365 entry daha
  • yıl: 2015
    yer: yozgat

    27 yaşında gurbet elde bir memurum. yozgat'ın, büyük bir şehrin ortalama bir mahallesi kadar bile nüfusu olmayan bir ilçesine düşmüşüz. bir mart ayı. attila ilhan diyor ya, "haftalar ellerimde ufalanıyor." günler öyle geçiyor. dünün bugünden, bugünün yarından hiçbir farkı olmadığı sıralı günler. işe gidiyorum. hayatımda hiçbir kesişim kümemin olmadığı tonla insanla bir kere geldiğim hayatın dakikalarını, saatlerini çar çur ediyorum. saat beş oluyor, iki poşet bira alıp evde behzat ç. izliyorum. evdeki divan bağlamanın akordunu neşet babanın tonuna çekmişim, malum meyhane sahnelerinde fonda neşet baba çalarken, kendimce eşlik ediyorum. settar tanrıöğen'in vavien filmindeki saz solosu sahnesi vardır, çok meşhur. bilmeyenler için linki burada. her günüm bu sahneden ibaret işte o yıllarda.

    günlerden bir gün, mesai sonlarına doğru, iş yerinin ön bahçe tarafından birtakım bağırış çığırış sesleri geldiğini fark ettik. pencereye yöneldiğimizde, bizim iş yerinin çaycısı, yozgatlı ahmet abinin, bağıra çağıra iki tane sırt çantalı yabancıyla anlaşmaya çalıştığını gördük. nuri bilge ceylan filmi sahnesi gibi. bir kadın, bir erkek ellerinde bir not defteri, dertlerini anlatmaya çalışıyorlar. sonradan öğrendim ki, içinde "öğretmenevi", "konukevi" gibi bazı türkçe kelimelerin olduğu bir deftermiş o.

    neyse, indik aşağıya. garipler, o kadar kanıksamışlar ki bu coğrafyada kimsenin ingilizce bilmediğini. hemen bize de türkçe birkaç kelime ile durumlarını anlatmaya çalıştılar. "çadır" diyorlar, "müsait" diyorlar falan. bunlarla ingilizce konuşmaya başlayınca, ikisinin de gözlerinin içi parladı. o sahneyi görmenizi çok isterdim. çölde dibine bir damla su serpilen bir bitkinin heyecanı neyse, o vardı vücut dillerinde.

    hayli muhabbet ettik ayak üstü. evli bir çift. kadın (sabina) rumen, eşi (jerome) -telaffuzu zor olduğu için kısaca jay-jay- fransız. 8 yıldır evliler. fransa'da yaşıyorlar. 2 yıl önce çin'e ulaşmak üzere italya'dan yürüyerek yola çıkmışlar. çadır kuracak yer arıyorlar. hikaye bu. toprağın önemine dikkat çekmek için, dünyanın farklı bölgelerinden toprak örnekleri alarak, bir çalışma yapmak niyetindeler. çok ilgimi çekti. kendilerini evime davet ettim. tereddüt bile etmediler, kabul ettiler. yola koyulduk...

    yolda, benim için pit stop mekanı gibi olan tekel bayiine uğradık. yüksek alkollü bir şey içmeyeceklerini, bira içebileceklerini söylediler. 2 poşet bira aldık, gittik benim eve. günlerdir yıkanmamış, yolda yalakta yatmış bir çift. saçlar, başlar pespaye. üzerlerine tohum atsanız çimlenir; öyle bir toz. benim için fark etmiyor, zaten bekar evi. ne olacak, gönüller bir olsun. velhasıl, eve girdiler, koltuğa oturdular. aç oldukları zaten aşikar; vejetaryen olmadıklarını öğrendikten sonra yemek söyledim, güzelce yedik. hiçbir şey isteyemiyor gariplerim. hiç teklif etmeden, banyoya gittim; temiz havlu çıkarttım, sıcak suyu falan açtım. hanginiz önce girmek istiyorsa, banyo hazır dedim. aralarında konuştular, önce erkek girdi. 10 dakika sonra pürü pak vaziyette geri geldi. adamcağız vaftiz edildiğinden beri böyle temiz hissetmemiştir kendini. sonra kadın girdi, bi 50 dakika falan kaldı sanırım.

    hatırlayanlar olacaktır. o yıl paris'te charlie hebdo diye bir karikatür dergisi islami terörün kurbanı olmuştu. (bkz: 7 ocak 2015 paris charlie hebdo katliamı) kadın duştayken, adamla uzun uzun o konuyu konuştuk. işte, o olayın en büyük zararı fransa'daki müslümanlara verdiğini, zaten yükselişte olan yabancı düşmanlığını körüklediğinden falan bahsetti.

    neyse, o sırada kadın duştan çıktı. 5-6 yaş falan gençleşmiş garibim. hatta adam, eşine sarılıp "seni uzun zamandır böyle görmemiştim, öpebilir miyim" falan demişti; gülüşmüştük.

    gelelim bu kadar şeyi bu başlığa neden yazdığım konusuna. türk edebiyatının en büyük romancısı kimdir sorusunun cevabını, ben o gece onlardan öğrendim. bu iki arkadaş, son derece kalburüstü bir entelektüel birikime sahip, 3-4 dil bilen, okuyan yazan insanlar. bir tanesi çevirmenlik yapıyor hatta. bazı edebi eserleri çevirdiğinden bahsetmişti.

    o gün orada, kitaplığım dikkatlerini çekti. baktılar bir sürü fransız yazar var. fransız olanın gururu okşandı. anadolu'nun çorak bir köşesinde, emile zola, victor hugo, alexandre dumas, jean-paul sartre gibi yazarların kitapları var. germinal'i gördü hatta bir ara. bana kelime anlamını falan anlatmaya çalıştı. o kitap da bir maden ocağında örgütlenmeye çalışan işçilerin hikayesini anlatır. bayağı bir konuştuk üzerine. derken, alt sıralarda türkçe kitaplara göz atmaya başladılar. nazım hikmet'in yapı kredi yayınlarının bastığı bir kitabı var. tüm şiirlerinin olduğu. onu gördü. aldı eline ve "türkiye'nin charles baudelaire'i" dedi. sonra yaşar kemal'i gördü. "çok üzgünüm" dedi, adam. yaşar kemal öleli bir ay ya olmuş, ya olmamış.* o, az önce bana fransız yazarları öven, iki saat natüralizmin doğuşunu anlatan adam, "onu anadilinizde okuyabildiğiniz için çok şanslısınız" dedi. gördüğü kitap da, hiç unutmuyorum; "bir bulut kaynıyor" kitabı. okumuş adam o kitabı. bir roman değildir bu kitap. yaşar kemal'in anadolu'da gezerken aldığı notlarını, anılarını içerir. sonra devam etti;

    - where is memed?

    aldı ince memed'in birinci cildini eline. baktı, baktı, dokundu. ilk kez türkçesini gördüğünden bahsetti. rastgele bir yer açtı ve bana "birkaç cümle çevirir misin?" dedi. dumura uğradım. ulan ben yaşar kemal'i nasıl çevireyim ingilizceye? kaderin cilvesi midir bilinmez, karşıma çıkan cümle de kelime kelime hatırlamasam da, "köylülerin toprağın artık altın kadar değerli olduğunu anladıklarına" dair bir cümleydi. mot a mot çeviremeyeceğimi ama toprağın ne kadar kıymetli olduğunu anlattığından bahsettim. adam, "biliyorum, biliyorum." dedi. okumuş adam gerçekten de.

    çölde vaha gibi resmen. 2015 yılının bir mart ayında, bozkırın göbeğinde, yozgat'ta bir fransızla yaşar kemal konuşuyorum. birini arayıp söylesem, "kimyasalı bırak" derdi, herhalde bana. o günlerden kalan birkaç fotoğraf var, birlikte bira içerken, türkü söylerken.

    buraya bırakayım da bu güzel insanların yüzlerini görün. internet sayfaları da var, onu da ekliyorum. inanmayan e-posta gönderip sorabilir. "yozgat'ta birlikte ederlezi ve kara toprak söylediğiniz adamı hatırlıyor musunuz" demeniz kâfi.*

    sonuç olarak yaşar kemal, sadece türkiye'nin değil, dünyanın en büyük yazarlarından biridir. ruhu şâd olsun, yattığı yer incitmesin...

    sabina ve jerome'un web siteleri: http://www.laterreenmarche.com/

    fotoğraflar:
    1
    2
    3
    evim biraz dağınıkmış, kusura bakmayın.

    edit: başlık gündeme geldikçe peyderpey mesajlar geliyor. evvela toplu hâlde herkese teşekkür ederim, güzel sözleri için. entry'i yazdıktan sonra sevgili sahlanankoc, jarome ve sabina'nın sitelerindeki bir yazıda, benden bahsettikleri bölümü bulup, benimle paylaşmıştı. yeri gelmişken onu da buraya bırakayım: http://www.laterreenmarche.com/…le/endofwinter.html

    sağ olsun kendisi mesajında çevirmişti ama ben fransızca bilmediğim için chatgpt'nin çevirdiği kadarıyla buraya türkçesini de ekleyeyim. benden; "yaşadığı yeri, dünyanın sonuna benzeten, güneyin sıcak ve aydınlık kenti antalya'dan gelen ziraat mühendisi" olarak bahsetmişler. artık, nasıl bir dehlizdeysem, "burası dünyanın bittiği yer!" falan demişim.* şaşırmadım gerçi: (bkz: yozgat/#35505207)

    bu vesileyle, büyük usta yaşar kemal'i de bir kez daha saygıyla yâd ediyorum. hakikaten de "insan, evrende gövdesi kadar değil yüreği kadar yer kaplar." imiş.

    yattığın yer incitmesin...
406 entry daha
hesabın var mı? giriş yap