139 entry daha
  • (sabah yazıp sonra kişisel gerekçelerle sildiğim aşağıdaki entry, gelen talepler üzerine tekrar girilmiştir, kimbilir belki yine silinir)

    güneşli ilkbahar sabahı. pazar olmasına rağmen erkenden uyanıyorum.kahvemi alıp camın önündeki koltuğa geçiyorum. dünün gazeteleri var elimde bugününkiler henüz gelmemiş rizeli bakkalıma. sabah güneşi parça parça süzülüyor tül perdenin içinden odama. televizyonu açıyorum, kaslı adamlar, incecik kızlar zayıflamak için icat edilmiş işkence aletlerini anlatıyor, suratlarında sahte olduğu kadar aptalca bir gülümseme ile. gazetem hala elimde, serdar turgut'un evlilik üzerine bu kez ciddiyetle kaleme alınmış yazısına göz gezdiriyorum.

    televizyonun sesini kısıp radyoya dönüyorum. kulaklarıma ince bir piyano sesi takılıyor. sonra o kadının sesi başlıyor yavaş yavaş. kulaklarım aşina bu sese, üstadın famous blue raincoatunu söylediğinden heralde.

    derken "o" uyanıyor, saat yediyi birazcık geçmiş. kapıya yaslanmış beni izliyor. lacivert pijamamı göbeğinin üstüne kadar çeksede minik ayakları yine de görünmüyor pijamanın paçalarından. tişörtümün kolları ise direseklerine kadar inmiş. bu haliyle nedendir bilinmez edith piaf'a benzetiyorum onu zira yüzünde o aynı çocuksu gülümseme. dün kuaförde özenle fönlenmiş saçları şimdi darmadağan olmuş, bir kısmı gözlerini, bir kısmı ise tişörtün bolluğundan tamamiyle açıkta kalmış zarif ensesini taciz etmekte.
    birbirimizi izliyoruz konuşmadan. tori amos konuşuyor ikimizin yerine, o harika piyano eşliğinde. piyaonun tınısına bırakıp kendinini, usulca gelip yere oturuyor, başını dizime yaslıyor, ellerim saçlarından huzur toplamaya başlıyor.
    güzel sesli kadın üzerimize gelmeye devam ediyor; whenever i am alone with you, you make me feel like clean again. konuşmuyoruz konuşamıyoruz. bir daha hiçbir zaman ikimizin de o pazar sabahı o odada olduğumuz kadar temiz hissetmeyeceğimizi biliyoruz. güvercinler konuyor pencereye, sesleri karışıyor piyanonun sesine. tori susuyor, "o" da yerinden kalkıp bir kaç saat sonra kalkacak uçağı için toparlanmaya gidiyor, odadan çıkarken gülümseyerek günaydın demeyi ihmal etmeden.

    serdar turgut'a ve kahveme dönüyorum ben de, içerideki veda havasını hissedip birden kaçışan güvercinlerin gölgesi düşüyor gazeteme. derken radyodan bir başka piyano sesi geliyor, gri pantolon, lacivert ceketli ortaokul yıllarımdan biliyorum bu şarkıyı, nothing lasts forever eventhough november rain diyor. hiçbir şeyin, hele ki doyulamayacak kadar güzel hiçbirşeyin sonsuza dek sürmediğini çoktan öğrenmiş olsamda isyan ediyorum. belleğimdeki şair giriyor bu kez devreye, "ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın, ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını ". vazgeçiyorum mücadele etmekten.

    gidiyor...

    uçak arkasında beyaz dumanlar bırakarak kaçıp gidiyor. ben, gazetem, rizeli bakkalım, kenarları kelleşmiş kahverengi koltuğum, tori amos, kasım yağmuru, ayrılık ayracı herşey uçağın bıraktığı dumanın altında nefessiz kalıyor.

    ve yaşanan o an, çok zaman sonra sözlükte bana tanım yaptırıyor;
    tori amos yorumuyla geçmişimin kirlenmeden bitmeyi bilmiş tek öyküsünde, en temiz en saf ana şahitlik etmiş şarkı.
145 entry daha
hesabın var mı? giriş yap