175 entry daha
  • sevmemektir.

    ne koşulda, ne şartla ve ne şekilde olursa olsun; bir çocuğa yapabileceğiniz en kötü şey onu gerçekten sevmemektir.

    çocuk dediğiniz varlık, genel kanıya göre 7 yaşına kadar bir öğrenme ve algılama evresinden geçer. etrafında ne var, kim var, ne yapıyor bu kişiler, kendisi neler yapıyor, nesneler nedir, dünya nedir. bu tarz algılar ve sorular cevaplanır hep.

    siz, bu süre içinde ve sonrasında, çocuğu sevmezseniz o'na koşulsuz sevgiyi göstermez hissettirmezseniz bu, bir sürü farklı inanışa, travmaya ve probleme yol açar. mesela:

    çocuk, kendisinin sevgiye değer bir "şey" olmadığına inanabilir (şey diye yazdım zira birey olduğu tam olarak oturmamış olabilir). bu yüzden zihni, onun hiç bir zaman sevilmeye değer bir kişi olmayacağına inanabilir ve o andan sonraki bütün kararlarında/hareketlerinde buna yönelik bir amacı olur. sevgiye değer biri olduğunu kanıtlamak ister. karşı tarafa hep sevgi gösterirse bir karşılık alacağını, sevileceğini düşünebilir bu yüzden sevmediği kişilere bile çok iyi davranır. aslında bilinçli olarak o kişilerin sevgisini istemiyordur ancak bilinçaltında o sevgiyi isteyen büyük bir kısım vardır, gizliden yürütür işleri. elbette bu yürütme işi, kendisinden fedakarlık vermesini gerektirir çünkü teknik olarak hiç kimse herkes ile çok iyi anlaşamaz. taviz verir kendinden, sevdirmeye çalışır. o açığı kapatmaya çalışır. bilinç ve bilinçaltı her ne kadar uyumlu gibi görünseler de, bilinç bir şey isterken altı ise tam tersini arzuluyor ve bilinç fark etmeden alttan alttan kendi isteği doğrultusunda hareket ettiriyor olabilir. bu yüzden bazı durumlarda, kişi, kendini herkese sevdirmeye çalıştığını fark etmez.

    peki çocuk, sevgiye değer biri olduğuna inanmaz ise, kendini ne kadar sevebilir? başta dediğim gibi, bir bebek bir çocuk her şeyi ailesinden ve etrafından öğrenir. eğer sevmeyi öğrenmezse, kendisini de sevmeyebilir. bilmiyordur nasıl yapacağını çünkü. hayatının sevgi ile dolu olması gereken döneminde, bu duyguyu tatmak için sürekli başkalarını memnun etmek zorunda hisseder ve buna göre davranırsa, kendisini sevmeyi hiç öğrenmeyebilir ya da unutabilir bir süre sonra. o küçükken tatmadığı duygunun, küçük ruhunda oluşturduğu acıyı kapatmak için başkalarından medet umar.

    çocuk, bir süre sonra belki de sadece sevgiye değil komple "değersiz" bir şey olduğuna inanabilir. herkese kendini sevdirmeye çalışan, sürekli kendinden taviz veren bir kişiye karşı insanlar zamanla saygılarını da kaybederler. bunun olması için izlenen yol şu tarzdadır genelde: karşıdaki kişi küçük bir sınır ihlali yapar, bu ihlal çocuğun prensiplerine, kişiliğine ya da ruhuna ters bir şey içerir. çocuk buna itiraz edip terslemeyi her zaman yapamaz zira öyle bir şey yaparsa sevilmeyeceğini düşünür ve sevilmemek onun için belki de en kötü şeydir. sevilmemek demek, boşluğun dolmaması demektir. insan boşlukla yaşar mı hiç? yaşayabilir mi? karşıdaki kişi, yaptığı ihlale karşı bir yaptırım olmadığını görünce, tekrar dener. bir tepki olmayacağını bildiği için tekrar yapar, tekrar yapar ve tekrar yapar. tabiri caizse sınırları zorlar. bu süreçte de saygı yavaş yavaş ortadan kaybolur. bu sefer çocuk, aynı zamanda saygı gösterilmeye de değer biri olmadığını düşünebilir. bu düşünce de aynı sevgide olduğu gibi yerleşir yavaşça.

    iki düşünce bir olur, zorlamaya başlar bu sefer. sevgiye değer değilse bu çocuk, ve saygı gösterilmeye de değilse, neye değerdir? bunu sorgular.

    belki uzun bir süre belki de hayatı boyunca, kendisi değişmeye çalışsa bile bilinçaltı ona engel olabilir. insanlara duymaları gerekenleri değil de duymayı istediklerini söyler zira bu şekilde onların onu daha çok seveceğini düşünür. insanlara kin tutmayı değil de affetmeyi seçer istemsiz olarak, çünkü kin tutarsa kötü davranırsa sevilmeyeceğinden çekinir. insanlar ona zarar verdiğinde sınırlarını aştıklarında karşı çıkmak yerine şakaya vurur ya da başka şekilde geçiştirir ki o insanlarla uyumlu gibi gözüksün ve karşılığında içindeki o boşluk biraz da olsa dolsun.

    sonra bir süre geçer, o boşluğu başkasının dolduramayacağını fark eder bir noktada. evet, teknik olarak başkası açmıştır, oluşturmuştur ancak pratikte, doldurabilecek tek kişi kendisidir. çünkü zaman, geriye doğru işlememektedir, anılar tekrar yaşanamamaktadır ve zamanında yüzleşilmesi gereken durumlar, tekerrür etmemektedir.

    bir örümceğin ağını, en son noktadan başlayarak geriye doğru takip ederek çıkış noktasını bulabilir belki insan, ancak bilinçaltındaki düşünceler ve/veya travmalar için aynı şeyi her zaman yapamayabilir.

    bunu kabul etmek, o boşluğu doldurabilmenin belki de birinci adımıdır, başlangıç noktasıdır. işte o kabul ettiği anda insan, bir zil sesi duyar. koşunun başladığının zilidir o. bu noktadan itibaren, kendi ayaklarıyla koşacak, rüzgara karşı gelecek, adelelerindeki asit miktarını arttıracak ve bir şekilde; bitiş çizgisine varacaktır. bunların hepsi, sadece ve sadece, kendi isteğiyle ve yoluyla olacaktır.

    not: psikolog ya da psikiyatr değilim. yukarıdaki yazıların hepsi, bir takım deneyimlere ya da düşüncelere dayanan "tahmin" ya da "kişisel görüş"lerdir. her insan her şeyden aynı şekilde etkilenmeyeceği gibi, her insanın da çözümü/başa çıkma şekli birbirinden farklıdır.
148 entry daha
hesabın var mı? giriş yap