14 entry daha
  • inarritu'nun amores perros'una göndermeyle "paramparça olmuş aşkların ve hayatların filmi" şeklinde bir girizgah yapmak geldi içimden bu film için.

    inarritu kederciliği, kendine has kaderciliği ile ustaca kurgulanmış ve ortaya kesişen hüzünlerin parçalanmış bir hikayesi çıkmış.kurgunun parça parça ve dağınık olmasının filmin paramparça kimliğine denk düştüğünü düşünüyorum,zaten filmin en sevdiğim tarafı da buydu ..henüz daha başlarda 3 ana karakteri üstünkörü de olsa tanıdıktan sonra hikaye örgüsünün ileri-geri değişimleri hiç de karmaşık gelmiyor insana,parçalar rahatlıkla oturuyor yerlerine ve olacaklara dair huzursuz bir bekleyiş başlıyor.amores perros'da hikayelerin sınırları kesin çizgilerle çizilmişken bu filmde herşey daha iç içe ve daha bağımlı..

    - filmdeki en kederli karakter kimdi diye düşündüğümde ise gözümün önüne bir benicio del toro görüntüsü geliyor..
    en başından beri sorunlu ve zaman zaman tutsak bir hayat sonrasında açılan beyaz bir sayfa,derken işten kovularak hayatın acıtan gerçeklerine ilk merhaba ve nihayet onu hayata bağlayan tüm değerlerin sıfırlandığı o gün,o an..
    vaiz arkadaşı ile konuştuğu hapishane sahnesi ise derinlemesine bir dini sorgulama ve dibe çöküşün özeti idi adeta,oldukça
    vurucu..

    - sean pean'in filmdeki ingiliz sevgilisi ve benicio del toro'nun karısı ayrıntılarla dolu hoş yan karakterlerdi.beklentileri ve özlemleri ile bir dramın kenara ittiği kadınlardı onlar.ama beni özellikle naomi watts'ın performansı etkiledi,özellikle mulholland drive'dan sonra takibe aldığım beyaz tenli bu hoş bayan bu filmde de harikulade.

    - “21 grama kaç yaşam sığar”
    işte filmin asıl sorusu bu..
341 entry daha
hesabın var mı? giriş yap