• anadolu lisesinin 7 yıl olduğu zamanlarda okudum. ahmet arkadaşımız vardı. biraz faklı bir karakter. farklı olduğu için kimse onunla arkadaş olmak istemez hatta spastik diye dalga geçerlerdi. kimse onunla oturmak istemezdi.

    yine bir yıl başlangıcında oturulacak yerler ayarlanırken kimse onunla oturmak istemedi. ben ahmet'le oturmak istiyorum deyince herkes bana baktı. ahmet zor bir çocuktu ama idare ediyordum. sırf farklı ve gariban diye dışlanması beni çok rahatsız ediyordu.

    ahmet okula aktarmalı iki otobüsle geliyordu. her gün derse 5 dakika geç gelirdi. ahmet bir önceki otobüse binse okula 40 dakika erken gelirdi, o yüzden gecikirdi. ahmet bir gün yine geç geldi. ingilizce hocası çocuğu azarlamaya başladı. sonra masasına çağırıp tokat atmaya başladı. ben dayanamadım "enough" diye çıkıştım. hoca da gel bakem sen dedi. madem isteklisin onun yerine seni döveyim. evet ahmet için dayak yedim ama zoruma gitmedi. (bu arada o ingilizce hocasının ben amk, iğrenç bir insandı.)

    yine bir gün tenefüs sırasında bir grup arkadaş ahmet'le dalga geçiyordu. hemen yetiştim mevzuya, noluyo la burada??? sanane amk dediler, avukatı mısın ? tam ağzımı açacağım, ahmet de bana "haggat la sanane amk" dedi.

    o gün çok şey öğrendim.
  • filistin'i 400 yıl türklerin idare ettiği bilgisi yanlış değil ama eksik bir bilgidir. filistin'i osmanlılar 400 yıl yönetti ama ondan önce de yönetenler yani memlükler büyük oranda türktü. dolayısıyla bölgeyi 800 yıl türkler yönetti. özellikle bölgeyi son haçlı kalıntılarından temizleyen baybars'ın türk olduğu gayet net. devlet kademelerinde çerkesler de vardı ama memlüklerin bir diğer adı devleti't-türkiye olduğuna göre devlette türk hakimiyeti belirgin.

    neyse, 800 yıllık türk boyunduruğundan kurtuldular da ingilizlerin yardımıyla bağımsızlık kazanarak rahat ettiler. önleri açıldı, huzura kavuştular.

    edit: yazım hataları
  • türkiye'nin neden desteklediğine anlam veremediğim, tanınmayan devlet.

    türkiye'nin başına musallat olan bütün terör örgütlerinin bir filistin geçmişi var. hepsi orada eğitim alıp türkiye'ye karşı savaşıyor. ezilmiş halklar adı altında pkk'yı, kafkaslar'da ermenistan'ı destekliyor. soykırım oldu diyerek türkiye karşıtı grubun yanında yer alıyor. maddi olarak bir çıkarımız yok, gaz petrol falan yok. tek olayı din desek, o da şii grupların elinde adamlar bizi dinsiz görüyor.

    israil 1967 anlaşmasına uymadığı için denebilir, 67'de 6 günde, 73'te 3 haftada bütün arap koalisyonuna tek başına diz çöktürdüğü için o anlaşmayı arapların bir tarafına sokabilir, tarihi kazanan yazar sonuçta.

    tarihi olarak bizim toprağımız diye sahip çıkmaya çalışıyorsak onu da anlamıyorum. o topraklar 1. dünya savaşında elden çıktı ve ingilizler'e geçti. türkiye, lozan'da bütün toprak taleplerinden vazgeçti. kalkıp selanik'de hak iddia etmiyorsak kudüs'te de edemeyiz, ki misak-ı milli içinde bile değil.

    sadece bu iktidar için demiyorum, öncesinde de aynı durum vardı. 90'larda "pkk'nın filistin kampları" haber yapılırdı, sonra "mazlum filistin" konuşmaları yapılırdı.

    gerçekten anlamıyorum.

    edit: arap-israil savaşı düzeltildi
  • lisede volkan diye bir arkadaşım vardı. tuhaf bir eğlencesi kediler üzerineydi. bir kediyi alırdı, kendi halinde oturan başka bir kedinin üzerine atardı. sonra da o ikisinin kavgasını izlerdi. kediler ne kadar zeki hayvanlar olsa da iletişimleri sınırlı olduğu için ikisi de savaşı başlatanın kendisi olduğunu söyleyemezdi. savaşı başlatan volkan da onların bu halini kikirdeyerek izlerdi.

    şimdi bakıyorum israil-filistin meselesine; aynı o kediler gibi tarihsel hafizadan yoksun toplumun evlatları meselenin sadece israil'den kaynaklandığını, 1950'lere kadar her şeyin normal olduğunu 1950'den sonra yahudiler artmaya başlayınca problemin doğduğunu sanıyor. filistin'in makus kaderinin ingiliz hakimiyetiyle başladığını kabul eden yok.

    ingilizler kıbrıs'tan da çekildi. ama kıbrıs'ta da 100 yıldır huzur yok ve fakat karlı çıkan birleşik krallık'tır. iki tarafın da dokunmadığı tek yer adadaki ingiliz üsleridir. akdeniz'in orta yerine onlarca uçak gemisine sahip olmaya bedel...

    ingilizler hindistan'dan da çekildi ama hindistan önce ikiye bölündü, hindistan ve pakistan olarak (bangladeş de sonradan pakistan'dan ayrıldı) ve o ikisi arasında da yüz yıldır huzur yok. ve fakat iki ülke de ingiltere'ye daha yakın olabilmek için yarışıyor. ingiltere beyin göçü ihtiyacının önemli bir kısmını oradan karşılıyordur.

    örnekler çoğaltılabilir. iber yarımadasında portekiz diye devlet olması bile ingilizlerin eseridir. ispanya'nın açık denizlerdeki üstünlüğünü o sayede kırmışlardır ve bk-portekiz paktı dünyanın hala sürmekte olan en eski paktıdır.

    ortadoğu'daki istikrarsızlaşma da ingilizlere, 2. dünya savaşından sonra abd'ye de yaramıştır. israil filistin savaşı sayesinde bölgede hakemlik yapabilmiştir. israil de filistin'in her karşı saldırısını ve hatta meşru müdafaasını israil'i dünya kamuoyu önünde meşrulaştırmak için kullanmanın yolunu bulmuştur. filistin direniş örgütleri de en son kamyonet kasasında, konserden kaçırılmış genç kız cesedini tekbir getire getire sokaklarda sergileyerek ustlerine düşen görevi ellerinden geldiğince yapmışlardır.

    peki filistinkiler ne yapacaktı? ceket, kravat takıp kibarca "israil bey neden topraklarımıza yerleşiyorsunuz? ayıp olmuyor mu?" diye sorsalardı problem çözülür müydü? tabii ki çözülmezdi.

    ortadoğu toplumlarında ciddi bir tarihsel hafıza olsaydı 800 yıldır bölgeyi yöneten türkleri kovup bölgenin hükümranlığını ingilizlere bıraktıklarında zaten problemde çözülmez noktayi geride bıraktıklarını anlarlardı. tüm olan bitenlere rağmen hala "1950'lere kadar yanlış hiçbir şey yoktu" kafasıyla baktıkları için hala tek problemin israil olduğunu sanıyorlar, hala ingilizleri kurtarıcı, türkleri eski işgalci sanıyorlar. o yüzden türkiye'yi ermeni soykırımcısı, kıbrıs işgalcisi sayıyorlar. o yüzden azerbaycan'a karşı bile ermenistan'i tutuyorlar. o yüzden asala militanlarına filistin kamplarında eğitim verdiler. türkiye'deki sol terörist örgütler o yüzden filistin kamplarından yetişmedir.

    ve hala bu problemin çözümü konusunda ingilizlerden, medeni avrupa'dan medet umuyorlar. yıl 2023 olmuş bbc spikerine diyor ki "neden israil filistinli sivillere saldırdığında israilli yetkilere bunu kınayıp kınamadığını sormuyorsunuz da her hamas saldırısından sonra beni çağırıp kınayıp kınamadığımı soruyorsunuz? üstelik israil ordusuyla israil halkı arasındaki bağ, hamas militanlarıyla filistin halkı arasındaki bağdan çok daha yakın ve dolaysız"

    https://youtu.be/nzfcj4nn4dk?si=k-tqlqa62uleww_q

    filistinli yetkilinin söyledikleri tamamen doğru. tek problem bunları ingiliz resmi devlet televizyonuna söylüyor olması, hala birleşik krallık'tan (ve ab'den) medet umması ve (tıpkı diğer ortadoğu ülkeleri gibi) türkiye'yi sömürgeci, işgalci, soykırımcı bir devlet kabul etmesi...
  • iki gün önce 19 mayıs'ı kutladık. fakat toplum olarak bağımsız bir ülkede doğmanın ve yaşamanın kıymetini ya da mustafa kemal ve silah arkadaşlarının işgalcilere karşı başardığı şeyin muazzamlığını anlayabilmiş değiliz. gerçi işgal altındaki bir ülkede yaşayanların bile yaşama hakkı için bir devlete ihtiyacı olmaması gerektiğini 300 yıl önce dünyalılar olarak çözmeye başladık ama gel gör ki "fikirler kurşun geçirmez" olduğu kadar bazı zihniyetler de fikir geçirmiyor.

    filistin'de -ekseriyetle de kudüs'te- yaşanan her gerilimde, olayların her alevlenmesinde, onlarca masum insan atalarının yaptığı hataların bedelini ödemek zorunda kalıp işgal altında doğduğu bir ülkede ölürken, roketler konfeti gibi havai fişek gibi havada uçuşurken, bu mesele her seferinde öyle bir noktaya gelip tıkanıyor ki kimse meselenin o sefer neden tekrar alevlenmeye başladığını bile hatırlamıyor.

    israil uzun zamandır ve planlı olarak doğu kudüs'te ve batı şeria içinde yerleşim yerleri kuruyor. bu planın bir alt parçası olarak da yaklaşık 2 yıldır kudüs'ün sheikh jarrah mahallesindeki filistinlileri mülklerinden zorla çıkarma girişimleri var. sheikh jarrah ya da tarihte bizim bildiğimiz adıyla şeyh cerrah, selahaddin eyyubi'nin şahsi hekimi. mahalle de adını şeyh cerrah'ın burada bulunan türbesinden alıyor. üstelik şeyh cerrah kudüs’te sıradan bir mahalle de değil. türkiye’nin kudüs başkonsolosluğu da dahil olmak üzere birçok ülkenin konsolosluğu ve israil devletinin birçok resmi binası var burada.

    mahalledeki ve civar mahallelerdeki mülklerin büyük çoğunluğunun tapuları osmanlı döneminden beri aynı ailelerde (vaktiyle bizim başkonsolosluğun tam karşısında 80 yaşında hristiyan bir filistinlinin dedesinden kalma arsadaki evini kiralamış ve bir süre yaşamıştım). israil'in kudüs'teki mülkler üzerindeki bu baskısından dolayı, insanlar tüm mülklerini ele geçirilmesin diye altı gün savaşı'ndan sonra kurulmuş vakıflara bağışlıyor. böylece mülkler zorla satın alınamıyor ya da haczedilemiyor.

    konunun en başını iyi kötü biliyoruz hepimiz, işte osmanlı'nın çöküş döneminde, bugün mescid-i aksa’yı da içinde bulunduran harem-i şerif'te de türbesi bulunan istanbul doğumlu şerif hüseyin ve iş birliği yaptığı general allenby komutasındaki ingiliz ordusu kudüs'ü ele geçirdi. allenby bunun bir haçlı seferi olmadığına halkı ikna etmek için bir saygı göstergesi olarak şehre at üstünde değil yaya girdi falan. fakat birinci dünya savaşı'nın sonlarına doğru ingiltere filistin'de bir yahudi ülkesi kurulabilmesi hakkında bir mektup yayınladı*. başta avrupa olmak üzere dünyanın birçok köşesinden filistin'e göç eden yahudiler bölgedeki yerleşik halklardan toprak satın almaya başladı. yerel halkın daha aklı başında olanları "bu işin sonu parlak değil" diye ciddi sesler çıkarsalar da, genelinin bu ticarette içi rahattı ve devam etti. nasıl olsa masa başında ingiltere devleti vardı.

    lakin ingiltere ikinci dünya savaşı'nın ardından filistin'den çekilince, yahudi konseyi israil devletinin kurulduğunu ilan etti. bunun üzerine de arap birliği israil'e savaş açtı. başlangıçta daha güçlü bir ordusu olan ve askeri anlamda başarılar da kazanan araplar, iyi ve planlı bir savunma yapıp düşmanını durduran ve ardından da ilerlemeye başlayan israil'e 1948 arap israil savaşı'nı kaybetti. bu savaşın sonunda filistinlilerin çok büyük bir kısmı komşu arap ülkelere iltica etti. bugün bile hala etkisi devam eden "filistinli mülteciler" sorunu başladı.

    bu ilk savaştan sonra uzun bir süre arap ülkeleri ile israil arasında diplomatik, ticari ve askeri çekişmelerle bezeli hafif tempolu ve uzun süreli ikinci bir savaş yaşandı (bkz: süveyş krizi). 1952'de mısır devrimini* gerçekleştirerek iktidara gelen abdünnâsır 1967'de arap ticaret birliği'nde "en büyük görevimiz israil'i yok etmektir" ile biten o meşhur tiradını atınca üçüncü bir savaş daha kaçınılmaz oldu. israil kendisinin iki katı büyüklüğünde askeri güce sahip arap birliğine adeta baskın niteliğinde bir savaş açtı.

    baskın o kadar güçlü ve etkiliydi ki altı gün savaşı israil'in kesin üstünlüğü ile bitti. savaş sonunda israil sınırlarını altı günde iki buçuk kat genişletti ve kudüs'ü de ele geçirdi, hatta bazı askerler kubbet'üs-sahra'ya bayrak asacak kadar olayı ilerletti (bunun üzerine dönemin türk başkonsolosu ali refik ileri'nin aracıyla harem-i şerif'in önüne gittiği ve "siz araplarla savaşıp yendiniz. burası sadece araplara ait bir mescit değil, bütün müslümanlarındır. eğer o bayrağı indirmezseniz bunu savaş sebebi sayarız." içerikli bir konuşma yaptığını, birkaç saat sonra bayrağın indirilmesiyle türk monşerin o gün için konuyu bir dinler meselesi olmaktan kurtardığını kudüs başkonsolosluğumuzun içinde üst düzey bir diplomattan dinledim).

    altı gün savaşı'nın hezimetini üzerinden atmaya çalışan arap birliği, uzun bir hazırlık, yeniden silahlanma ve planlama sürecinden sonra 6 ekim 1973'te tam da yom kippur'da israil'e saldırdı. yahudiler için yılın en önemli günü olan yom kippur'da bütün gün boyunca oruç tutulur, dua edilir, tanrıdan af dilenir. özellikle savaşmak dahil birçok şey yasaktır. işte bu şartlar altında başlayan savaş, israil'in ilk gün ağır kayıplar vermesine sebep olmuşsa da, savaş israil birliklerinin 20 gün içinde mısır ve suriye içlerine girmesi ile sona erdi.

    velhasıl, 1950lerin sonu ve 60ların başında özellikle mısır'da -ve biraz da tepeden inme- filizlenen filistinli mültecilerin örgütlenmeleri, altı gün savaşı ve yom kippur savaşı'ndan sonra çok ciddi bir direniş hareketine dönüşmeye başladı. bir nebze iyi eğitim almış, sürgünde el-fetih'i ve ardından filistin kurtuluş örgütü'nü organize etmiş ve bugünkü filistin hareketlerine göre daha seküler (hatta marksist) görüşe sahip yaser arafat ve arkadaşları* olsun, filistin halk kurtuluş cephesi'nin kurucusu grek ortodoks kökenli bir marksist-leninist ve dahası şeyh cerrah gibi bir doktor olan "el-hekim george habash" olsun, görüşleri farklı yönde olsa da sürgün edilmiş filistin halkları için örgütlenmeye, bildiriler yayınlamaya, dergiler çıkarmaya başladı. şu an halen sosyalist enternasyonal’in de üyesi olan el-fetih ocak 1969'da filistin'deki tüm unsurları özgür, laik ve siyonist olmayan bir filistin için mücadeleye çağıran siyasi bir bildiri yayınladı (ilgilisine: the seven points of fatah).

    bu örgütlenme o kadar dikkat çekiciydi ki dünyada sol akımların ana odağı haline geldi. filistin poşusu sol yapılanmaların bayrağı gibiydi. seküler, halkçı ve batıdaki sol örgütlerle de güçlü bağlantısı olan, türkiye'den de başta dev-genç olmak üzere birçok destek bulan yapı israil'in uzun vadeli siyonist planları için çok önemli bir engeldi.

    israil -yaptığı şeyin amacının veya sonucunun iyi/kötü veya doğru/yanlış olması durumundan bağımsız yazıyorum- işini etkin şekilde yapmaya, planlamaya, liyakate ve bilime önem veren bir devlet. filistin meselesine de bu açıdan baktı. çok sağlam akademik altyapısı olan stratejiler planladı ve filistin direnişini kendine göre yönlendirip kurgulamaya ve yönetmeye karar verdi. evlerinden sürülmüş mültecilerin, yaşama hakkı elinden alınmış insanların haklarının savunan arafat önderliğindeki direnişi parçalamaya başladı (bu arada küçük ama önemli bir not düşeyim, fkö ve fhkc sütten çıkmış ak kaşık değildi. arafat'ın ikinci intifadadaki tutumu ya da fkö ve fhkc'nin terör eylemleri üzerine sabaha kadar konuşulabilir). filistinlilerin seküler yapılarını zayıflattı. hamas'ın gelişmesi ve direnişin rotasını saptırması için her türlü kurumsal programlamayı (tıpkı ingilizlerin kurtuluş savaşı ve cumhuriyetin ilk yıllarında dinci cemiyetlerle denediği gibi) tasarladı, destekledi. 80li yılların başında hamas, el-fetih ile fikren taban tabana çatışabilecek kurumsal güce ulaşmıştı. 1987'de gazze'de başlayan ilk intifada hamas'ı islami bir trendden politik bir harekete çevirdi.

    buna rağmen o dönemde hala fkö etkisinde olan birleşik ulusal liderlik 14 ocak 1988'de 14 maddelik bir talep listesi imzaladı. neredeyse tamamı mahkumlar, esirler, halkların eşitliği, kışkırtıcı hareketlerden sakınma, vergi adaleti gibi konularla ilgili olan bildiride iki madde bugüne göz kırpıyordu; "müslüman ve hristiyan kutsal mekanlarına saygı" ve "batı şeria ve kudüs'teki yahudi yerleşimciler"

    o günlerde daha fazla meşruiyet kazanmak için kutsallara dört elle sarılan hamas ise, bugün artık en güçlü otorite sahibi durumunda. on yıllardır verilen hak ve halk mücadelesi, öz vatanda yaşama talebi; siyasal islamın ellerinde "mescid-i aksa'da namaz kılma" romantizmine bulanıp sembolik ve taraf bulamayan bir dinler mücadelesine dönüştü. gazze'de şeriat uygulayan, kendisine biat etmeyen camiyi imamı ve cemaati içerdeyken kapılarını kilitleyip yakan, 2007'de gazze'nin kontrolünü alınca şeridin tamamında alkolü yasaklamışken (kol kesme cezası ile) en tepedeki yöneticisinin yeğeni esrarla yakalanan (ve serbest kalan), halkın büyük bir kısmının güven oyunu alamayan ve birçok ülkenin ve birliğin terör örgütü listesinde olan hamas'ın temelsiz ve tek odaklı özgürlük çağrıları destek bulmadı. bugün halen en büyük destekçilerinden birisi olan erdoğan dahi, birçok kez dile getirmiş olmasına rağmen gazze’ye gidebilmiş değil.

    velhasıl, günümüze gelindiğinde, halen filistin nüfusunda önemli bir oranda bulunan hristiyanlar, laik araplar ve diğer etnik yapılar artık temsil edilememeye ve daha önemlisi taraf görülmemeye başladı. basit bir örnek vereyim, filistin ulusal yönetimi'nin başkenti batı şeria duvarlarının içindeki ramallah. ve şehrin belediye başkanı da musa hadid. konuyu belki daha açık kılabilir diye yüzeysel bir örnek veriyorum; kendisi bir hristiyan. bu da başkanlık mesajı: "filistin'in tüm oğullarını, arapçılığın tüm oğullarını ve dost canlısı küresel şehirleri ve bu halkın davasına inanan herkesi" ramallah'a ve yeniden yapılanması için yardıma çağırıyor. oysa son zamanlarda türkiye'de filistin meselesi denince oluşan kamuoyu desteği hep "ümmet mescid-i aksa'da ezanları susturmaz" gibi hedefsiz galeyanların çevresine toplandı, hiç kimse ramallah belediye başkanının sesine kulak kabartmadı. oysa aslında son günlerdeki bütün o olaylar 4 filistinli ailenin zorla evinden çıkarılıp yerlerine israilli paramiliterlerin yerleştirilmeye çalışılmasıyla başladı.

    direniş, siyonizmin yarattığı sürgünler ve zulüm ile mücadele eden bir özgürlük hareketinden, ebabil kuşları ile tüm yahudileri öldürmek isteyen fanatik islamcı bir kimliğe büründü. filistin cephesi, zamanla yahudi tarafındaki seküler ve özgürlükçü kanatların desteğini de büyük ölçüde kaybetti. üstelik israil ne zaman sıkışsa ya da ihtiyacı olsa el-aksa kartını, kutsal kartını oynayarak ortamı kaşıyor ve ajandasındaki gündemi arka planda bulanık suda uygulamaya devam ediyor.

    bu mesele için çözüm nasıl olur bilmiyorum. tahminen buradan çok sağlam linç yerim ama bunu da yazmadan edemeyeceğim; kudüs hiç var olmamış olsaydı, dünyanın şu an daha mutlu ve huzurlu bir yer olacağını düşünüyorum. bu gerçeğin gerekçeleri tüm taraflar tarafından ön kabul edilmeden de orta doğu'ya ve barış şehrine* barış geleceğini sanmıyorum.
  • 400 kusur sene türkler tarafından iyi kötü yönetilmelerini takriben çıkan 1. dünya savaşı ile "tam sirasidir biz bu çok sevdiğimiz din kardeşlerimizi anasını nasıl belleriz" deyip, üzerinde güneş batmayan imparatorluk, birleşik krallık veya daha aşina olduğumuz adıyla ingiltere ile birlik olup yüz binlerce türkü kalleşçe katleden halkın üzerinde yaşadığı coğrafya.

    (bkz: burnu boktan çıkmamak)
    (bkz: allahın sopası yok)
  • filistin sorunu çözülür mü? amerika memnun, suudilere, körfez ülkelerine silah satıyor. rusya mutlu, iran a silah satıyor,netenyahu hoşnut diasporadan yardım alıyor.filistin yönetimi ve hamasın keyfi yerinde uluslar arası yardımlarla köşeyi dönüyor yöneticileri. recep memnun bir ağlayıp, yalandan bağırıp oy topluyor,imam memnun toplanan yardımların bir kısmını cebine atıyor.müslümanlar memnun beddua edecekleri bir düşman var,yahudiler memnun dünya bize karşı birlik olalım diyor. olan çocuklara oluyor!!
  • kendilerine verilen desteğin motivasyonu karşılarındakinin yahudi olmasından gelir.

    bugün filistin halkı suudi işgali ile uğraşsaydı kendine müslüman diyen birçok insan filistinlileri suriye/mısır maşası olmakla suçlayacaktı yahut hiç tınlamayacaklardı bile.

    bu devlet için burada, instagram'da, facebook'ta, twitter'da mesneviler yazan tipler ışid'in şii/alevi katliamlarına, öso'nun lazkiye/banias katliamlarına, müslüman kardeşlerin mısır'daki hristiyan/kıptı katliamlarına yine mısırdaki ılımlı sünni katliamlarına ses çıkaramıyor.

    zihninin yongası siyasal islam olan yaratıklar varken, hamas gibi bir terör örgütü varken biraz zor toparlanacak ülke.
  • umarım israil missilemesi sonrası burdan türkiye'ye 'sığınmacı' gelmez.

    öldürülen israil asker, sivil ve kadın cesetlerine akıl almadık hareketler yapan 13 14 yaşında 'çocuklar' var. bak çocuk diyorum.

    bunu 'israilde onlara yaptı' diye açıklayamazsınız. bir yandan da videoya çekiyorlar.

    bakın bu intikam değil eğlence ve sevinç duygusı içindeler. bunlar normal bir halk olmaz, topluma entegre edilemez.
  • sevgili maarri iyi bir yazardır, vicdan sahibidir, donanımlı ve esprili biridir. severek takip ederim, bilgisi ve emeği ile yıllardır birçok konuda orjinal perspektifler sunmuştur sözlükte. [önce iyice bir öveyim de highpriestess gibi engellemesin beni. o arkadaş da tumturaklı kelimelerle burjuvazinin aslında devletle iç içe olmadığını yazmıştı da ben entrymde verdiği örneklerin bile tarihsel burjuva-devlet işbirliğini ispat ettiğini belirtince basmıştı engeli. sağolsun öncesinde sol gerici, devlettapar falan demeyi de ihmal etmemişti. oysa kendisi tüm geri kalmış cahil anadolu'ya eleştiriye tahammül eğitimleri veriyordu hem de beleşe.] maarri'ye güvenim var o engellemez. çünkü batı'nın değerlerini özümsemiş bir arkadaş, hem batıda başbakanlar işe bisikletle gidiyormuş diyor ve ya allah bismillah diyerekten başlıyorum.

    sevgili maarri'nin filistin mevzusunda yazdığı ne yazık ki fiyasko entryi tekrar tekrar okudum. elimden geldiğince alıntılarla, bağlama dikkat ederek eleştirilerimi yazacağım. amacım bir şeyler anlatmak değil, anlamak.
    fakat maarri'nin bu son yazısı diğer yazılarından farklı olarak "ha dur şunu unuttum, sonra laf söz olmasın, onu da gözden kaçırmış gibi olmayayım, fazla övdük dur şurada da handikap falan diyerek yereyim" paragrafları ile dolu, sığ, yer yer kopuk ve vicdanın uzağına düşmüş bir yazı. bu yüzden yazıdaki en sivri bulduğum kısımlara değineceğim.

    --- spoiler ---
    batıyı eleştirirken ısrarla göz ardı ettiğimiz bir gerçek var: batıya dair eleştirdiğimiz her türlü konu başlığının ahlaki ve hukuki zeminini bile batı üretti. bundan 500 yıl öncesine kadar, dünya üzerindeki hiçbir coğrafyada huzur, barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük, refah ve adalet yoktu, daha da ötesi ve önemlisi, bunların olmadığını söyleyebileceğimiz bir kavram dünyamız bile yoktu
    --- spoiler ---

    ee? ne olsun peki? batı dışında açlıkla, işgal ile, sömürü ile, sömürü ve işgal ile bağlantılı iç savaşlar ile kavrulan devasa coğrafyalar ve milyarlarca insan kendisini doğrudan ilgilendiren bu mevzularda konuştu, konuşuyor, konuşacak, konuşmalı da. bu noktada sözcüklerin ve kavramların etimolojik kökenine falan girip batı'ya ait olanlara bakıp acılara sebat mı gösterilsin, ''tamam bu değerleri onlar üretti, o zaman onlara yönelik eleştirilerimizde daha yumuşak kalalım. kırıcı olmayalım'' mı desin, ne yapsın! hakikaten ''nerede o eski ramazanlar''dan daha büyük bir klişe bu da. modern hukuku batı icat etti de engizisyonu kim icat etti, enternasyonalizm batıda anlamını buldu da milliyetçiliği kim bugünkü formuna getirdi, ırklar arası eşitliği batı ile öğrendik de yine ırkçı antropolojiyi kim icat etti, reform hareketi süper hareketti de hangi kurumlara ve hangi yerleşik sömürü biçimlerine karşı gelişti? rönesans süperdi, aydınlanma muhteşemdi, kentleşme enfesti, bilimsellik şahaneydi, sanayileşme vay canınaydı, haklar mücadelesi tam kıvamındaydı da tüm bunlar neye karşı, kime karşı, ne için yaratılan değerlerdi? batı aydınlığı üretti de karanlık yokken mesela aydınlık bir ortamda öylesine mi aydınlık arandı? zaten tüm yaratılan güzel ve görkemli değerler, hüküm süren karanlık bir perdenin yırtılması ile mümkün olmuyor mu? kölecilik olmadan anti kölecilik, sömürge olmadan anti sömürgecilik, kolonyalizm olmadan anti kolonyalizm, emperyalizm olmadan anti emperyalizm, ırkçılık olmadan anti ırkçılık, faşizm olmadan demokrasi, tekçilik olmadan çoğulculuk, diktatörlük olmadan cumhuriyet, gericilik olmadan ilericilik arayışı, tahayyülü ve mücadelesi mümkün mü? eğer bu mümkün değilse o halde şunu kabul etmek ile başlamak gerekiyor: o batı tarafından tamamen yırtılıp indirildiği varsayılan, oysa hakikatte sadece daha uzak coğrafyaların üzerine sömürü ve tahakküm amaçlı sımsıkı gerilen karanlık perdeler hakkında konuşurken o perdelerin terzisini eleştirilerden muaf tutmak ne çözüme yöneliktir, ne ahlaki ne de vicdani!

    batı bir şeyleri, akıl ve sağduyu buna insanlığın ortak mirası der fakat hadi onlar da batının eseri olsun, daha işlevsel, etkili ve zamanında işledi ve şahane değerler yarattı, süper. fakat batının soluk soluğa kalmış aç bir köpek gibi, eti ve tırnağı ile, dişi ve kanı ile canhıraş ve soluk soluğa kazıdığı bu tünelin keyfi olmadığını, insanlığı umutsuz bir karanlığa mahkum etmeye çalışan yapı ve kurumlardan kaçmak için kazıldığını ve bu karanlık yapıların da yine bizzat batı tarafından üretildiğini, yaygınlaştırıldığını kabul etmeden en fazla öncesi bilinmeyen bir şirinler köyü tahayyülü ile dünyayı okumaya başlarız. birileri köleciliği kaldırdıysa ortada bir kölecilik olduğu içindi. birileri kralın yetkilerini görkemli mücadeleler sonunda kısıtladıysa, ortada yetkileri tanrısal olan krallar da olduğu içindi. batı, ırkçılığın karşısında mücadele edilmesi gereken bir şey olduğunu idrak edene kadar 100 milyon insan geberdi, bunun kaç mislinin hayatı mahvoldu, koca koca kıtalardaki sayısız insanın, ten renginden dolayı, maden ocaklarından çıkıp okul ile tanışması trilyon yıl gecikti ama batılılar kaldırdılar ırkçılığı, insan haklarını geliştirdiler, medeni hukuku yarattılar, allah razı olsun. israil'in kurulması bile batının yahudilere yönelik soykırım politikalarının en direkt sonucu ama batı bazı değerleri yarattığı için biz önce kendimizi eleştirelim!

    tam bu noktada klasik liberal ve pek popüler savunu şudur; ''yine de bak adamlar kaldırmışlar işte. yiyorsa sen de kaldır bir şeyleri. kalkmıyo di mi, ötmüyo di mi'' ben şahsen bunun kadar sömürge ilişkilerinden, emperyal müdahalelerin iç dinamikleri kalıcı bir şekilde felce uğratmasından, güçlünün zayıfı istediği şekilde istediği kadar manipüle etmesinden, vekaletle iç kamuoyuna yön veren yapılardan, işbirlikçi yapılara sonsuz kredi akıtılırken muhaliflerin, tıpkı yemende olduğu gibi, taş devrine mahkum edilmesinden, küresel rıza üretiminden bihaber bir çıkarım daha duymuş değilim. ''sen de sömürtmeseydin kardeşim''in fikri ebeliğini yapanlar da zamanın kölecilik karşıtlarına ''siyahiler bizimle aynı olsalardı biz onları köle ettiğimizde ortalığı ayağa kaldırırlardı. bak susuyorlar ama. bilim adamlarımıza söyleyelim de beyinleri incelensin, kesin doğaları böyledir bunlarin'' diyen 17-19. yy beyazlarıydı. eskiden avrupa'nın üzerinde kızıl hayaletler dolaşırdı, şimdi her tarafta süt beyaz, bembeyaz hayaletler. neyse ki maarri insaf etmiş de highpriestess gibi "batıyı eleştiyorsunuz ama herkesler de oraya iltica ediyor, hiç afganistan'a iltica eden yok" falan dememiş. malum, bunun bir tık ötesi 68'in meşhur ülkücü sloganı "yallah moskova'ya" zaten.

    --- spoiler ---
    israil yarın "tamam ulan kapatıp gidiyoruz, aha devletimizi lağvettik, alın bütün bu toprakların hepsi sizin olsun" dese, ardından bütün yahudiler komple pılını pırtını toplayıp antarktikaya göç etse, filistinliler doğru düzgün bir devlet kurup kendilerine refah ve barış içinde yaşayabilecekleri bir gelecek inşa edebilirler mi?
    --- spoiler ---

    yani bu nedir? metafora zorlandım, günahım senin boynuna: ''erkekler olmasa kadınlar iki gün idare edemez''den ne farkı var şu argümanın? israil ile filistin arasındaki bu mutlak biçimde israil lehine olan kan tiyatrosuna yaklaşımımız ''valla filistinin tipine bakıyorum da israil olmadan da bunlardan bir cacık çıkmazmış zaten''den öteye gitmeyecekse politik savunularımızın tamamını güçlüden ve egemenden yana yapalım gitsin. bu mantıkla kadın-erkek, türk-kürt, beyaz-siyahi, israil-filistin, zengin-fakir politik ikiliklerinin tamamında egemenden yana tutum sergilememek için en ufak bir nedenimiz kalmaz. yeterince tahakküm ve egemenliğin olduğu yerde ne üretiliyorsa güçlü tarafından üretildiği, ne anlatılıyorsa güçlü tarafından anlatıldığı için ve fikirlerimiz de mevcut olan bu yapılardan hareketle inşa edildiği için alternatif tahayyülümüz sürekli güçlüden ve egemenden yana olacak, onun lehine olacak. o zaman ne gerek var sorgulamaya, karşı koymaya, itiraz etmeye. teşbihte hata olmaz ama türk faşistleri de ''abi türk devleti olmasa kürtler birbirini yer zaten'' diyordu. çünkü kürtler feodal, eşek siken, berdelci, ağacı, şeyhci, asiretci insanlardı türkler ise zaten tövbe haşa hep modernlerdi. argümanın bu anlayıştan ne farkı var!

    israil antartika'da da olsa medeniyet inşa eder, doğru. peki neden? çünkü çevrelerine tel örgü çekip ilacı, gıdayı, temel enerji maddelerini, suyu falan bile sayı ile vermeyecek kimse, 100 günde uykusunda ve sedyesinde öldürülen 25 bin insanına dünya sessiz kalmayacak, dünyanın her yerine vizesiz uçuşları olacak, onlara yönelik en ufak eleştiri bile anti semitizm ve holokost kartı ile bertaraf edilecek, lobi denince akıllara yine onlar gelecek, süper güç devletler ulusal güvenliklerini israil'in ulusal güvenliğine bağlı görecek. bunlar ve daha sayısız avantaj filistin'e nasip olmadığı için henüz ''onlar yapamaz ya'' diyemiyorum şahsen. misal hitler faşizminin yenilmediği bir senaryoda yahudileri de gördük. günlüklerinde ''insan kalabilmek dışında mücadelemiz yoktu. açlıktan çocuğumuzu yerken önce takas yaptık, tanımadığımız çocukları yemek daha kolay geliyordu'' diyorlardı antartika'da bile olsa medeniyet kurabilecek olan o yahudiler. bilim, felsefe, teknoloji yapmıyorlardı yani o kamplarda. neden? çünkü koşullar. koşullar eşitmiş de bir taraf lgbt haklarını tanımak için toplanırken diğer taraf sırf hasletleri öyle gerektirdiği için cihatçılardan çıhatçı beğenmiş gibi ele alma kolaycılığı essentialist-özcü bir anlayış değilse nedir bilmiyorum. batı'nın rus-ukrayna savaşında tarkovsky'i imdb listesinden çıkarmasından, dostoyevsky'i veto etmesinden, spor kulüplerindeki rus yöneticileri resmen sürgün etmesinden ne anlamalıyız? filistin'in maruz kaldığının trilyonda birine bile maruz kalmadan bu despotizmi ve neo nazi faşizmini * insanlığın üzerine boca eden batıyı nasıl ele alalım? diye sorsak öznel koşullardan girilip münferit olaylardan çıkılacak, güvenlik endişesinden girilip tehditlere karşı olağan tepkilerden çıkılacak, "ama iyiler de var"dan girilip ''rusya'ya iltica et o zaman'dan çıkılacak, biliyoruz. ama söz konusu batı dışı toplum olunca tüm o insanlar bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında devcileyin bir gericiye dönüşmüş olarak buluyor. münferitmiş, öznellikmiş, özgünlükmüş, tikellikmiş, konjonktürmüş, tarihsellikmiş, nedensellikmiş başka bahara! tüm bunlar batılı beyaz adamın mezesi, dokanma!

    şiddete dayalı sömürü ve şiddet dışı sömürü biçimleri ile açıklamadığımız her olay ve durum, egemenden yana tutum almaktan başka işe yaramayan, bir ucuyla özcü/ırkçı çıkarımlara varan söylemleri doğurur. batı dediğimiz mefhum asırlar boyunca bir şiddet, sömürü, tahakküm, ve akıldışılıkla bir arada yaşadı ve sonunda kısmi bir çıkış yolu bulabildi. biri çıkıp batıya "hele matbaayı, barutu, pusulayı, cebiri bizden alarak böyle boru öttürdün, sökül bakalım" dese haklı olaraktan yerin dibine sokuyoruz da azıcık ilerleme çabası gösteren her halkı, azıcık sorgulamaya çalışan her insanı "batıdan aldığın kavramlar bunlar" diye susturmanın manası ne? bu coğrafyaların da bir şansı var, önünde zaman var, direnişi var, değişim arzusu ve dahası mecburiyeti var. batı bir şeylere karşı mücadele ederek çıkış yakaladıysa o şeylerden biri de ''onlar da sömürtmeseymiş, onlar sömürü olmasa da geri kalacaktı'' anlayışıydı. batı'ya ve evrensel değerlere (avrupa evrenselciliği deyip ortamı daha da bulandırmak istemiyorum) yüzümüzü döneceksek, batının bile kaç asır önce mahkum ettiği anlayışlara teslim olmamak gerekiyor. ''israil de seküler filistin hareketlerini tasfiye etti gerçi ama onlar olsaydı da bir şey değişmezdi'' gibi bir argümanı israilli bir dinciye söylesen güler. ''biz çok fark eder diye düşündüğümüz için onların tasfiyesi için her şeyi yapıp radikal dincileri parlatmaya giriştik ama sen bilirsin yine de'' der, arkasını döner gider. yüzlerce insanı katledip kadın cesedi teşhir eden ilkel primat sürüsü hamas ile sosyalist ve enternasyonal karakteri tarihe nam salmış fkö'yü bir tutmanın da ismi özcülük, bilinsin bu. "siz kimi ve neyi savunursanız savunun, aynı boksunuz" demenin daha kibarcası. dünyanın neresine giderseniz gidin, bir topluluğun seküler ve solcu bir hareket de savunsa, fundamental kiralık katillerinde savunsa aynı kalacağını savunmanın ismi ırkçılık olurdu, özcülük olurdu. hakikaten kadın ve bebek cesetlerinin arasından bunları tartışıyor olmak başlı başına can yakıcı. fakat en azından bir topluluğun yani filistin halkının kendi kendine yetmesi, kendi kararlarını alabilmesi, deneme yanılma ile önünü görebilmesi, kendi kaynaklarını kullanabilmesi, kendi geleceği hakkında söz sahibi olabilmesi, güven içinde yaşayabilmesi, gericilik olacaksa bile uluslararası bir müdahale sonucu değil de kendileri deneyip pişman olacakları bir gericiliği tercih edecek kadar bağımsız olabilmesi her şeyden daha önemli bugün. geri kalacaklarsa bile bunda filistin dışı sömürgecilerin payı olmasın. daha gıda, sağlık, can güvenliği bile olmayan bir topluluğa lgbt hakları, sekülerizm, istifa eden bürokratlar diye ders verirken bu basit hakikat her an aklımızda dursun. zulüm, bir tarafın aydınlık dediği şeyi bir başkasına zorla dayatmasından doğuyor zira.
hesabın var mı? giriş yap