21 entry daha
  • aslında birinci sezonu gayet iyiydi. ikinci sezonda epey bir sıçışa geçti, ama olsun yine izleniyor. her türlü gideri olan bir dizi, çünkü dönem, kostüm, aristokrasinin o "what is weekend?" snobluğu romantik geliyor insana.

    buradan sonrası spoiler:

    ikinci sezonda gerçekten akıl almaz hatalar vardı. gelişme üzerine gelişme, ama hepsini bir bölüm içine sığdırıp çoğu zaman aynı bölüm içinde, taş çatlasa ertesi bölümün ortasında çözdüler. matthew olayı örneğin. tam adamın varis olmasını kabullenip ve mary'nin gönlünün de ona doğru kaymasına sevinirlerken pat diye kötürüm oldu herif. sonra vah vah, tam da mary'i ikna etmiştik, şimdi çocuk olmayacak ne bok yiyeceğiz diye ağladılar. hemen ertesi bölümde ömür boyu tekerlekli sandayeye mahkum dedikleri adam ayağa kalktı, ama bu sefer lavinia apar topar öldürüldü vs vs. ve hepsi iki bölüm içinde. bu arada titanic'te öldü sanılan yeğen çıktı meydana, yine bir mal mülk ona mı kalacak gerginliği. bunu da bir bölümde harcadılar.

    oysa bunlar, tek başına bile tek sezonu götürecek dramalar. ama maşallah krizler yaratmada ve çözmede türk filmi ekolünü benimsemiş senaristler ve yapımcı. dizinin en büyük zayıflığını bunlar oluşturuyor. en çok da bu yüzden guardian'da filan günaşırı downton abbey'la taşak geçen review'lar çıkıyor. ama ne hikmetse çoğunluk ne kadar klişe ve kurgusal açıdan zayıf da olsa downton abbey izlemekten delicesine keyif alıyor. bu açıdan enteresan bir yapım. gün geçtikçe artan downton abbey çılgınlığı sayesinde üçüncü sezonda daha da toparlayacaklarını düşünüyorum. ve şahsen, dowager countess (maggie smith)'e daha bir eğilirlerse kazanırlar diyorum. dizinin bütün keyfi bu kadının ölümüne aristokratik, ölümüne snob ve iğneleğici tavırlarında çünkü.
433 entry daha
hesabın var mı? giriş yap