50 entry daha
  • otuz kere baslayip da bir turlu bitirelemeyen romanlardan birisi bu. uzun oldugu kadar -kustahsiniz da kucuk hanim- agdali bir dille yazildigindan olsa gerek.

    fakat ilk defa yarilamayi basarinca da kaptirip gittim, bitirdim. bir kere bunun turkcesi falan okunmaz. ya orjinalinden okuyun ya da sonsuza kadar susun, dickens'dan konu acilir acilmaz utancla basinizi one egip gorunmez olmaya calisin. amcam ingilizceyi oyle bir yalayip yutmus, guzelim tasvirler ve diyaloglar yardimiyla karakterleri oyle somutlastirmis ki, senaryonun pek ilginc olmamasini (yahut olmasi icin binbir turlu tesadufun gerekmesi), iyi-kotu mucadelesinin asiri idealize olmasini fazla onemsemiyor insan. dickens en sevdigim yazar degil kesinlikle, cok daha ilginc konularda daha iyi hikayeler yazanlar var, ama kesinlikle en akilda kalici karakterlerin, hem de surusuyle, yaraticisi.

    birkac karaktere degineyim, bu yolla dickens'in elestirisini de yapmis oluruz:

    david copperfield hikayedeki en dandik karakter. bir kahraman veya anti-kahraman olmak icin cogunlukla fazla siradan, bazen de fazla aptal. bircok yonden annesine benzeyen dora denen anguta asik olmasindan tut, agnes'le olayinin farkina varmasinin 1000 sayfa surmesine kadar bir cok yerde okuyani deli ediyor. hafiften omurgasiz, bir tane delikanliligi ya da tam sumsuklugu yok, duz adam iste. hikaye tumuyle onun agzindan yazildigi icin kurtulamiyoruz da.

    micawber efendi bence en eglencelisi. en basit soruya cevabi 10 dakika suren, yabanla cicero kirmasi bir adam. dunyanin en mutlu, en umutlu insaniyken, haftada bir gelen tutuklamalarin hemen akabinde olabilecek en karamsar ve huzunlu mektuplari doseyebiliyor. dickens'in idealize karakterlere olan duskunlugu dusunuldugunde (oliver twist de boyleydi) bu dengesizlik iyi birsey.

    peggoty ailesiyle tumden ideal, durust, caliskan, mert, mutlu, zorluklara stoik bicimde gogus geren isci sinifi ailesi. kisacasi sacmalik. ozellikle ihtiyarla genc adam. butun tasvirlerinin arkasi onu pozitif. adam topallasa bile birsekilde bunu vakurca yapiyordur, halbuki uriah heep ayni sekilde yuruse, yilansi sinsiliginden dem vurulur. dickens hayati boyunca sosyal adaletsizliklere, viktorya doneminde ingiltere imparatorlugu dunya gayri safi hasilasinin yarisina sahipken londranin ortasinda surunen isci sinifinin durumuna dikkat cekmis biri, o yuzden savundugu kesimi objektif olarak ele almamasi biraz normal ama bu kadar da iyi mi olunur yahu? hele bir de orospu var ki allahim, ahlak abidesi, huzunlerden bir demet, kirli bedeninde altin bir kalp tasiyan emekci.

    ustelik "onlar fakir ama mutlular, sevgileri sobasiz evlerini isitiyor" edebiyati dunyevi sartlarin daha adil bicimde duzenlenmesine de ters etki yapiyor. yani burada koylunun, iscinin, fakirin aslinda acgozlu zenginden daha mutlu yasadigini anlatmak, kendini veya baskalarini bu deluzyona inandirmaya calismak yerine o insanlarin cahilliklerinin, karakter bozukluklarinin ozlerinden degil, cevresel sartlardan, ekonomik adaletsizliklerden kaynaklandigini anlatabilmek daha yerinde bir strateji olurdu.

    daha kotusu, bu karakaterler hep basit ve saf insanlar olarak islendiginden, bir kucumseme havasi doguyor ister istemez, beyaz adamin yerlilere bakisi gibi. mesela sevgilerinde basit ve saf olduklarindan aldatilan veya kontrol edemedikleri olaylar sonucu ask/ayrilik acisi yasayanlar bir daha evlenmiyor, asaletlerine zeval gelir yoksa. agnes bile 10 sene sonra angut doranin icazetinden bahsediyor, o olmasa ikinci evlilik pek saf sayilmayacak demek. donemin sartlari, zihniyeti, vs.

    bu karakterlerin hicbir hirslari, planlari, yukselme niyetleri yok. ne rahat bir dusunce ust siniflar icin. dogayla barisik, azla yetinen, tatminkar yerli adamla baris icinde yasamak dunyanin en kolay isi be. dogduklarindan beri balikcilar, gemiciler, olene kadar da oyle kalacaklar ve bu bir erdemmis gibi sunuluyor. lan kim istemez satosunda oturup sarap yudumlamayi, ava gitmeyi, opera seyretmeyi. peggotynin bu boktan hayattan kurtulup o lukslere ortak olmayi istemek yerine, kaderini vakurca kabullenmesi, gerekirse halka inebilen ama halktan olmayan beyefendi copperfieldin vicdanini rahatlatmasindan baska birsey degil.

    buradan da uriah heepe baglamak lazim, nitekim o digerlerinin aksine boktan hayatindan kurtulmak istemis, gece gunduz hukuk okuyarak calistigi yere ortak olmak istemis biri. dickens bunu napiyor? kotu adam. kotu adam olduguna iyice ikna olalim diye de cirkin ve buz gibi bir dis gorunus, sinsilik, ikiyuzluluk, asiri hirs, yalancilik gibi gunahlar bahsediyor ona. social mobility denen dalgaya yeltenen kisiler ister istemez acgozlulukle, alavare dalavareyle iliskilendirilmis olunuyor. dunyaya dusman olmus, herkesi kendine dusman goruyormus uriah. gorur tabii essek, "umble" * mi kalacakti hayatinin sonuna kadar; onun dunyaya bakis acisindaki nefret, iyi gozlem kabiliyetinin dogal sonucu. ben olsam bu karakteri sith lordu yapacagima, daha karmasik, icinde celiskili, hirsini kendini begenmisliginden gelen bir "asil iyiligi" ile (yani ruhum asil, asiller herhalde boyle iyilikler, soyle comertlikler yaparlar, ben de yapayim) dengelemeye calisan biri yapardim. david copperfield'de -ve genel olarak dickens romanlarinda- karakter cesitliligi ve canliligi had safhada ama boyle bir karakter derinligi yok.

    aslinda var. ne? evet yok ama var. kim var? steerforth. alemin krali, mahallenin bitirimi, tribunlerin sevgilisi steerforth. her isi yapabilen, herkesle anlasabilen, herseyi bilen biri ama hayatta bir amaci yok. "ama" yanlis oldu, belki de tam da oyle oldugundan hayatta bir amaci yok. al sana karakter, al sana ic celiski, drama. islesene bunlari iyice. hatta bu da yetmez diye isin icinde bencilligi, arkadaslari dahi olsa diger insanlarin degerlerine, hayallerine karsi olan umursamazligi var (kizi alip kacmasi, kizdan da sonra kacmasi). fakat dickens ne yapiyor, steerforth tam iyice ilginclesmeye baslayinca onu hikayeden kopup atiyor. daha sonra da donup neyi niye yaptigini, pismanliklarini, onca yilda neler ogrendiklerini falan anlatmadan, tek kelime konusamadan kirmizi beresiyle arzi endam ediyor birkac dakikaligina ve gidiyor.

    bu arada o sahnenin yer aldigi tempest bolumu inanilmaz hakikaten. ozellikle dikkat etmistim cunku dickens'i cok seven tolstoy zamaninda, bu bolumun, diger onemli eserlerin degerlendirilmesi icin bir referans olmasi gerektigini soylemis. hakikaten de bir firtinayi oyle tasvir edebilecek olsam, yemeden icmeden araliksiz yazardim.

    ne kaldi? agnes. copperfieldin ruh ikizi, kardes sevgisi, arkadas ayagi got ayagi filminin basroldeki oyuncusu. iyilik ve dogruluk timsali ama bunu diyaloglarla, senaryoyla degil, sadece ve sadece copperfieldin surekli olarak tekrarladigi tasviriyle ogreniyoruz. yani dickens resmen kolaya kacmis. o yuzden de butun roman boyunca ortada olmasina ragmen basina ne gelmis, ne gitmis pek umrumda olmadi; keske onca yildir icine attigi ask acisindan verem olsaydi, koturum olsaydi.

    teyze, ucurtmaci deli amca, rosa dartle, murdstone kardesler hep guzel karakterler. ama yoruldum artik, anlat anlat bitmiyor, herif bir roman icin 20 tane muhim karakter yaratmaktan yorulmamis.
45 entry daha
hesabın var mı? giriş yap