1150 entry daha
  • 3 eylül'de yeni albümü senjutsu yayınlanacak grup. ben de bu yeni albüm şerefine bruce dickinson ve adrian smith'in geri dönüşüyle son bulan fetret devri ardından çıkan ve genelde post reunion albümleri olarak gruplandırılan dönemin albümlerinden bir çalma listesi oluşturdum. bu albümler hakkında birkaç kelam ederek çıktıkları dönem, gelen tepkiler ve içerikleri konusunda bir bağlam oluşturarak bu dönemdeki albümlere uzak kalan eski dinleyicilere bir özet sunmak istedim. her albümden 3-5 şarkı alarak rafine bir liste oluşturup albümlerin ruhunu gözler önüne sermeye çalıştım.
    ilk albümünden 41 sene sonra yayınlanacak yeni albüme büyük bir ilgi olacak gibi. yayınlanan single'a gelen tepkiler insanların klasik gruplara ve onların müziğine ne kadar özlem duyduğunu gösterir cinstendi. lakin yeni albüm iron maiden'ı 80'lerde bırakan dinleyiciler için sindirmesi hayli zor bir albüm olacaktır. grup son 21 yıldır bazı eski dinleyicilerinin uzak kaldığı bir tarza kaydı. hem bu tarzın albüm albüm nasıl oluştuğu hem de bugün geldiğimiz noktada hala bu kadar popüler kalmayı nasıl başardıklarını anlamakta yardımcı olacak bir yazı yazmaya çalıştım. liste hem kendi zevklerim hem de albümlerin esansını yakalamak için elzem olduğunu düşündüğüm şarkıların bir karışımıyla oluşturuldu. bir başka iron maiden sever tamamen bambaşka tercihler yapabilir.

    öncelikle çalma listesi: iron maiden: revival - spotify

    mayıs 2000 yılında yayımlanan brave new world adeta bir fetret dönemini sonlandırdı. ayrılıklar ve yeni üyelerle yoluna devam etmeye çalışan grup en başarısız yıllarını 90'lı yıllarda yaşadı. hayranlar tarafından benimsenmeyen bir solist ve 2 kötü albüm bir de metal müziğin güç kaybına uğradığı yıllara denk gelmişti. 80'lerde rio'da 250 bin kişinin katıldığı festivalin ana gruplarından biri olan grup 90'ların sonunda küçücük mekanlarda konserler veriyordu. büyük gruplar art ardına dağılıyor ya da yeni arayışlar içinde savrulup metal müzik camiasında büyük tartışmalara neden oluyordu. grunge ile rock müzik şahlanırken nu metal ile metalciler arasında bir kuşak kavgası derinleşiyordu. 1999 yılında grubun iki efsanevi üyesi geri döndü. ardından grup tüm kataloğunu bir japon plak şirketine büyük bir meblağ karşılığında sattı. maddi anlamda tamamen rahatlamış halde girdikleri stüdyodan brave new world çıktı. sıkı hayranlar için x factor ve virtual xı albümlerinden sonra çölde bir hava gibiydi. fakat eleştirmenler ikiye bölünmüştü. ben biraz negatif eleştirilerin altını çizmek istiyorum. metal müzik büyük bir dönüşüm içindeydi. bu değişime ayak uyduranlar bnw albümünü ve grubu yavan ve ilhamsız buluyordu. bir eleştirmen iron maiden artık karanlık sanatların başrahibi değil, slipknot ve korn ile karşılaştırınca masum kalıyorlar" demişti. halbuki iron maiden artık "albümdeki şarkıları %30 daha hızlı çalacağız, alt grup olarak çıktığımız konserlerde ana grubu sönük bırakacağız, sıra ana gruba gelene kadar dinleyicinin kulaklarını patlatacağız, ulan biz deliyiz" diyen gençlerden oluşmuyordu. grupta herkes 40'lı yaşlarında, kariyerlerinin olgunluk dönemlerindeydi. nu metalcilerle yarışma gibi bir dertleri yoktu. hatta ülkemiz futbol gündeminden alıntı yapmak gerekirse grup "biz, adı geçenlerin çoğuyla rakip bile değiliz, aynı şeyleri hiç yaşamadık, aynı yoldan yürümedik, benzer başarılarımız da yok" tarzında bir açıklama yapsa yeriydi. maiden o kadar büyük bir düşüş yaşamıştı ki bu albüm bazı dergi ve organizasyonlar tarafından "en iyi geri dönüş" albümü ödülü aldı. tabii grup "biz geri dönmedik aq" diyerek ödülleri kabul etmedi.
    albümün ne derece başarılı olduğu ardından çıkılan dünya turunda belli oldu. 2 3 sene önce 5-10 bin kişilik küçük mekanlarda konserler veren grup tekrar şahlanmış 3 ay içinde 2.5 milyon kişiye konser vermişti. bu turun adını sanki kendileriyle beraber düşüşe geçen türü de ayağa kalkmaya davet edercesine "metal 2000" koydular. konserlerde ezbere söylenen yeni şarkılar, rock in rio kaydıyla beraber albümün kült bir noktaya çıkmasına neden oldu. iron maiden bu albümle birlikte tekrar stadyum konserleriyle her dünya turunda milyonları stadyumlara dolduran ve her albümüyle 30-40 ülkede 1 numaraya çıkmayı başaran bir grup haline gelmişti. yıllanmış şarap gibi belki de en tutarlı vokal performanslarına ulaşan bruce dickinson "her zamankinden çok daha büyüğüz" diyerek bu yeniden doğuşu çok net bir şekilde ifade ediyordu. albümün dikkate değer bir başka noktası da bu albümden itibaren grubun tüm albümlerinin prodüktörlüğünü yapan kevin shirley'nin ilk albüm. maiden'ın bu dönemini anlamak için bu ismi de öğrenmek gerek. kevin shirley, grubun efsanevi prodüktörü martin birch emekli olduktan sonra geldi. dream theatre gibi gruplarla çalışan shirley grubun albüm kayıt etme alışkanlıklarını da kökünden değiştirdi. eskiden ayrı ayrı kayıt alınan enstrümanlar artık cam bölmelerin ardında aynı anda çalınıyordu. shirley'nin prodüktörlüğünü yaptığı hemen her albüm sound olarak tartışma yarattı ve hayranları ikiye böldü. iron maiden albümlerinin sound tartışmaları steve harris'in tek başına yapımcılığını üstlendiği blaze bayley dönemi albümlerinden beri devam eden bir sorundur.

    bu dönemin 2. albümü dance of death 2 aylık bir sürede tamamen stüdyoda yazıldı. önce odamızdaki çamur içindeki koca fili kışkışlayalım: albüm yalnızca grubun değil müzik tarihinin en kötü albüm kapaklarından birine sahip. orijinal kapağın hiç ilgi çekici olmadığını düşünen grup menajeri stajyerine 3d modelleme ile bir takım figürler ekletmek suretiyle saçma sapan bir işe imza atmış. albüm ingmar bergman'ın klasikleşen filmi the seventh seal filminden esinlenerek yazılan dance of death gibi tartışmasız bir klasik ve paschendale gibi en iyi maiden şarkıları tartışmalarında adını sık sık duyuran birinci dünya savaşının en kanlı cephelerinden birini konu alan bir epik içeriyor. belki de bu yüzden çıkar çıkmaz büyük bir fikir birliğine varılmışçasına hayranlar tarafından bağra basılmış bir albüm. tamamen akustik ilk ve tek iron maiden şarkısı (journeyman), davulcu nicko mcbrain'in yazılışına katkı bulunduğu tek şarkı (new frontier) ve davulunda çift pedal kullanılan tek parça (faces in the sand) bu albümde bulunuyor. şahsen hakkında kafamın en karışık olduğu post reunion albümü. şahsi fikrim aradan geçen 20 yıla yakın sürede çok da iyi yaşlanmadığı yönünde. dönemin ruhunu da hatırlayalım. eleştirmenler yine nu metal gruplarıyla karşılaştırmış. kimilerine göre dönemin diğer metal albümlerini "zorlanmadan gölgede bırakmıştır". nu metalcilerle karşılaştırılan son albüm olduğunu da söyleyerek eleştirmenlerin bu gereksiz sidik yarışını terk ettiğini söylemek gerek. o yıllar heavy metal türünde özelleşmemiş eleştirmenlerin kafasında bazı ayrımları yapmakta zorlandıkları yıllardı herhalde.

    a matter of life and death kimilerine göre 1983'te yayımlanan piece of mind'dan beri yapılan en iyi maiden albümü. içine girmesi en zor, en kasvetli iron maiden albümlerinden biri. tam olarak bir konsept albüm olmasa da din ve savaş konularına derinden bir dalış. yeni dönem iron maiden tartışmalarının kamplaşmaya dönüştüğü albüm olarak da not edilebilir. bundan önceki albümdlerden farklı olarak stüdyoda üzerinde düzeltmelere, temizlemelere, mixing, mastering gibi her albümde görmeye alıştığımız süreçleri terk ederek, elden geldiğince ham kayda dokunulmadan yayınlanan amolad bu özelliği nedenily birçok dinleyiciden tepki çekti. 80'lerin martin birch'lü albümlerinde alıştıkları temiz, pırıl pırıl sesler yerine "çamursu" bir soundla karşılaştıkları için hiç memnun olmayanların oluşturduğu bu kampın karşısında bu soundun albümün temasına ve hissiyatına uygun olduğunu düşünen, içinde grubun en iyi şarkılarından bazılarının bulunduğunu düşünen, albümü tüm zamanların en iyi iron maiden albümleri arasında gösteren taraf vardı. bu iki cephe bundan sonra yayınlanan tüm albümlerde bir şekilde yeniden açıldı.
    iron maiden'ın 2. bruce dickison döneminde özellikle steve harris ve davulcu nicko mcbrain'ın sık sık altını çizdiği güzergahı 70'li yılların progresif rock gruplarından dinledikleriyle klasik iron maiden soundu ve tekniklerinin birleşimini oluşturmak. kendilerine özgü bir progresif metal tanımı peşindeydiler. kendilerinin yolunu açtığı günümüz progresif metalin geldiği noktayla pek ilgilenmediklerini kendileri de söylüyorlardı. albüm ve şarkı süreleri her albümde her albümle birlikte hala uzamaya devam ediyor.
    iron maiden 80'li yılların başında ortaya çıktığında bünyesinde barındırdığı güçlü bir punk esintisi vardı. bu zamanla yerini iron maiden soundu olarak bildiğimiz 80'lerin efsanevi albümlerindeki yüksek enerjili heavy metal şarkılara bıraktı. eski albümlerdeki yüksek enerjinin eksikliğini çeken old school iron maiden hayranları bu durumdan hiç memnun değildi. üstelik grup bile isteye alameti farikası olan galloping tarzı şarkıları yapmaktan imtina ediyordu.
    bu amolad karşıtı grubun sayısı zamanla azaldı. bu günlerde iron maiden'ın en sevilen, en takdir edilen albümlerinden biri. birçok dinleyici albümü bazı 80'ler albümlerinin de üzerine koyuyor. biraz zaman isteyen bir albüm olduğu sözlükte bile defalarca söylenmiştir.
    grup albüme tam anlamıyla güveniyordu. müzik dünyasında ender görülen bir kararla konserlerde tüm albümü çalıyorlardı. klasikleri çalıp araya 2 yeni şarkı sıkıştırmak yerine solist bruce dickinson "play classics" (klasikleri çalın) pankartını seyircinin elinden alıp sahnede yırtıyordu.
    eleştirmenlerin "maiden kendini aştı" tarzı başlıklarla özetlediği bir albümdü amolad. oldukça yüksek puanlarla karşılanmıştı. artık nu metalle karşılaştırmanın bir anlamının olmadığı gibi ortada güçlü bir nu metal akımı da kalmamıştı.
    şahsen en sevdiğim post reunion dönemi albümü amalod. for the greater good of god, the legacy gibi muhteşem iki parça albümü öyle zirve bir noktada noktalıyor ki hayranlık duymamak elde değil.
    the final frontier 2010 yılında çıktığında listelerde 33 ülkede birden ilk 3'e girerek hem ne kadar başarılı bir albüm olduğunu hem de grubun gittiği yolun ne denli benimsendiğini de gösteriyordu. yine uzun, tekrar tekrar dinleyerek şans verilmesi, "sindirilmesi" gereken bir albüm. mükemmel diyemem. birkaç zayıf parça ve çokları için acayip sıkıcı bir intro barındırıyor.
    bu albümün teklisi el dorado ile en iyi metal performansı dalında grammy alan iron maiden 40 yıllık kariyerinde ilk defa ana akım bir ödül aldı. ne grubun ne de hayranların pek ilgilenmediği bu durum kendisini eleştirmenlerden aldığı olumlu eleştirilerle devam ettirdi. içinde o zamana kadar çıkmış en uzun iron maiden şarkılarından birini (when the wild wind blows) barındıran albüm geriye dönüp bakınca iyi yaşlandı demek zor olur. hayranların bu dönemde en az dinlediği albüm olduğunu spotify dinlenme sayılarından görebiliyoruz. wtwwb ve the talisman bu tür müziği seven herkesin birkez şans vermesi gereken şarkılar. orta tempolu, düşük enerjili, neredeyse tam anlamıyla bir hikaye anlatan lirikleriyle grubun bu döneminin hem hedef hem sound hem de kalite olarak temsilcileri olabilecek şarkılar.
    bruce dickinson'ın yaşını aldırmadan gösterdiği harika bir vokal performansı albümün büyük kısmına yayıldığını düşünüyorum. benim de yayınlanmasını sabırsızlıkla beklediğim ilk iron maiden albümü olduğunu düşününce 2010 yılında hala yeni nesli etkilemeyi başarabildiğini kendi üzerimden görebiliyorum. bu kadar uzun bir kariyerde bu kadar tutarlı bir şekilde gibip konserlerinde beyaz saçlı amcalarıyla omuz omuza müzik dinleyen ergenleri görmek her grubun hayali olsa gerek. eminim bu sene yayınlanacak senjutsu adlı albümü heyecanla bekleyen 15-16 yaşında gençler vardır. maiden'ı diğer tüm efsanevi gruplar içinde biricik bir noktaya koyan da bu: 50 sene sonra dahi zamanın ruhunda kalabilmek. ya da kimilerinin dediği gibi bu albümleri bekleyen gençler zamanın ruhundan kopmuştur, kim bilir. bizzz zamanda birer iron maiden mültecileri.....!!!!!
    the book of souls 2015 yılında teşrif ettiğinde grubun son albümü olması bekleniyordu. herkes yaşlanmıştı. bruce dickinson kayıt sürecinde kanser teşhisi almış ve bunu kayıtlar bitene kadar gruba söylememişti. albümün yayınlanmasıyla birlikte bir de bruce dickinson'ın kanser olduğunu öğrenmiştik. albümde bruce tarafından bestelenen 18 dakikalık, içinde orkestranın da olduğu bir epik vardı. 96 dakikalık uzun mu uzun bir çifte albüm.
    sanki her şey grubun son albümü olmak için kader tarafından ayarlanmış gibiydi. steve harris albümün yazım sürecinde yakınlarını kaybetmiş ve kafasını tam olarak albüme veremediğini söylemişti. bruce kendi kendine kanser korkusunu yaşarken 60 yaşında bir solist için bir hayli zor vokaller yapmaktaydı. nicko mcbrain 70'ine yaklaşmıştı.
    ilk single olarak yayımlanan speed of light klasik bir iron maiden teklisiydi. albümün tonundan oldukça uzak, kısa bir şarkı olan bu tekliyi dinleyip albüme şans vermediyseniz içinde bulunan empire of the clouds'u dinlememişsinizdir. bruce dickinson'ın tüm kariyerinin başyapıtı olarak görülen bu parça aynı zamanda iron maiden tarihinin en uzun şarkısı. bir piyano melodisiyle başlayıp, yaylılarla devam eden sıradışı bir maiden şarkısı, 1929'da ilk uçuşunu yapan devasa zeplin r101 hakkında. zeplinin ve yolcularının kaderini açık etmeyelim, bu hikayeyi bruce dickinson'dan dinlemeniz en güzeli.
    eleştirmenler tarafından en yüksek puanların verildiği post reunion albümlerinden biri tbos. steve harris'in 13 dakikalık süresiyle bir riff ve melodi ziyafeti olan the red and the black en çok dikkat çeken ikinci parça.
    hem hayranların hem de profesyonallerin onayını alsa da albümü dinleyen hemen hemen herkesin ortak bir kanısı vardı: biraz gereksiz uzamış, bazı riff ve nakaratlar fazla tekrarlanmış, biraz tıraşlansa harika bir albüm olacakmış. negatif yönde görüş bildiren bir eleştirmen bu durumu albümün fazla tutkuyla boğulduğunu söylediğini hatırlatmak lazım. 60 yaş ortalamasında efsane statüsünde bir grup sanatçının yeni albümlerini fazla tutkuyla boğması grubun bu dönemdeki albümlerinin ne derece ciddi işler olduğunun, yaşlanmış, gençler tarafından gölgede kalmış bir grubun "biz daha ölmedik" hezeyanları olarak görülmemesi gerektiğinin bir kanıtı olsun, ve bu döneme yeterince şans vermemiş heavy metal dinleyicilerini ikna çabalarımızın son noktasını bu şekilde koyalım.
    3 eylülde yeni albüm yayınlayacaklar. yine 82 dakikalık uzun bir albüm olacak. adı da senjutsu. bu sefer peşinen son albümleri olur diye tahmin yapmayalım. gruptan açıklamaları beklemek en iyisi. yıllar sonra geri dönüp baktığımızda özel bir yeri olan çok iyi bir albüm olur umarım.
217 entry daha
hesabın var mı? giriş yap