7 entry daha
  • --- spoiler ---

    bu filmi ümit ünal'ın ara isimli filminden sonra izleyince, "ne güzel be, herkes tası tarağı satsa da, insanların işi gücü yine insan olsa; içimize gömülsek. derdimiz daha fazla para kazanmak değil de, başkalarının elinden tutmak, düşeni kaldırmak veya yazmak, yaratmak, kendimizi ifade etmeye çabalamak olsa" diye düşündüm.

    filmin kabaca özeti şöyle: doug*, bir striptizci olan allison'ı* ölen kızı yerine koyuyor ve şirketindeki hisselerini satarak bir iş için gittiği new orleans'ta kalıyor. çarşaf sermekten, küfürlü konuşmamaya; yanında ne kadar nakit para taşıması gerektiğinden, temizlik yapmaya kadar bir seri yetişkinlik dersi veriyor bu kıza. daha sonra ise, doug'ın karısı olan lois* yanlarına taşınıp, kadınsal rahatsızlıklar konusunda yardımcı olup, pamuklu külot alıyor kıza. kendilerini bir nevi ebeveyn konumuna getirip, allison'ı kızları yerine koyuyorlar ama sorunlar da bu noktada baş gösteriyor. zira hayatın sillesini yemiş, eğitimsiz ve toy genç kız allison, doug ve lois'i ebeveyni olarak görmüyor ve "bu oynadığımız oyun için artık çok geç" diyor.

    ilk paragrafa dönecek olursak, nasıl ki her tarihi olayı kendi döneminin şartlarında değerlendirmemiz gerekiyorsa; insanları da sanki kendilerine eşit şartlar sunulmuş gibi değil de, kendi yaşamlarının şartları çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. 15 yaşında evinden kaçmış bir genç kız, 22 yaşına geldiğinde hala çarşaf sermeyi bilmiyor örneğin. ona daha önce hiç, bu kadar küfürlü konuşmasının onu eğitimsiz gösterdiğinden; şayet öyleyse bile, bunu insanlara haykırmanın anlamsız olduğundan bahsedilmemiş. bu kız 4-5 yaşında annesini kaybetmiş ve kendi tabiriyle hiç sugar dadysi olmamış. ailesi onu okula bırakmamış, mezuniyet balosu için elbise almamış ve annesiyle beraber yemek pişirmemiş. hayatta eşit şartlardan bahsetmek kesinlikle mümkün değil. milyonlarca insanın, milyonlarca farklı yaşamı var ve bu noktada kızın kendisini sunmak istediği adam, hayatına bir baba figürü olarak girerek elektrik tamiratından, tuvalet giderini pompalamaya; temizlikten, başı sıkışan kızın imdadına koşmaya kadar tüm sorumlulukları yükleniyor. önceleri buna bir anlam veremeyen, sonra hoşuna gitmeye başlayan, fakat lois'in de anne rolüne soyunmasıyla, "kızını kaybetmiş aileyle, ailesinden kaçmış kız entegrasyonu" gerçekleşemiyor. "artık, ben sizin kızınızı oynayamam; bu rol için fazla büyüdüm" diyor allison. bana kalırsa saçmalıyor. "ben bu yolun yolcusuyum, beni bu saatten sonra değiştiremezsiniz. ben sizin elit yaşamınızda nefes alamam" demeye getiriyor.

    insan bunları görünce, geç kalınmış da olsa, herkese eşit fırsatların tanınmasının ne kadar gerekli olduğunu düşünmeden edemiyor. "kötü" algımız var ya; hiç düşünmeden sağa sola savurduğumuz... herkese eşit şansın ve fırsatın verildiği bir dünyada, asıl o zaman ortaya çıkardı, gerçekten iyiliğin ve kötülüğün, doğrunun ve yanlışın doğuştan mı içimizde bulunduğu; yoksa sonradan mı edindiğimiz! küçükken elinden tutulmuş, yürümek öğretilmiş, koşmak ise kendi yeteneğine, ilgisine, yatkınlığına ve isteğine bırakılmış hür iradeli, yapmak istemediği şeyler için zorlanmamış çocukların, doğruyu yanlışı öğrenmesi midir, onları ayakları yere basan "birey" olmuş insanlara dönüştüren? ya da muhtelif sebeplerden kötü bir çocukluk geçiren insanların herbirine, yaşamının belirli bir döneminde bir adet doug ile bir adet lois versek, kötü talihi telafi etmiş; genel kabul görmüş algıya göre "kötü" hayatlar yaşayan "kötü" insanları fabrika ayarlarına geri döndürmüş olur muyuz?

    bence oluruz. herkesin takip ettiği bir babası veya baba modeli ile, bir de ardından koşturan bir annesi veya anne modeli olmasını dilerdim. işte o zaman, eşit şartlar altında, kimin iyi kimin kötü, kimin doğru kimin yanlış olduğunu çok daha net görürdük ve işte o zaman çöpe giderdi tüm önyargılarımız ve savrukça kullandığımız aforizmalarımız.

    örneğin, ben hiç el bebek gül bebek büyütülmüş, kolejde veya anadolu lisesinde okumuş, akşam okul dönüşü her zamankinden yarım saat geç kaldı diye ailesi telaşlanmış bir tinerci veya hayat kadını görmedim. tesadüf olabilir mi?

    netice itibari ile, işlediği konunun üzerine düşündürten, güzel bir film. gandolfini yine çok iyi bir oyuncu olduğunu ispatlamış. özellikle cadillac'ından inerken, elini tavana koyup destek alması çok dikkat çekici bir ayrıntıydı. muhtemelen kilosundan ötürü destek almaya ihtiyacı olduğu için tutundu ama yarattığı imaj, arabayı tuttuğu gibi fırlatıp atabilecek kadar güçlü olması ve hayata karşı güçlü duruşuydu. zaten bu gücün tükenmekte olduğunu hissettiğinde, hayatına önce vivian'ı, sonra allison'ı soktu ve böyle ayakta kaldı.

    zaten filmin sonunda gördük ki, doug da, lois de, allison da daha güçlüydü. aile olmayı başaramasalar da, hepsinin hayatı yeniden ve belki de birkaç çıta yukarıdan başladı.

    --- spoiler ---
11 entry daha
hesabın var mı? giriş yap