aynı isimde "yeraltı" başlığı da var
126 entry daha
  • patatesli yumurta gibi bir film mi desem? yoksa yumurtalı patates gibi mi?

    önce, bana göre, neyi temsil ettiklerini söylersem, belki hep beraber karar veririz adını koymak için.

    yumurta; gerçekler. kırılan, yenilen, yutulan, bir de üzerine “ne güzelmiş, ne tazeymiş” diye methiyeler düzülen ve hiç edilen gerçekler. dostoyevski'nin "gerçek, her şeyin, egoların bile üzerinde tutulmalıdır" benzeri sözlerinin arkasındaki gerçekler. fellik fellik aranan, peşine düşülen, bulunduğu vakit ise el üstünde, özenle taşımaya gayret ettiğin gerçekler. bir süre sonra yorulursun, kırılmasın diye özen göstermek ve dikkatli davranmak, savunmak, gerekirse bağıra çağıra söylemek, haykırmak zor gelir ve taşımak yerine kırar geçersin. muharrem de, arkadaşlarıyla yediği o akşam yemeğinde yutuyor tüm gerçekleri birer birer. ya türkan? nasıl yemiş bitirmiş oluyor daha önce ağız dolusu savurduğu gerçekleri, nasıl değişmiş oluyor? peki muharrem’in arkadaşları? onlar çoktan yalamış yutmuş kendi doğrularını ve gerçeklerini de önlerine ne konuyorsa onu yemiyolar mı artık?

    peki patates? patates serttir, kırmak, parçalamak zordur, hoyratça atıp tutabilirsin onu. çirkindir, narin değildir, nereye gidersen gelebilir seninle. köklerimizdir patates; yeraltında kalan, bizi de oraya bağlayan, bizimle sürüklenen. olmazsa olmaz taraflarımızdır; daha eğri büğrü, daha şekilsiz yanlarımız. biçimlenmeyi bekler bizi doyurabilmesi için; toprağının temizlenmesi, kabuklarının soyulması, altında gizli olanın gün ışığına çıkması gerekir. bu halde kalırsa mı? ancak bir taş görevi görür de kırıp döker atıldığı yeri, can yakar, korku salar. insanın kendiyle başbaşa kaldığında hem kendine, hem çevresine karşı yarattığı yıkımın sebebidir patates, bu haliyle.

    patates insanın yeraltını simgeler, en gömülü hislerini, en karanlık düşüncelerini, en gün yüzüne çıkmamış derinlerini. toprak altında kalmış gerçeklerdir patates; gömülmüş, söylenmemiş, üzeri açılmamış veya korkup kapatılmış. gün yüzüne çıkmak ister, haykırsınlar beni ister ancak yerüstüne çıktığında, el üstüne alındığında ise narinleşir, kırılganlaşır, yumurtalaşır. en sonunda yenilir, yutulur, yine gömülür, yine unutulur.

    muharrem’in gerçekleri de tıpkı böyle değil mi? derinlerinde gizli, yalnız yaşadığı evinde gizli, ankara sıkıntısında gizli, bir otel odasının mum ışığı gölgelerinde oynanan oyunda gizli, tek başına söyleyip tek başına oynadığı bir türküde gizli, ancak hayalinde haykırabildiklerinde gizli, yeraltında gizli ama yerüstüne çıkmaya da hazır değil. üstünü örttüğü tüm gerçekler, etrafındaki samimiyetsizlik, yaşadığı acizlik, hissettiği acı, içine gömüldüğü zayıflık, hiç bırakmadığı teslim bayrağı, kabullendiği çaresizlik öylesine gömmüş ki onu da toprağın altına, o kadar küçültmüş ki, kendine yer açabilmek için kırıp döküyor o da. gerçekleri arkasında saklayan, gerçekleri yansıtmayan ne varsa kırıyor. aynaları kırıyor, gerçek olmayan aksini çoğaltmak istemiyor daha fazla. televizyonu kırıyor, olmayan dünyaların, görmediği hayatların gerçeksizliğini yansıtmasın istiyor. ve en son nefes alabilmek için, bir uçtan diğerine kadar etrafını saran camları kırıyor muharrem. bir apartmanın en üst katında yaşarken bile nefessiz kalabiliyor çünkü. bütün bu ağırlıklardan kurtulup, nefes almak istiyor, yüzünü güneşe çevirmek istiyor, iyi olmak istiyor. ama bırakmıyorlar.

    muharrem patates olmaktan da, elindeki patatesi oradan oraya taşımaktan da kurtulamıyor, yumurta gibi kırılıp dökülen ve elinde kalan gerçeklerden de vazgeçemiyor. muharrem iyi olmuyor, olamıyor, ve yeraltındaki karanlığına gömülüyor, üzerine yapıştırılmış eski bir "dikkat! kırılabilir" yazısıyla birlikte.

    son olarak, engin günaydın ve zeki demirkubuz'a selam eder ve dostoyevski'ye kulak verelim isterim; “herkes gerçekte olduğundan daha sertmiş gibi görünmeye çalışır, sanki herkes açıkça dışa vurunca duygularıyla alay edileceğinden korkmaktadır.”
330 entry daha
hesabın var mı? giriş yap