89 entry daha
  • filmin görünen konusu, -ritim duygusu yüksek 40 yaş üstü abiler'in her akşam buluştukları ankara'nın en eski barlarından biri olan- siyah beyaz isimli barda 5 arkadaşın akşamları oturup konuşmaları, dertleşmeleri, dostlukları. tabi bunların yanında alkolü hiçbir zaman ihmal etmemeleri.

    biraz derinlemesine bakmak istersek filme, siyah beyaz'ın barın isminden çok daha fazlasını ifade ettiğini görürüz. duvarda 1160 siyah beyaz fotoğrafı olan bardan karakterlerin geçmişteki yaşadıklarına tanık oluyoruz. ana karakterlerin hepsinin şu an ve geçmişte yaşadıklarına bakınca tek siyah beyaz olanın barın ismi veya fotoğraflar değil, hayatın kendisinin siyah beyaz olduğunu görüyoruz.

    karakterlerden biri, 70 li yaşlarda 68 kuşağının devrimcilerinden bir amca (tuncel kurtiz) yıllar geçtikçe astığı kızıl ordu bayrağını yavaş yavaş türk bayrağına çevirmiş. türk insanının ulusallaşma ya da ulusallaştırılma sürecini görebiliyoruz karakterin hayatından. bir zamanlar amerikan bayrağını yakan arkadaşı amerikan vatandaşı olup, evini kiralıyor ankara'da. sisteme karşı olan birey, altında audi*bmw gibi arabaların olduğu bir apartmanda hayatını yaşıyor, sadece rus vodkası değil j&b viski de içiyor. artık gayet sisteminden içinden biri o. yine de insani duyguları kendinden yaşça genç olan diğer karakterlere göre gayet üst düzeyde. herşeyde paylaşımdan yana ve insanların özgür yaşaması gerekliliğine inancını kaybetmemiş.

    filmin ana karakterlerinden tek bayan olanı şevval sam'ın üzerinden kadın olmayı anlatmış yönetmen. 50 yaşına gelse de boğuşacağı kilo sorunlarını, erkeklerin cesaretsiz tavırlarına karşı cesur bakışlarını, erkeği bir anda terkedip gidebilmesini, ne kadar ayakları üzerinde duruyor görünürse görünsün yine tutunacak bir dal aradığını, dışarı mutlu görünse de içindeki kopan boşlukları, ruhi dengesini, mutsuzluğunu göstermiş.

    orson welles'in citizen kane'indeki aşk hikayesi üzerinden günümüz insanının herşeye karşı duyarsız olup ama tamamen öğretilmiş duygular üzerinden yaşadığına dem vurmuş yönetmen. ölüm ve yaşam arasındaki çizgiye dair de güzel saptamaları var filmin. öldükten sonra ilk birkaç gün arkadaşların tarafından senin hakkında ölen kişi hakkında hikayeler anlatılıp daha sonra da fotoğraflar da gördükçe hatırlanıp unutulup gideceğini anlatmış. orda sanki bertrand russell'lasştığını hissettim yönetmenin. genel olarak da film boyunca hayatın anlamsızlığını ispatlamaya çalışmış gibi geldi ve varoluşçuluğun üst noktalarında dolaşıp durmuş.

    filmdeki diğer ünlü oyunculardan çok ben erkan can, taner birsel ve derya alabora'nın oyunculuğunu merak etmekteydim. izlenebilecek en iyi üç türk oyuncu, aynı filmde buluşmuştu hatta üçünün oynadığı ortak sahneleri de vardı. ve o ortak filmin sinema adına belki de en güzel sahnesiydi. erkan can'ın kekeme, eli titreyen adam taklidi, derya alabora'nın ne yapacağını şaşırmış, morali bozuk ama mutlu görünen tavrı ve de taner birsel'in bu duruma anlam veremeyen bakışı ve gülümsemesi neden bu oyuncuların bu denli olağanüstü oyuncu olduklarının göstergesiydi. şevval sam'ın da oyunculuğunu her zaman olduğu gibi yine hiç beğenmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim.

    bunun dışında filmde, bol bol uğur mumcu'yu fotoğrafıyla da olsa görme fırsatı bulduk. yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olduğundan çok fazla eleştirmek istemedim ama olay örgüsü konusunda başarılı olduğunu hiç söyleyemem. klasik türk filmi modunda bütün tesadüf veya önemli olayların aynı günlere denk gelmesi üzerinden yürümüş film. sahne geçişleri anlamında farklı bir tarz kullanıp sadece gerekli olanı göstermek istemiş fakat o sahneleri düzgün seçememiş gibi geldi bana. http://www.siyahbeyazfilm.net/ adresinde filmde olmayan sahneler de var onlar da filme koyulabilirmiş gereksiz bazı sahneler atılarak. film kozalite bakımından da gayet sınıfta kaldı maalesef. eşiyle ayrılan karakterin üzüntüsü veya ayrılık sebebi çok yapmacık bir şekilde işlendi. siyah beyaz bar'ın kapatılması üzerinde uzun uzun konuşuldu ama neden kapatılacağı ya da diğer karakterlerin bu barla bağları hiçbir şekilde izleyiciye verilmedi. bu barın neden önemli olduğu konusunda ipucu dahi verilmedi fotoğraflar dışında. karakterlerin nasıl samimi arkadaş oldukları konusunda da hiçbir fikir yok. erkan can'ın oynadığı karakterin hayatını adadığı ve bu yüzden sürekli mutsuz yaşadığı geçmişteki sevgilisi hakkında hiçbir karakterin 25 yıl boyunca bilgisinin olmaması bir yana, erkan can'ın o tutumunun sebebini sorgulayıcı tek bir sahne de yok filmde.yönetmen çoğu olayı anlatmak istemeyip seyircinin algılarına bırakmış ama filmin genelini ilgilendiren temel şeyleri de anlatmayınca film biraz havada kalıyor. yönetmenin çok iyi işlediği ve bence filmin en zeki sahnesi kesinlikle nejat işler ve şevval sam'ın portakal suyunu sıkma sahnesiydi. steadicam ile çekilmiş sahneler de epey vardı filmde. ahmet boyacıoğlu, tamamen alternatif arayışların içinde olduğunu belli etmiş siyah beyaz ile.

    bunun dışında, kendi geleceğimi görmek ya da benzetmek açısından filme bakınca; günümüzün büyük şehirlerde üniversite okuyan veya okumuş ve iş hayatına girmiş gençliği filmde kendisinin 50li yaşlardaki halini görüp mutlu olabiliyor ama bu farkındalık duygusu hayata dair karamsarlığı da beraberinde getiriyor. sağlık problemleriyle boğuşmak bir yana, hayatta yapamadıklarını gözden geçirme fırsatı ama bunlarla yaşamayı öğrenip hayatını aynen genç yaşlarda olduğu gibi yaşamaya çalışmasını gördük o yaşlarla ilgili. şimdi bile anlamsız olmasına alıştığımız hayatın kendisinin ve hayata dair birçok şeyin her zaman öyle olacağını ama bu anlamsızlıkla yaşayacağını bilmek insanı farklı bir beklentiye ya da ürpertiye sokuyor.

    bir de yazi biterken aklima geldi, erkan can'ın dansına hayran kaldım.
265 entry daha
hesabın var mı? giriş yap