26 entry daha
  • ortaokulda reading derslerinde epeyce sadeleştirilmiş versiyonunu üç kuruşluk ingiilzcemle okur iken faginden nefret etmiştim, asılmasına filan da hiç üzülmemiş; gidip ona sarılıp ağlayan oliver kardeşimizi de pek bir embesil bulmuş idim; yakın zamanda roman polanskinin çektiği filmini izleyince, kemale ermiş olan yaşımın da etkisiyle anladım ki esas nefret edilmesi gerekenler yetimhandeki iğrenç yaratıklarmış...

    çocukları bataklığa iten, aç bırakan, her tür psikolojik ve fizyolojik işkenceye maruz bırakan, ölmelerinden zerre kadar üzüntü duymayan, hatta çocukları üç kuruşa satan ve karnı tok, sırtı pek olanlar değil; o düştükleri bataklıkta boğulmadan yaşamayı öğreten ve belki kendisi de bir yetimhane eseri olan zavallı bir bataklık yaratığının tu kaka olması; azılı bir hırsız, bir serseri, bir suçlu olduğu halde çocuklara insan gibi davranan adam (fagin) aklını kaçırarak hücresinde idamını beklerken o yetimhanedekilerin tıkır tıkır işleyen, sıcacık düzenleri içinde kremalı börekler, sütlü çörekler yemeye devam etmeleri adaletsizliğin baki olduğunun çarpıcı bir anlatımıydı kanımca. adaletin şiirsel bir nokta atışıyla yerini bulduğu tek an ise bill sykies'ın kendi elindeki iple asılmasıydı.

    "iyiler zengin olur, kötüler ve hırsızlar hapse girer ya da ölür" çıkarımından çok fazlası vardı sanki. hikayeden çıkarılacak ders: "dünya kurulalı beri esas hırsızlar, yetim hakkı yiyenler, egolarını başkalarının eti ve ruhuyla besleyenler daima semirmeye ve güçlenmeye devam ederler. geri kalanlar da ikiye ayrılır, şanslılar ve şanssızlar..."
58 entry daha
hesabın var mı? giriş yap