61 entry daha
  • obezite için doktora gittiğim süre boyunca gözlemlediğim kadarıyla, obeziteye yaklaşım ikiye ayrılıyor:

    1- accık boğazını tut

    2- bu zamana kadar neredeydin?

    sonra zipir neden sinirlisin, zipir neden bağırıyorsun?

    bak ben 26 yaşındayım. kendimi bildim bileli obezim. 4.5 kilo doğmuşum. bu zamana kadar neredeydin diye soranlara cevabımdır. ben bu hale gelmedim ki, ben hep böyleydim lan! evet daha az kiloda olduğum zamanlar oldu. ancak hiçbir zaman zayıf, yahut normal vki içersinde olmadım. ömrümün hiçbir döneminde. bu hale nasıl geldim, bilmiyorum yani.

    insanlar obez hastaların gerçekten de bir köşede sabah akşam yemek yiyip sonra da ortada çözüm için ağladığını sanıyorlar. oysa sorun bundan ibaret değil. bu insanlar, ömürleri boyunca böyleydiler. ve bir yerde kafayı kırıp çözüm aramaya başladıklarında "bu zamana kadar neredeydin demek son derece saçma oluyor.

    ben 26 yaşındayım, 12 yıl önce çapa'ya gittim endokrinolojiye obezite için. bir yıl boyunca beni dolap beygiri gibi döndürdüler hastanenin içinde. yok o testi yaptır yok bunu yaptır yok bunun zamanı geçmiş yok bu yanlış olmuş derken, bir yıl sonunda bana koyabildikleri tek teşhis "polikistik over" ve dedikleri cümle de şuydu "annesi harçlığını az versin mc donalds'a az gitsin"

    amk doktorunun bilmediği şey, benim o zamana kadar mc donalds'ın kapısının önünden bile geçmediğimdi. ben üniversiteye başlayana kadar fast food yemedim. üniversitede alıştım bu merete. kola içmezdim. çay kahve içmezdim. çay kahve hala içmiyorum ama, kolaya da alıştım üniversite ile birlikte. o dönem nasıl kilo alıyordum? çok fazla çikolata ve tatlı yiyordum. yemesem ellerim titriyordu sanki. böyle bir tatlı bağımlısıydım. bununla beraber, bir sene boyunca beni yok kandı yok ultrasondu diye dolap beygiri gibi döndürenler, bir şeker yüklemesi testi bile yapmadılar.

    her neyse, bir senelik maceradan sonra doktorlara, hastaneye, endokrine, atom fiziğine ve profesörlüğe de lanet ettikten sonra, madem bi bokumuz yokmuş o halde diyetisyene gidelim maceralarımız başladı.

    şu an evde yaklaşık 15 farklı diyetisyenden diyet reçetesi var. en eskisi 2003 yılına tarihleniyor. bu süre zarfınca, kilo verdiğim, verdiğimin fazlasını geri aldığım, ilaç kullandığım, siktiret diyeti deyip hominigırtlak yediğim dönemler oldu. en son geçen sene bir 14 kilo vermiştim. onun da sekizini geri aldım.

    neden böyleyim? neden birlikte diyet yaptığım herkes hayvan gibi kilo veriyorken, ben onlarla aynı şeyi yememe rağmen kilo veremiyorum? neden açlığa dayanamıyorum? üniversite hastanesine de endokrine de lanet olsun amk demiş olduğum için, normal bir hastanede normal bir iç hastalıkları uzmanına gittim. ben zayıflamaya çalışıyorum kilo veremiyorum bi bakın dedim. tahlil istedi. bende hipotiroidi varmış. insülin direnci varmış. polikistik over varmış. bunların hepsini, baktığı üç sayfalık test sonucundan söyledi, üstelik o testlerin çıkması sadece 2 saat sürdü. bir sene boyunca hastanede koşturup hiçbir fayda sağlayamayıp sonra da bilime inancı kaydetmenin ne kadar anlamsız olduğunu gördüm.

    velhasıl, verdiği ilaçların bir kısmını düzenli kullandım, bir kısmını kullanamadım. aradan sekiz ay geçti. verebildiğim kilo miktarı sayıyla 3. üstelik, eskisinden daha kötü durumdayım. vücudumun her yerine kramplar giriyor, ellerim titriyor, üzerimde bir hastalık ve kendini iyi hissetmeme hali var. durup dururken bayılacak gibi oluyorum. durup dururken midem bulanıyor. gözlerim acıyor. bazen gözlerim kararıyor. zırt pırt çişe gidiyorum. iki damla işeyip geliyorum. zırt pırt acıkıyorum. sanki midemde bir karadelik var.

    yine gittim. tiroidde anlamlı bir gelişme olmadığı gibi, şekerim de yükselmiş. diyabet tanısını kesin olarak koymak için şeker yüklemesi testi istedi. ancak çok sevdiğim bir doktor arkadaşım, yaptırmamı sakıncalı buldu. insüline başlama süremi kısaltabilirmiş. o nedenle, kesin tanı endokrine tekrar gittiğimde yapılacak testlerle konulacak. bu arada şeker şüphesi ve gözümün sürekli karıncalanmasından feci halde tırstığım için, göz doktorundan da randevu aldım.

    şimdi bunları anlatıyorum. neden? çünkü insanlar bizim hiç çaba harcamadığımızı, hominigırtlak yiyip sonra ağladığımızı, soruna çözüm bulmaya uğraşmadığımızı sanıyor. sorun şu ki, uğraşıyoruz. çaba veriyoruz. olmuyor. yenildikçe, hüsrana uğrayıp daha çok yiyoruz. bir gaz geliyor. yine çabalıyoruz. olmuyor. "kafanda biter bu, istedin mi yaparsın" olayı değil bu. insanın iradesi yaa iradesi filan diyorsunuz ya, nah iradesi işte. düşünüyorum da, şimdiye kadar yaptığım diyetler içersinde, bir şeker hastasının asla yapmaması gereken, ölümcül bile olabilecek diyetler varmış. ne akla hizmetle yapmışım bilmiyorum. şimdiye kadar yaptırdığım kan ve idrar testlerinin hiçbirinde şekerin yüksek çıkmamasına güvenmişim herhalde. ama neden kilo veremediğimi, aksine nasıl daha fazlasını aldığımı anlayabiliyorum şimdi en azından.

    bundan sonra ne olacak bilmiyorum. durumum uygun bulunursa, ameliyat olmayı düşünüyorum. testlerimi yapan doktor, ameliyat olmamı önerdi. gittiğim cerrahlardan biri, ameliyat olmak yerine mide balonu düşünmemin daha iyi bir fikir olduğunu, her yolu denemeden bu ameliyat işine girişmemem gerektiğini söyledi. zaten riskli bir ameliyat olduğunu bildiğim için, özele gitmeyi düşündüm. parası neyse kredi çekip halledecektim. amk kyk'sı, diğer tüm kredi alanlarla birlikte benim de kredimi vergi dairesine devretmiş. şimdi bir bankadan kredi çekme hayalim suya düştü. iki gün boyunca ağladım. ne yaparım, nasıl öderim, nerden para bulurum diye kendi kendimi yedim. doluya koydum almadı boşa koydum dolmadı. insanın tüm hayallerini, umutlarını, planlarını bağladığı şey birdenbire elinden kayıp gidiyor. çok üzüldüm. çok koydu bana. bıraktım sonra. testlerime tahlillerime odaklandım. hastanelerde randevu kovalamakla uğraştım.

    şimdi korkuyorum. kilo verememekten korkuyorum. ömrüme böyle devam etmekten korkuyorum. ameliyat olmaktan, ölmekten, kör olmaktan, diyabetten, insülinden, hastanelerde koşturmaktan, doktorlardan, çabaların yine sonuçsuz kalmasından korkuyorum. durup durup ya kör olursam diye ağlıyorum. ya ölürsem diye ağlıyorum. ya para bulamazsam, ya vergi dairesi bana borcumda sorun çıkarırsa diye ağlıyorum. annem hasta diye ağlıyorum. annemin hastalığına kendi derdimden bakamıyorum diye ağlıyorum.

    tüm bu sıkıntılarım içinde hastanelerde koştururken gördüğüm insanların bana diyet reçetesi verip "bu zamana kadar neredeydin" diye sorması bende artık bir öfke patlaması yaşatıyor. kontrolsüz sinirleniyorum. sabahları pasta börekleri yapıp doktorum izleyen teyzelerin "gürkan kubilay'a git" demesinden bıktım. ulan ben burda ayın sonunu nasıl görürüm diye düşünüyorum ne gürkan kubilayı ya? hayatımın en önemli kararlarından birini vermek üzereyken, gitmek istediğim doktora sırf maddi sorunlar yüzünden gidemiyorum. kalkmış bana gürkan kubilay diyor, ahmet maranki diyor! çıldıracak gibi oluyorum. üstelik, bana bütün bunları kendi götüne göbeğine bakmadan söyleyebiliyor.

    obezitenin en güzel yanı ne biliyor musunuz? yemek yemenin, dünyanın en süper antidepresanı olması. en zor zamanlarımda bile bir çikolatalı kekin beni gülümsetmemesi gibi bir şey söz konusu olamazdı. intihara kalkıştığım dönemler de dahil olmak üzere, hayatımda hiçbir dönem şu anki kadar psikoloğa ihtiyacım olduğunu hissetmemiştim.

    edit: gözlerimi şeker için kontrol ettirdim. bir sorun yokmuş. doktor 4 ayda bir kontrole gelmemi söyledi. umarım bu da altı aylık dişçi ziyaretlerim gibi olmaz. gözümde kuruluk varmış sadece. boku bokuna ağlamışım.
170 entry daha
hesabın var mı? giriş yap