11 entry daha
  • yahudi soykırımı edebiyatına alışık olanların çok yadırgayacağı bir imre kertesz romanı. yazar, zeitz, auschwitz ve buchenwald'da yaşadıklarını 'birey'i merkeze alarak anlatıyor romanda.

    roman, çocukluğumdan beri aklıma takılan bir sorunu, "acının dindiği an" sorununu işliyor. insan, fiziksel olsun, psikolojik olsun bir acıyla yaşarken, o acıya neden olan olayı hatırlar. acıyı teninde veya ruhunda hissederken acı çekme yaşantısını sürer. ama acı bittikten sonra ne olur? daha da önemlisi acının bitme anı saptanabilir mi? bitmiş bir acıdan söz ederken, kant gibi söylersek noumenon alanına mı gireriz? yoksa hiç'ten (nihil) mi bahsetmeye kalkmış oluruz? insanın varoluşuna eklemlenen bir moment midir yoksa acı? kertesz, platon'un politeia'da "adil insan kimdir" sorusundan yola çıkarak içinde adaletin sağlandığı devlet tipini soruşturması gibi, bu sorunlara daha geniş bir ölçekte eğiliyor.

    "nazi zulmü"nü yahudiliğin erdemlerinden, faşizmin kötülüklerinden, on yüz milyon insan sabun yapıldı söyleminden uzak durarak da anlatılabilecek; üstelik bunu almanları haklı, yahudileri çirkin göstermeden yapabilecek bir cesaret örneği bu roman. sanatı ne şekilde olursa olsun bir faydayla ilişkilendiren görüş, bu romanın yayımını engellemiş yıllarca. gerekli miktarda ajitasyon yapmadığı için. toplama kamplarında yaşananları hafifsediği iddia edilmiş yazarın. oysa imre kertesz, insanın insan olarak değerini, toplama kampı gibi insanlığın görebileceği en büyük eziyet altında bile nasıl koruduğunu anlatıyor romanda. şu basit görünen cümleler, insan özgürlüğünün felsefi temellerini gösteriyor: "insanın gözünde her şeyin zamanla, adım adım netleşmesinin ne demek olduğunu anlatmaya çalıştım. eğer insan bir basamağı geçebiliyorsa, bunu ardında bıraktığını biliyorsa hemen bir sonraki geliyordu. tümüyle karşılaştığınızda her şeyi kavramış oluyordunuz. ve insan her şeyi kavradığında eylemsiz kalmıyordu: yeni durumlarla başa çıkıyor, yaşıyor, eylemde bulunuyor, hareket ediyor, her yeni basamağın gereklerini yerine getiriyordu. zamanda birbirini izleyen bu aşamalar olmasa ve tüm bilgi anında üzerimize yığılsa, belki aklımız bunu kaldırmazdı, yüreğimiz de."

    sorstalansag'a, kahramanı gaz odalarını gözüyle gördüğünü söylemediği için, toplama kamplarında insanların intihar etmek yerine yaşamaya gayret ettiğinin altını çizdiği için, kampları cehennem (dünyanın sonu) olarak değil, dünyadan bir parça olarak tasvir ettiği için değersiz muamelesi yapmak, söz gelimi bir boğa tablosunun karşısına geçip "bundan kaç kilo et çıkar" demeye benzer. toplumsal olanın insani olandan bağımsız olduğunu zannederek edebiyat metinlerine yaklaşanlar (macar komünist partisi aşta olmak üzere) tarihin karanlığına gömülürken, eser sapasağlam ayaktadır.
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap