82 entry daha
  • herman melville belli ki muzır biri. çıtı pıtı, elini kolunu sallamadan duramayan, tezcanlı, daima genç ve elbette nüktedan bir adam gibi canlandırıyorum onu gözümde; hoş, bakımlı robinson görselleri beni yalanlıyor ama yine de eserinde, bu özelliğine dair sayısız örnek bulunabilir ve bunlar günümüzde bizlere pek komik ya da incelikli gelmeyebilir, şunlar hariç:

    "balinanın yalnız püskürtme deliğinden soluduğunu söyledik... bundan başka, solunum borusunun püskürtme borusuna açıldığı bu uzun kanalda, büyük erie kanalında olduğu gibi, havayı aşağıda tutmak ve suları yukarı çıkarmak için açılıp kapanan kapaklar bulunduğundan, balinada ses diye bir şey yoktur. zaman zaman çıkardığı o garip seslere de burnundan konuşma derseniz balinayı horlamış olursunuz. hem balinanın söyleyecek nesi olabilir? ben, derinliği olan hiçbir varlık görmedim ki, bu dünyaya söyleyecek bir sözü olsun. geçimini sağlamak için birkaç söz kekelemek zorunda kalır olsa olsa. ne mutlu ona ki, dünya duyuverir sesini."

    sığız, çenemiz durmak bilmezken derinlikli bir böbürlenme bile dikkatinizi çekmiyor. bunu da oku, konuşmadan.

    "bana kalırsa bu püskürtü bir sisten başka bir şey değildir. böyle düşünmem için birçok neden var. bunlardan biri de, ispermeçet balinasının heybeti ve yüceliğiyle ilgilidir. ispermeçet balinası, başkalığı, derinliği olan bir yaratıktır. sığ sularda, kıyılara yakın yerlerde bulunmaması da bunu açıkça gösterir. oysa tüm öteki balinalar, kıyılara yakın bu sığ yerlere giderler zaman zaman. güney balinasi hem ağırbaşlı hem de derin bir yaratıktır. ve ben şuna inanıyorum ki, tüm ağırbaşlı ve derin yaratıkların -örneğin platon'un, pyrron'un, şeytan'ın, jüpiter'in, dante'nin ve bunlara benzerlerin- başlarından belli belirsiz bir buğu çıkar düşüncelere daldıkları sırada. bir gün, 'sonsuzluk' konusu üstüne küçük bir deneme yazıyordum. önüme bir ayna koymak esti aklıma. biraz sonra baktım ki, başımın üstündeki havada, garip garip kıvrılmalar ve dalgalanmalar var. ağustosun öğle sıcağında, damı incecik kaplamalı bir tavan arasında, altı bardak kaynar çaydan sonra, derin düşüncelere daldığım zaman, saçlarımın hep ıslak olması, yukarıda ileri sürdüğüm düşünceyi destekliyor bana kalırsa."

    engin okyanusların ele gelmez ejderhası ispermeçet balinası kolay kolay pes etmez, ölmez de kaçar, kaçar da başka bir balinacının ağzına düşen bir armut olursa, başı bağlı balıkla başıboş balığı birbirinden ayırarak uzlaşmazlıkları çözsün diye, kısa ve özlü anlatımın ustası amerikalılar, iki maddelik bir yasayla meseleyi özde olmasa da sözde çerçevelemişler:

    - başı bağlı balina bağlayanın malıdır
    - başıboş balina, ilk kimin eline geçerse onun malıdır.

    yasayı incik cıncık etmek de melville'e düşmüş. bu son sözler de bana, küçük bir ihtimal de sana:

    "... başı bağlı balıklarla ilgili kuralın bir hayli geniş bir alanda uygulandığını görüyoruz. ama başıboş balık kuralı bundan da geniş bir alanda uygulanıyor; tüm uluslar, tüm dünya uyguluyor bu kuralı.

    1492 yılında amerika başıboş bir balık değil miydi? kolomb, kral ve kraliçesi hesabına, bu balinanın püskürtme deliğine flama yerine ispanyol bayrağını dikmedi mi? peki, rus çarı için polonya neydi? türkler için yunanistan neydi? ingiltere için hindistan neydi? amerika birleşik devletleri için eninde sonunda meksika ne olacak? başıboş birer balık bunların hepsi.

    insan hakları da, özgürlük de başıboş birer balık değil de nedir? tüm insanların kafaları da düşünceleri de başıboş birer balık değil de nedir? bunlara dinsel bir inançla bağlanmak ilkesi, başıboş bir balık değil de nedir? sağdan soldan söz aşıran gösteriş meraklısı kelime cambazları için fikir adamlarının düşünceleri, birer başıboş balık değil de nedir? ve sen ey okuyucu, hem başı bağlı hem başıboş bir balık değilsin de nesin?"
75 entry daha
hesabın var mı? giriş yap