551 entry daha
  • roger waters her zaman sadeliği seven bir müzisyen oldu. bir röportajında “dylan’ı, neil young’ı, lennon’ı usanmadan dinlerim... ama ben aynı şeyi hiç yapamadım” der. daha da gerilere gidersek leadbelly’yi, bessie smith'i, billie holiday'i... hayranlık duyduğu insanlar bunlardı. leonard cohen’i olympia sahnesinde seyrettiği gün büyülenmişti. hiçbir şey yoktu, sadece o vardı, müzisyenleri ve kelimeleri... ama kendisi aynı şeyi hiç yapamadı. hep bir şeyleri tasarlamak istedi, güçlü bir görsellik yaratan ışık efektleri, dekorlar, filmler arasında şarkı sözlerinin ifade ettiği duygular... bunun sebebini, rock müziğinin, özellikle de pink floyd’un çok büyük kalabalıklara hitap etmesinde aramak lazım. bu koşullarda, sanatçı sahnedeki unsurlardan sadece bir tanesi…

    roger waters onun ötesinde bir gösteri yaratmak zorunda hissediyordu. grafik eğitimi olduğunu da düşünürseniz, bu görsellik kendisini hep ilgilendirdi... aslına bakarsanız, belki de sebep başka bir yerdedir: kendisi dikkat çekmek için hep koltuk değneklerine ihtiyaç duyduğunu söyler. babasını çok küçük yaşta kaybetmiştir ama onun ilgisini hep üzerinde tutmayı arzulamıştır. elbette ki bu imkansızdı, ama erkeklerin çoğunda, sürekli şaşkınlığa uğratmak istediği bir baba figürü görüyordu. bütün davranışlar bu ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. yaşının ilerlemesiyle bu durumun bir ölçüde iyileştiğini söyler kendisi... davranışlarına yön veren bir diğer sebep de, kadınları elinde tutma isteği oldu. annesinden başka kimsesi yoktu ve kendisini terk edeceği korkusu yaşıyordu. onunlayken ve hayatındaki diğer kadınlarla birlikteyken, yeterince ilginç biri olmadığını sanıyordu. sanki kendisini kendi olduğu için değil de, başka bir şey için sevmeleri gerekiyordu.

    pink floyd elemanlarıyla her zaman büyük tartışmalar yaşadı. grup elemanlarını kendisinden bahsederken söyledikleri gibi kendisinin alıngan, zorba, hatta megaloman bir kişilik yapısı olduğunu düşünmüyordu. uzun bir süre boyunca depresif biri olduğu doğruydu, öfke duygusuyla hareket etti, ama kurnazca hazırlanmış bir propagandanın kurbanı olduğunu iddia ediyordu. kaldı ki bu durum birlikte çalıştığı insanlara iyi mazeret sağladı. kendisi gibi yaratıcı ve dominant karakterli bir insanın, bir grubun parçası olması kolay değildi. işlerin dörtte üçünün kendi elinden çıktığını savunuyordu. bu da ister istemez, diğerleri için onur kırıcı bir şeydi.

    roger waters, şarkılarını sadece gördüğü ve etrafını kuşatan gerçekler hakkında yazdığını, her birinde umutsuzluktan ziyade, isyan duygusu bulunduğunu söyler. bütün şarkı sözlerinde bir iletişim arzusu var gibidir. buna örnek olarak picasso'nun "guernica”sını gösterir. o resimde görülmemiş bir şiddet vardır, sanatçının bozgununu ve öfkesini buram buram hissedersiniz. ama insancıl bir mesajı da fark etmemeye imkân yoktur: insanların korkuya cephe alarak bir araya gelmesi arzusu yayılır. eğer eserin içinde bu duygular mevcut olmasa, tablo bakılacak bir şey olmaktan çıkardı. yalnızca yıkıntılar ve cesetler... roger waters da şarkılarının da aynı orantıya sahip olduğunu söyler.

    bazı çevreler kendisine besteci olma yolunu syd barrett'in kaybının yol açtığını iddia eder. bu durumun onu dürtüklediği gerçektir, neredeyse kaçacak delik kalmamıştır kendisi için. yazmak zorunda hisseder kendini, yoksa grubun bitme ihtimali vardır. ve istemediği tek bir şey varsa, o da yeniden bir iş aramak, kendisini bir mimarlık ofisine tıkılmış görmektir. bu nedenle grubu yaşatmak ve müzik yapmak istiyordu.

    yazdığı ilk önemli şarkı “set the controls for the heart of the sun”dı. o dönemde parçayı pek ahım şahım bulmuyordu. hele ki sadece parçanın isminin olduğu satırı tek başına yazdığını düşünürseniz... geri kalan mısraları bir çin şiirleri derleme kitabından aparttığını sonradan muzipçe itiraf etmişti. ama zamanla o şarkıya geri döner oldu. bir aile kanserden ölmek üzere olan oğullarının sürekli bu şarkıyı dinlemek istediğini yazmıştı kendisine. yatağında ona refakat etmesi, acılarını dindirmesi için… böyle bir mektup almak gerçekten altüst ediciydi kendisi için. kendi kendine ancak “ne iyi etmişim de bu şarkıyı yazmışım” der ve şöyle söyler: “çocukların nasıl dinlediklerini ve ne anladıklarını hiçbir zaman bilemem, demek bir şey var ki onlara geçiyor. müziğin sihirli tarafı da bu: sen bir ses yapıyorsun, gürültü çıkarıyorsun, herhangi biri için herhangi bir yerde, çok şey ifade ediyor.”
hesabın var mı? giriş yap