14 entry daha
  • amerika kırsalında geçen, oduncu gömlekli adamların her gün aynı saatte uyanıp, aynı saatte karısı ve çocuklarıyla yaşadıkları izole müstakil evlerine geldikleri ve hayatları boyunca asla uzun cümleler kurmadıkları filmler ilk dakikasından ilgimi çekmeye başlamıştır. izlanda arka planlı filmler için de geçerlidir bu. istanbul gibi bir şehirde yaşayıp dünyada bir yerlerde bu kadar sade yaşamların olabildiğini filmler aracılığı bile olsa hayal edebilmek şaşırtıcı gelir. take shelter tüm bu rutin kasaba hayatı içerisinde her sabah bir fırtına kabusuyla uyanan, riskli genetik mirasa sahip bir "iyi adam" hikayesi anlatıyor bizlere. michael shannon'ın defalarca değinilen sarsıcı oyunculuk performansından sonra beni filmde en çok etkileyen şey sinema dünyasının işlemeyi pek sevdiği psikiyatrik hezeyanlar temasının bu filmdeki anlatım sadeliği oldu. rüya ile gerçeği ayırt edemediğimiz iç darlatıcı sürreal görüntülerle, foley artist'lerin fazla mesai yaptığı anlamsız ses efektleriyle dolu benzer konulu filmlerden en büyük farkı da bu take shelter'ın. karısını ve kızını seven, her gün düzenli işine giden ve böyle yaşlanmayı isteyen bir iyi adamın, ansızın kendisine musallat olan büyük bir fırtına paranoyası nedeniyle önce ailesini tehlikeli sandığı dış dünyadan sonra da kendisini tedirgin edici iç dünyasından kurtarma çabası. filmde sağdık eş rolündeki jessica chastain performansını da göz ardı etmeyelim.

    filmin, amerikan sağlık, bankacılık ve iş sisteminin çarpıklığı, medyanın bir korku toplumu yaratılmasındaki payı ve bu yayınlarla amerikan halkının felaketler konusunda hastalık hastası yapılması, kasaba hayatının acımasızlığı ve farklı olanın derhal dışlanışı gibi konularda da beni düşündürdüğünü söyleyebilirim. senenin izlediğim en iyi filmlerinden.
100 entry daha
hesabın var mı? giriş yap