44 entry daha
  • et tüketmeyi kuzularla sınırlamamak gerek, evet. bunun atı var, eşeği var, köpeği var; sonra geyiği var, domuzu var, börtü böceği var, maymunu var, beyaz eti var. var da var. hepsini tüketebilenler de var; dini ve benzeri tabularla yemeyenler de. et tüketimi 21. yüzyılda değişik inançlarda, kültürlerde farklılık gösteren bir durumdur.

    köpek yemek islamiyet'te ve musevilik'te haramdır mesela. fransızlar da yemezler köpeklerini; ama bazen atlarını yerler. atlarımızı çok seven biz türkler ineklerimizi yeriz. inekleri kutsal olan hintliler ise köpeklerini yerler bazen. köpek eti başta uzak doğu ülkeleri olmak üzere birçok ülkede tüketilen bir et türüdür. sino-korece'de yeon karakterinin tam çevirisi "pişmiş köpek eti gibi lezzetli"dir. hipokrat'a göre köpek eti kuvvet verirmiş. 21. yüzyılda olmasa da, daha kısa bir süre önce hawaii'de köpek beyni ve kanı da tüketiliyormuş. köpek eti filipinler'de hala kötü şansı yenmek amacıyla tüketiliyor, nijerya'da ise libidoyu artırmak için. ve daha birçok yerde çok lezzetli olduğu için. ayrıca adrenalinin köpek etini daha lezzetli yaptığını düşündükleri için köpekleri asarak, canlı canlı kaynatarak, döverek ya da boğarak pişirmeyi tercih edenler varmış. canlı canlı demişken, canlı maymun lokantası'nı duyanlar ya da youtube'deki maymun beyni yemeyle* ilgili videoları görmüş olanlar bilir: çin'de maymunu masaya canlı olarak getirip sonra beynini afiyetle yiyenler de vardır.

    farklı ülkelerde, farklı şekillerde fazlaca tüketiliyor et. doğal olarak et endüstrisi de her geçen gün katlanarak büyümekte. o kadar hayvan, takdir edersiniz ki milka inekleri gibi mutlu mesut what a wonderful world söyledikleri aile çiftliklerinde yetiştirilip, olabildiğince az acı çektirilerek öldürülmüyor. görmememiz bizi bu yanılgıya düşürmesin. bakım ve kesme koşullarını geçtim, dünya'da birçok hasta hayvan (downer), tedavileri üreticilerin maliyetlerini artırdığı için ölmeye terk ediliyor. işe yaramadıkları için ölmeye terk edilenler sadece hastalıklılar da değil. tavuklar yumurtası için üretilenler ve eti için yetiştirilenler* olmak üzere ikiye ayrılırlar. ingilizce broilers olarak bilinen et tavukları altı hafta gibi bir sürede öldürülür. yumurtlayanların hepsi tabii ki yumurtadan dişi olarak çıkmıyor. peki sadece yumurtası için üretilen bu civcivlerin erkek olanları ne yapılıyor dersiniz? birçoğu büyük konteynerlere atılıyor, elektrikle öldürülüyor. amerika'da yaklaşık 250 milyon civciv bu yüzden yok ediliyor. yumurtlayarak hayatına devam edenlerin durumu, 16-20 hafta yaşasalar da çok iç açıcı değil. bu tavuklar 2-3 hafta 7/24 karanlıkta çok az proteinle tutulur, daha sonra da ışıklar açılır ve yüklü miktarda proteinle beslenmeye başlanırlar. böylece ilkbaharın geldiğini düşünüp yumurtlamaya başlarlar. bu süreç birkaç defa tekrarlanabilir ve böylelikle normal bir ortamda yaşayan tavuğun üretebileceği yumurtanın iki üç katı elde edilebilir. bu arada hindiler de artık cinsel yollarla üremiyorlar, ne kadar doğal değil mi?

    bu kadar hayvan öldürülürken, bir de hayvanların üretimi yapılarak onların soylarının tükenmesinin engellendiğini düşünen bir güruh var. deniz canlıları için de durum farklı değil. bir kilo karides için yirmi altı kilo kadar diğer deniz canlısı öldürülüyor ve denizlere bırakılıyor. aynı şekilde bizim ton balığı olarak bildiğimiz orkinos için 145 tür düzenli olarak öldürülmekte.

    hayvan endüstrisinin zararı sadece hayvanlara değil tabii ki. bu endüstrinin sera etkisi yaratan gazların salımına yaptığı katkı, dünyadaki ulaşım yollarının toplamda yaptığı salımdan %40 daha fazladır. hayvan endüstrisi, antropojenik metanın %37'sinden, nitrous oxidenin %65'inden sorumludur, iki gazın da küresel ısınmaya yaptığı katkı yadsınamayacak kadar yüksektir. yani bu sınai çiftlikler küresel ısınmanın bir numaralı sebebi.

    hayvanlar en az bizim kadar acı çekiyor evet. insanlık olarak biz onları dışlamış olsak da, onların bizim tüketmemiz için var olduklarına inansak da, hepsinin kendilerine özgü bir karakteri de vardır. öyle ya da böyle hepimiz hayvan tüketiyoruz. hiçbir şey hissetmeyen taş gibi bir varlık olmadıklarını bildiğimiz halde onları kullanıyoruz. muhtemelen ilerde, yüzyıllar sonra nasıl ki biz ortaçağ karanlığından tiksiniyorsak, taş devri insanlarını küçümsüyorsak; gelecek nesiller de hayvanları yediğimiz, hatta giydiğimiz için bizleri küçümseyeceklerdir, belki de daha fazlası. tabii biz omnivore olmamızın en doğal şey olduğunu iddia edip, sonra da doğaya haddinden fazla zarar vermeye devam edersek insanlığın geleceği ne kadar gelir; bilemiyorum. görüldüğü gibi, sorun sadece "ıyyyy şirin, minicik kuzuyu nasıl yeriz biz" ya da "nasıl o cesetleri yeriz biz" değil zaten. bu hiçbir şeyi çözmez, bunun yerine hayvan endüstrisinin bize ne kadar zarar verdiğini tartışmamız gerek asıl. bazılarımız midelerini doldururken, bazılarımız da ceplerini dolduruyor. ve maalesef sonumuz yaklaştığında; paranın yenilebilir, etin solunabilir bir şey olmadığını anlamak için çok geç olacak.

    daha önce bkz vermiştim; ama burada verilen bigileri ve çok daha fazlasını jonathan safran foer'in eating animals adlı kitabında bulabilirsiniz. şurada kitapla ilgili bir yazı ve yazarla yapılmış bir röportaj var. şurada da bir big think konuşması var.

    bu arada bütün vejetaryenlerin dünya vejetaryenler günü kutlu olsun.*

    not: sanırım b12 eksikliği albert einstein'e, nikola tesla'ya, leonardo da vinci'ye, lev nikolayeviç tolstoy'a ve daha nicelerine pek tesir etmemiş, hitler'i bilemiyorum.* (bkz: ünlü vejetaryenler/#6729552)
12 entry daha
hesabın var mı? giriş yap