2 entry daha
  • bugün izlediğim ve bahsedeceğim film: sinema, aspirin ve akbabalar. yol öyküsünü, aspirin ve akbaba gibi iki metafor üzerinden okumak isteyenlerin, filmlerde zamanın bazen sessizlikle, bazen kısa konuşmalar ve doğal görüntülerle sıklıkla kesilmesinden rahatsız olmayanların izleyebileceğini düşündüğüm bir marcelo gomes filmi. film, 2. dünya savaşı yıllarında -1942 yılında- brezilya'nın ıssız çöllerinde, insan karamsarlığının henüz arayış umudunun önüne geçmediği köylerde geçiyor.

    iki temel karakterle karşı karşıyayız. ilk karakterimiz bir alman ve eski tip bir kamyona sahip. almanya'dan kaçmış ve yolu brezilya'ya düştüğünde burada kalmaya karar vermiş. kamyonuyla gezip çadır kurar ve ilaçlarını satmaya çabalar. yanındığı taşıdığı ve ilk etkileyici pazarlama örnekleri olarak görülebilecek kısa kısa filmlerle -ki enteresandır, derin ve hüzünlü aynı zamanda eğlenceli görüntüler, konuşmalar bulunur bu filmlerde, aspirin en sonda gelir ve bir sloganla filme bağlanır- fakir insanları aspirin almaya ikna eder. diğer karakterimiz ise neredeyse filmin başında öyküye dahil olur. bir brezilya yerlisidir (ranulpho) ve rio'ya gitmek gibi bir hayali vardır. yoldan alınır alınmaz hayallerine doğru bir gidiş de başlar brezilyalının. alman ile birlikte aspirin işinde çalışmaya başlar. aralarındaki iletişim dalgalı bir seyir izler ve dünya görüşlerinin tatlı sert çatıştığına tanık oluruz. almanın her yerde durarak arabasına aldığı insanlardan birisi de etkileyici bir kadın olur, ikisi de ondan hoşlanır fakat kadın almanı seçer. yine de aralarında düşmanlık oluşmaz, kadın da zaten kalıcı değildir, filmde hemen yok olur, gider o da isteklerinin ardından bir yol ayrımına gelindiğinde. düşmanlığın kalıcı olması için düşmanlık yapanın or-t-ada kalması gerektiğini düşünürsünüz. kadın gittiğinde, düşman olmanın olanağı da yiter. tıpkı savaşın yitmesi için savaşacak kimsenin kalmaması, herkesin gitmiş olması gibi, tıpkı alman (johann) karakterimizin yaptığı gibi.

    iki savaş karşıtı olan kahramanlarımız büyük bir kasabada günlerini gün eder ve ticari bağlantılarını kuvvetlendirirken brezilya'nın almanya'ya savaş ilan ettiği bildirilir johann'a, bir postayla. bu arada zaten yol boyunca filmde sık sık karşımıza gelen "radyo" ile dünyayla bağlantıyı hiç koparmaz johann. savaştan uzakta, dilediği gibi bir doğallık içerisinde olsa da gizli bir özlem sezilir. şirketine brezilya devletince el koyulduğunu öğrenir öğrenmez de yepyeni bir macera için trenle amazonlara gitmeye karar verir. filmin sonu burasıdır, trene girebilmek için tuvalette bekler johann, ranulpho onun için etrafı kolaçan eder ve tren tam gidecekken onun binmesini sağlar. artık kamyonun anahtarları brezilyalıya geçmiştir, rio'ya doğru sürmeye başlar. film burada biter...

    film esnasında johann'ı bir yılan ısırır ve bu ölümcül durumdan brezilyalı sayesinde kurtulur. 2 gün 2 gece bu dost onun yanında bekler. ölüm durumu, almanı ciddiyetten uzaklaştırırken artık "zaman, bu zamandır" demeye ve mutluluğu için uğraşmaya iter. keyif, zevk ve sarhoşluk başlar. bu arada brezilyalı da değişmeye başlamıştır, huysuz insan giderek düşünceli ve kararlı bir adama dönüşür.

    birkaç cümle filmden:

    mutlu hayvan, başka bir hayvanı yiyebilen hayvandır.

    trene bineceklerdir, amazon'a birlikte gideceklerdir fakat brezilyalı son anda vazgeçer ve:

    yüzleşmek istiyorum der - hayalkırıklığı yaşayacak olsam bile isteğimle -rio- ile yüzleşmek...

    eğer savaşta olsaydık, şu brezilya'lı tanıyorum diyecektim ama yine de seni öldürmek zorunda kalacaktım. oysaki buradayız, brezilya'da hiçbir savaşın ulaşamayacağı yerde: ve dostuz...

    bütün savaşların bitmesi için kadeh kaldırıyorum...

    düşünüyorum nereye götürdü bu film beni: "yol yazgı olduğunda, en karamsar yazgıların bile önüne geçilir. savaşın bile asla ulaşamayacağı yerler vardır ve orada normalde savaşması gerekenler önce insan olur, sonra da zamanla dost. yaşam akıp geçer, bulutların içerisinden şeffas sis taneleri dökülür. dostluklar pürüzsüz değildir bu gitmeyi yaşam biçimi yapmış akıp-gitmede ama düşmanlık da hiçbir zaman egemen olmaz. gitmek, akbaba ile olmak ise, aspirin de insan ile olmaktır... ve en nihayetinde hep mutluluğun peşinde olmayı ve bize arta kalanları yemeyi yaşarız: bir akbaba gibi... leşlerin ağrıttığı başı ise yememe hallerimiz, elimizdeki aspirin ayıltır: baş ağrımaz, yaşam ağrır... ağırlaşır..."
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap