967 entry daha
  • sevgili maarri iyi bir yazardır, vicdan sahibidir, donanımlı ve esprili biridir. severek takip ederim, bilgisi ve emeği ile yıllardır birçok konuda orjinal perspektifler sunmuştur sözlükte. [önce iyice bir öveyim de highpriestess gibi engellemesin beni. o arkadaş da tumturaklı kelimelerle burjuvazinin aslında devletle iç içe olmadığını yazmıştı da ben entrymde verdiği örneklerin bile tarihsel burjuva-devlet işbirliğini ispat ettiğini belirtince basmıştı engeli. sağolsun öncesinde sol gerici, devlettapar falan demeyi de ihmal etmemişti. oysa kendisi tüm geri kalmış cahil anadolu'ya eleştiriye tahammül eğitimleri veriyordu hem de beleşe.] maarri'ye güvenim var o engellemez. çünkü batı'nın değerlerini özümsemiş bir arkadaş, hem batıda başbakanlar işe bisikletle gidiyormuş diyor ve ya allah bismillah diyerekten başlıyorum.

    sevgili maarri'nin filistin mevzusunda yazdığı ne yazık ki fiyasko entryi tekrar tekrar okudum. elimden geldiğince alıntılarla, bağlama dikkat ederek eleştirilerimi yazacağım. amacım bir şeyler anlatmak değil, anlamak.
    fakat maarri'nin bu son yazısı diğer yazılarından farklı olarak "ha dur şunu unuttum, sonra laf söz olmasın, onu da gözden kaçırmış gibi olmayayım, fazla övdük dur şurada da handikap falan diyerek yereyim" paragrafları ile dolu, sığ, yer yer kopuk ve vicdanın uzağına düşmüş bir yazı. bu yüzden yazıdaki en sivri bulduğum kısımlara değineceğim.

    --- spoiler ---
    batıyı eleştirirken ısrarla göz ardı ettiğimiz bir gerçek var: batıya dair eleştirdiğimiz her türlü konu başlığının ahlaki ve hukuki zeminini bile batı üretti. bundan 500 yıl öncesine kadar, dünya üzerindeki hiçbir coğrafyada huzur, barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük, refah ve adalet yoktu, daha da ötesi ve önemlisi, bunların olmadığını söyleyebileceğimiz bir kavram dünyamız bile yoktu
    --- spoiler ---

    ee? ne olsun peki? batı dışında açlıkla, işgal ile, sömürü ile, sömürü ve işgal ile bağlantılı iç savaşlar ile kavrulan devasa coğrafyalar ve milyarlarca insan kendisini doğrudan ilgilendiren bu mevzularda konuştu, konuşuyor, konuşacak, konuşmalı da. bu noktada sözcüklerin ve kavramların etimolojik kökenine falan girip batı'ya ait olanlara bakıp acılara sebat mı gösterilsin, ''tamam bu değerleri onlar üretti, o zaman onlara yönelik eleştirilerimizde daha yumuşak kalalım. kırıcı olmayalım'' mı desin, ne yapsın! hakikaten ''nerede o eski ramazanlar''dan daha büyük bir klişe bu da. modern hukuku batı icat etti de engizisyonu kim icat etti, enternasyonalizm batıda anlamını buldu da milliyetçiliği kim bugünkü formuna getirdi, ırklar arası eşitliği batı ile öğrendik de yine ırkçı antropolojiyi kim icat etti, reform hareketi süper hareketti de hangi kurumlara ve hangi yerleşik sömürü biçimlerine karşı gelişti? rönesans süperdi, aydınlanma muhteşemdi, kentleşme enfesti, bilimsellik şahaneydi, sanayileşme vay canınaydı, haklar mücadelesi tam kıvamındaydı da tüm bunlar neye karşı, kime karşı, ne için yaratılan değerlerdi? batı aydınlığı üretti de karanlık yokken mesela aydınlık bir ortamda öylesine mi aydınlık arandı? zaten tüm yaratılan güzel ve görkemli değerler, hüküm süren karanlık bir perdenin yırtılması ile mümkün olmuyor mu? kölecilik olmadan anti kölecilik, sömürge olmadan anti sömürgecilik, kolonyalizm olmadan anti kolonyalizm, emperyalizm olmadan anti emperyalizm, ırkçılık olmadan anti ırkçılık, faşizm olmadan demokrasi, tekçilik olmadan çoğulculuk, diktatörlük olmadan cumhuriyet, gericilik olmadan ilericilik arayışı, tahayyülü ve mücadelesi mümkün mü? eğer bu mümkün değilse o halde şunu kabul etmek ile başlamak gerekiyor: o batı tarafından tamamen yırtılıp indirildiği varsayılan, oysa hakikatte sadece daha uzak coğrafyaların üzerine sömürü ve tahakküm amaçlı sımsıkı gerilen karanlık perdeler hakkında konuşurken o perdelerin terzisini eleştirilerden muaf tutmak ne çözüme yöneliktir, ne ahlaki ne de vicdani!

    batı bir şeyleri, akıl ve sağduyu buna insanlığın ortak mirası der fakat hadi onlar da batının eseri olsun, daha işlevsel, etkili ve zamanında işledi ve şahane değerler yarattı, süper. fakat batının soluk soluğa kalmış aç bir köpek gibi, eti ve tırnağı ile, dişi ve kanı ile canhıraş ve soluk soluğa kazıdığı bu tünelin keyfi olmadığını, insanlığı umutsuz bir karanlığa mahkum etmeye çalışan yapı ve kurumlardan kaçmak için kazıldığını ve bu karanlık yapıların da yine bizzat batı tarafından üretildiğini, yaygınlaştırıldığını kabul etmeden en fazla öncesi bilinmeyen bir şirinler köyü tahayyülü ile dünyayı okumaya başlarız. birileri köleciliği kaldırdıysa ortada bir kölecilik olduğu içindi. birileri kralın yetkilerini görkemli mücadeleler sonunda kısıtladıysa, ortada yetkileri tanrısal olan krallar da olduğu içindi. batı, ırkçılığın karşısında mücadele edilmesi gereken bir şey olduğunu idrak edene kadar 100 milyon insan geberdi, bunun kaç mislinin hayatı mahvoldu, koca koca kıtalardaki sayısız insanın, ten renginden dolayı, maden ocaklarından çıkıp okul ile tanışması trilyon yıl gecikti ama batılılar kaldırdılar ırkçılığı, insan haklarını geliştirdiler, medeni hukuku yarattılar, allah razı olsun. israil'in kurulması bile batının yahudilere yönelik soykırım politikalarının en direkt sonucu ama batı bazı değerleri yarattığı için biz önce kendimizi eleştirelim!

    tam bu noktada klasik liberal ve pek popüler savunu şudur; ''yine de bak adamlar kaldırmışlar işte. yiyorsa sen de kaldır bir şeyleri. kalkmıyo di mi, ötmüyo di mi'' ben şahsen bunun kadar sömürge ilişkilerinden, emperyal müdahalelerin iç dinamikleri kalıcı bir şekilde felce uğratmasından, güçlünün zayıfı istediği şekilde istediği kadar manipüle etmesinden, vekaletle iç kamuoyuna yön veren yapılardan, işbirlikçi yapılara sonsuz kredi akıtılırken muhaliflerin, tıpkı yemende olduğu gibi, taş devrine mahkum edilmesinden, küresel rıza üretiminden bihaber bir çıkarım daha duymuş değilim. ''sen de sömürtmeseydin kardeşim''in fikri ebeliğini yapanlar da zamanın kölecilik karşıtlarına ''siyahiler bizimle aynı olsalardı biz onları köle ettiğimizde ortalığı ayağa kaldırırlardı. bak susuyorlar ama. bilim adamlarımıza söyleyelim de beyinleri incelensin, kesin doğaları böyledir bunlarin'' diyen 17-19. yy beyazlarıydı. eskiden avrupa'nın üzerinde kızıl hayaletler dolaşırdı, şimdi her tarafta süt beyaz, bembeyaz hayaletler. neyse ki maarri insaf etmiş de highpriestess gibi "batıyı eleştiyorsunuz ama herkesler de oraya iltica ediyor, hiç afganistan'a iltica eden yok" falan dememiş. malum, bunun bir tık ötesi 68'in meşhur ülkücü sloganı "yallah moskova'ya" zaten.

    --- spoiler ---
    israil yarın "tamam ulan kapatıp gidiyoruz, aha devletimizi lağvettik, alın bütün bu toprakların hepsi sizin olsun" dese, ardından bütün yahudiler komple pılını pırtını toplayıp antarktikaya göç etse, filistinliler doğru düzgün bir devlet kurup kendilerine refah ve barış içinde yaşayabilecekleri bir gelecek inşa edebilirler mi?
    --- spoiler ---

    yani bu nedir? metafora zorlandım, günahım senin boynuna: ''erkekler olmasa kadınlar iki gün idare edemez''den ne farkı var şu argümanın? israil ile filistin arasındaki bu mutlak biçimde israil lehine olan kan tiyatrosuna yaklaşımımız ''valla filistinin tipine bakıyorum da israil olmadan da bunlardan bir cacık çıkmazmış zaten''den öteye gitmeyecekse politik savunularımızın tamamını güçlüden ve egemenden yana yapalım gitsin. bu mantıkla kadın-erkek, türk-kürt, beyaz-siyahi, israil-filistin, zengin-fakir politik ikiliklerinin tamamında egemenden yana tutum sergilememek için en ufak bir nedenimiz kalmaz. yeterince tahakküm ve egemenliğin olduğu yerde ne üretiliyorsa güçlü tarafından üretildiği, ne anlatılıyorsa güçlü tarafından anlatıldığı için ve fikirlerimiz de mevcut olan bu yapılardan hareketle inşa edildiği için alternatif tahayyülümüz sürekli güçlüden ve egemenden yana olacak, onun lehine olacak. o zaman ne gerek var sorgulamaya, karşı koymaya, itiraz etmeye. teşbihte hata olmaz ama türk faşistleri de ''abi türk devleti olmasa kürtler birbirini yer zaten'' diyordu. çünkü kürtler feodal, eşek siken, berdelci, ağacı, şeyhci, asiretci insanlardı türkler ise zaten tövbe haşa hep modernlerdi. argümanın bu anlayıştan ne farkı var!

    israil antartika'da da olsa medeniyet inşa eder, doğru. peki neden? çünkü çevrelerine tel örgü çekip ilacı, gıdayı, temel enerji maddelerini, suyu falan bile sayı ile vermeyecek kimse, 100 günde uykusunda ve sedyesinde öldürülen 25 bin insanına dünya sessiz kalmayacak, dünyanın her yerine vizesiz uçuşları olacak, onlara yönelik en ufak eleştiri bile anti semitizm ve holokost kartı ile bertaraf edilecek, lobi denince akıllara yine onlar gelecek, süper güç devletler ulusal güvenliklerini israil'in ulusal güvenliğine bağlı görecek. bunlar ve daha sayısız avantaj filistin'e nasip olmadığı için henüz ''onlar yapamaz ya'' diyemiyorum şahsen. misal hitler faşizminin yenilmediği bir senaryoda yahudileri de gördük. günlüklerinde ''insan kalabilmek dışında mücadelemiz yoktu. açlıktan çocuğumuzu yerken önce takas yaptık, tanımadığımız çocukları yemek daha kolay geliyordu'' diyorlardı antartika'da bile olsa medeniyet kurabilecek olan o yahudiler. bilim, felsefe, teknoloji yapmıyorlardı yani o kamplarda. neden? çünkü koşullar. koşullar eşitmiş de bir taraf lgbt haklarını tanımak için toplanırken diğer taraf sırf hasletleri öyle gerektirdiği için cihatçılardan çıhatçı beğenmiş gibi ele alma kolaycılığı essentialist-özcü bir anlayış değilse nedir bilmiyorum. batı'nın rus-ukrayna savaşında tarkovsky'i imdb listesinden çıkarmasından, dostoyevsky'i veto etmesinden, spor kulüplerindeki rus yöneticileri resmen sürgün etmesinden ne anlamalıyız? filistin'in maruz kaldığının trilyonda birine bile maruz kalmadan bu despotizmi ve neo nazi faşizmini * insanlığın üzerine boca eden batıyı nasıl ele alalım? diye sorsak öznel koşullardan girilip münferit olaylardan çıkılacak, güvenlik endişesinden girilip tehditlere karşı olağan tepkilerden çıkılacak, "ama iyiler de var"dan girilip ''rusya'ya iltica et o zaman'dan çıkılacak, biliyoruz. ama söz konusu batı dışı toplum olunca tüm o insanlar bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında devcileyin bir gericiye dönüşmüş olarak buluyor. münferitmiş, öznellikmiş, özgünlükmüş, tikellikmiş, konjonktürmüş, tarihsellikmiş, nedensellikmiş başka bahara! tüm bunlar batılı beyaz adamın mezesi, dokanma!

    şiddete dayalı sömürü ve şiddet dışı sömürü biçimleri ile açıklamadığımız her olay ve durum, egemenden yana tutum almaktan başka işe yaramayan, bir ucuyla özcü/ırkçı çıkarımlara varan söylemleri doğurur. batı dediğimiz mefhum asırlar boyunca bir şiddet, sömürü, tahakküm, ve akıldışılıkla bir arada yaşadı ve sonunda kısmi bir çıkış yolu bulabildi. biri çıkıp batıya "hele matbaayı, barutu, pusulayı, cebiri bizden alarak böyle boru öttürdün, sökül bakalım" dese haklı olaraktan yerin dibine sokuyoruz da azıcık ilerleme çabası gösteren her halkı, azıcık sorgulamaya çalışan her insanı "batıdan aldığın kavramlar bunlar" diye susturmanın manası ne? bu coğrafyaların da bir şansı var, önünde zaman var, direnişi var, değişim arzusu ve dahası mecburiyeti var. batı bir şeylere karşı mücadele ederek çıkış yakaladıysa o şeylerden biri de ''onlar da sömürtmeseymiş, onlar sömürü olmasa da geri kalacaktı'' anlayışıydı. batı'ya ve evrensel değerlere (avrupa evrenselciliği deyip ortamı daha da bulandırmak istemiyorum) yüzümüzü döneceksek, batının bile kaç asır önce mahkum ettiği anlayışlara teslim olmamak gerekiyor. ''israil de seküler filistin hareketlerini tasfiye etti gerçi ama onlar olsaydı da bir şey değişmezdi'' gibi bir argümanı israilli bir dinciye söylesen güler. ''biz çok fark eder diye düşündüğümüz için onların tasfiyesi için her şeyi yapıp radikal dincileri parlatmaya giriştik ama sen bilirsin yine de'' der, arkasını döner gider. yüzlerce insanı katledip kadın cesedi teşhir eden ilkel primat sürüsü hamas ile sosyalist ve enternasyonal karakteri tarihe nam salmış fkö'yü bir tutmanın da ismi özcülük, bilinsin bu. "siz kimi ve neyi savunursanız savunun, aynı boksunuz" demenin daha kibarcası. dünyanın neresine giderseniz gidin, bir topluluğun seküler ve solcu bir hareket de savunsa, fundamental kiralık katillerinde savunsa aynı kalacağını savunmanın ismi ırkçılık olurdu, özcülük olurdu. hakikaten kadın ve bebek cesetlerinin arasından bunları tartışıyor olmak başlı başına can yakıcı. fakat en azından bir topluluğun yani filistin halkının kendi kendine yetmesi, kendi kararlarını alabilmesi, deneme yanılma ile önünü görebilmesi, kendi kaynaklarını kullanabilmesi, kendi geleceği hakkında söz sahibi olabilmesi, güven içinde yaşayabilmesi, gericilik olacaksa bile uluslararası bir müdahale sonucu değil de kendileri deneyip pişman olacakları bir gericiliği tercih edecek kadar bağımsız olabilmesi her şeyden daha önemli bugün. geri kalacaklarsa bile bunda filistin dışı sömürgecilerin payı olmasın. daha gıda, sağlık, can güvenliği bile olmayan bir topluluğa lgbt hakları, sekülerizm, istifa eden bürokratlar diye ders verirken bu basit hakikat her an aklımızda dursun. zulüm, bir tarafın aydınlık dediği şeyi bir başkasına zorla dayatmasından doğuyor zira.
89 entry daha
hesabın var mı? giriş yap