63 entry daha
  • edward norton rolling stones dergisine, tıpkı filmin ana karakteri gibi, yarım kalan şeylere karşı takıntılı olduğunu ve bundan dolayı neredeyse yirmi senedir bu filmden vazgeçmedigini söylemiş.
    bana göre film, soundtrack'indeki* jazz parçalar gibiydi, ağır-aksak, bir ruhu olan.
    ama bir sorun vardı.
    bazen elinizde bir iş olur, onu öyle mükemmel yapmaya çalışırsınız ki sonunda çıkan şey, mükemmelikten o kadar uzaktır. takıntılarınızın kurbanı olmuş, zorlama.
    sorun buydu.
    yine de sevdim.
    edward norton'ın oldugu ve sevmedigim bir iş bilmiyorum, bunun işlerle ilgisi de olmayabilir.

    --- spoiler ---
    film adını, ana karakter lionel'a mentörü frank'in taktığı lakabından alıyor. motherless brooklyn.
    6 yaşında öksüz kalan 12 yaşında da frank ile tanışan lionel, sadece tourette degil okb vb. ortaya karısık mental bozukluk sahibi, çok zeki. duyduğu ve gördüğü hiçbir şeyi unutmuyor.
    freak show diyor herkes ona, bazen kendi bile. hayatında annesi hariç kimseyle uyumamış, bir aile bilmemiş, kedisiyle yalnız yaşayan, aşık olunası sorunlu bir tip işte.
    filmdeki diğer önemli karakter ise moses rudolph. gerçek hayattaki robert moses'ın hayatından esinlenilmiş.
    seçilmediği ve atandığı eş zamanlı birçok görevle, new york'a şimdiki çehresini kazandıran en önemli figürlerden biri. gerçek hayatta da hayatını konu alan (filmin senaryosunun uyarlandığı 99 tarihli romandan önce) the block breaker diye pulitzer ödüllü bir roman da var.
    bu karakterle ilk tanışma anımız, benim çok hoşuma gitti. uzun bir süre alec baldwin'in muazzam kalın ensesini izleyerek tanışıyoruz bu karakterle. o da çok zeki, vizyoner. hatta şehri şimdiki yaşayanların değil, gelecekte yaşayacaklar için değiştirmesi gerektiğine inanan bir adam. tek sorun insan sevmiyor. önüne çıkan tüm engelleri bir böcek gibi ezmek istiyor. bundan da zevk alıyor.
    karakterin kardeşi ise, willem defoe'nun kısa ama öz oyunculuğuyla can verdiği şekilde, moses rudolph'un tam tersi. hatta onları ikiz gibi hayal ettim. biri diğerinin gelişmesine izin vermemiş, anne karnındaki tüm besinleri almış semirmiş, diğeri ise hep geri planda kalmış. bu silik kardeşin de hayalleri var, ama sonuçtan çok etik değerlere ve insana inandığı, erdemli bir insan olduğu için de hayallerine hiç ulaşamayacak.
    filmde bunun dışında birçok karakter var. hatta frank'in karısı gibi bazı yan karakterler, filme gereksiz bir kalabalık katmıştı. bazı sahneler neden vardı bilmiyorum.
    ama bazı sahneler, diyaloglar çok başarılıydı.
    mesela lionel ile bu sene hayatını yitirmiş michael k. williamsin canlandırdığı trumpet man arasında geçen diyalog çok iyiydi. iki deli birbirinin halinden anlıyor. lionel senin en azından deliliğini üfleyebileceğin bir trompetin var diyor. karşılığında ise "evet ama sadece bir süreliğine. bir günde çok fazla zaman var, çok çok fazla" yanıtını alıyor. bu yanıt çok gerçekçiydi. tam burada çalmadı ama filmi izlediğimden beri takıldığım thom yorke'un daily battles şarkısı bence burası için tam tam uygun bir şarkıydı. bayıldım. şarkı
    lionel ile moses arasında geçen diyaloglar da yine çok güzeldi. filmin sahneleri edward hoppertablolarına benzetiliyor ki özellikle kapalı yüzme havuzundaki sahneler gerçekten öyleydi. görsel
    sahne olarak dev adamın koridordaki topallayarak takip sahnesi de harikaydı. sadece o görüntüden ikonik bir korku filmi sahnesi yaratılabilir.
    son olarak dans ederken, lionel'ın tiklerinin tutması, ama laura saçlarını okşadıktan sonra geçmesi. öpüştükten sonra lionel'ın yüz ifadesi. adamın sadece yüzüne bakarak bile, kafasının içinde patlayan dinamitlerin sesini duyabiliyordunuz.
    işte bunlar benim aklımda kalan ve filmi izlemeye değer yapan sahnelerdi.

    --- spoiler ---

    ek: dış ses ilk versiyonda yokmuş. izleyicinin lionel ile cok uzak kaldığını düşünen norton, sonradan filme eklemeye karar vermiş. bence doğru karar olmuş.
13 entry daha
hesabın var mı? giriş yap