üzüntüden gözlerine ak düştü. acısını içine gömmüştü.”

    bu ayet yusuf aleyhisellem, mısır’a gelen kardeşlerinden bünyamin’i alıkoymasından sonrasını anlatmaktadır. eğer yakup aleyhisellem, bünyamin’i kardeşini alıkoyduğunu bilse kör olacak kadar büyük bir üzüntüye düşer mi? ya da öyle bir iletişim haline geçebiliyorsa neden oğlundan yıllarca uzak durup acı çekiyor? bu verdikleri örneklerin “rabıta” denilen izahı mümkün olmayan şeyin dedili olamayacağı zaten ortada.

    yusuf aleyhisellem’in bir uyarı aldığı ve “rabbinin bühranını görmemiş olsaydı yusuf da onu gerçekten arzulamıştı” ifadesininin geçtiği yusuf süresi 24. ayetini ve yapılan uyarıyı ise şems suresi 7 ve 8. ayette her insana yaptığının iyi mi kötü mü olduğunun bildirilmesi durumudur. bu konuya girmiyorum çünkü “kur-an’ın tefsiri” diye adlandırılan bir kitapın içerik ve görüşlerinin ne denli kur-an’a ters olduğuna dair yazımda vahiy konusunu ayetler ile açıklamayı planlıyorum. ve kendilerine belki ibret alırlar diye şu ayeti hatırlatıyorum;

    (zümer 39/3): bil ki allah’ın dini, katışıksız dindir. allah ile aralarına evliya yerleştirenler şöyle derler: “bizim bunlara kul köle olmamız, sırf bizi allah’a yaklaştırsınlar diyedir.” allah, onların tartışıp durdukları her konudaki hükmünü, onların yüzüne karşı verecektir. allah, yalancı olan ve âyetleri görmezlikte (kâfirlikte) direnen birini yoluna kabul etmez.

    gelelim bu rabıta olayını daha da ileri götüren, daha da sınırı aştıran diğer parçasına. ona da “tecelli” diyorlar.

    tecelli, gözükmek, ortaya çıkmaktır. allah’ın tecelli etmesi de, allah’ın gözükmesi veya gücünün ortaya çıkması anlamında kullanılır.

    bu arkadaşlar, şeyhelerinin alınlarının ayna olduğunu ve iki gözünün arkasının feyz kaynağı olduğuna inanıyorlar. allah’ın orada tecelli ettiğine inanıyorlar. tabii bu tecelli olayını da bazen “allah’ın gölgesi, sıfatlarının tecelli etmesi” diye garip şeyler söyledikleri de olur. neyse bunun deli olarak ise şu ayeti örnek verirler;

    araf 143: musa kararlaştırdığımız yere gelip rabbi de onunla konuşunca “rabbim! bana kendini göster ki sana bakayım.” dedi. allah: “beni asla göremezsin; ama şu dağa bak, yerinde kalırsa görebilirsin.” dedi. rabbinin dağa görünmesi onu dümdüz etti, musa düşüp bayıldı. kendine gelince dedi ki: “sana içten boyun eğerim, pişman olup sana yöneldim. ben inananların ilkiyim.”

    bu nasıl kıyas? bu nasıl delil? sormak istiyorum kendilerine. dağ yerle bir oluyor, ama şeyh efendinin beyni yerinde kalıyor. ayrıca allah dağın içinde tecelli etmiyor, dağa görünüyor. görünmesi bile onu un ufak ediyor. ve ayetin sonun da musa aleyhisellem “ben inananların ilkiyim” diyor! neye inanananların ilki? allah’a mı? hayır tabii ki. dağın başına gelenlere şahit oluyor ve allah’ın görünmesinin nelere yol açacağına inananların ilki. çünkü dağın haline şahit oluyor. yanlışı savunmak insanları gerçekten daha da yanlışa itiyor. bunlar benim bildiğim ve delil getirmeye çalıştıklarını gördüğüm ayetler, daha başka ayetleri kesip biçip olmadık hikayeler ile bağladıklarına da eminim.

    (tevbe 9/31)
    allah ile aralarına koydukları ilim adamlarını ve din adamlarını rableri saydılar. meryem oğlu mesih’i de rab saydılar. oysa onlara emredilen, tek olan ilaha kul olmalarıdır. ondan başka ilah yoktur. allah, onların şirk koştukları şeylerden uzaktır.
9227 entry daha
hesabın var mı? giriş yap