22 entry daha
  • kış uykusu yazıları vesilesi ile tanıdığım eleştirmen kişi.

    bir romanı varmış sanıyorum ve eleştiri alanında da epey aktif yazan bir kişi gibi.

    gelgelelim, bir kaç gün içerisinde okuduğum tüm metinlerinde kuvvetle sezdiğim, ama adını koymaya çalışırken zorlandığım ilginç bir ön-kabulü/temel-kavrayışı söz konusu.

    ifade etmeye çalıştığım şey, kendisi tarafından tartışmaya açık olmayan bir şey sanıyorum. bunu içsel olarak tartışmaya veya temellendirmeye eğilimli olmadığını metinlerinin her yerinden pıtrak gibi çıkıyor olmasından çıkarıyorum.

    peki nedir bu ön kabul/temel-kavrayış dediğim şey.

    atam, lafa giriştiğinde öncelikle eleştirinin ilgi konularından birisi olması gereken "esere" yani ürüne pek yanaşmıyor. bu tercihe uygun bir eleştiri ekolüne üyeliğini ima etmesi ile savunulabilecek bir pozisyon bu, dolayısı ile olabilir deyip geçiyorsunuz.

    ancak yazılar ilerledikçe, eseri üreten, onu meydana getiren sanatçı kişinin, bu üretimi hangi saiklerle yaptığı, nasıl bir dünyası olduğu sorularına vermeye kalktığı cevaplarda, kabından taşan bir efor hali ve edebiyatta varoluşçu fenomenoloji üyesi eleştirmenlerin üreticinin dünyasını, görüngülerini sayıp ortaya dökerken sergiledikleri hal ve tavırlardan çok uzakta kalan bir sabırsızlık ve kati sonuca varma istekliliği seziliyor.

    esere/ürüne hiç uğramadan, üretici ile çocukluk arkadaşı seviyesinde bir muhattaplık kurabileceğine kanaat getirdiğini ve daha formel bir sosyal ilişki biçimine katlanamayacağını düşündüren peşrevlerinden sonra başlıyor ahlaki, ideolojik, insani, vs. değerlendirmelere. bunlar öyle kategorik şekilde, öyle keskin ölçütlerle ve sert bir üslup ile belirleniyor ki, sanat amirlerinin karşısında eğilip bükülmeme cüretini gösteren sanatçı kimsenin kirli çamaşırlarının nasıl da ortaya çıkarıldığı bir teşhir ve tedip gösterisi karşısında hissediyor insan kendisini.

    ne olduğunu yukarıda sorduğum "ön kabul/temel-kavrayış", bütün bunlardan paylar alarak ortaya çıkıyor. makbul bir eserin ne olması gerektiğine dair iso9001 normları kesinliğinde kabulleri var atam'ın. ilginç olan bu aradığını bulamadığında, eleştiriyi yönelttiği şeyin, eserin kendisi değil, üretici kişi olması. kötü filmleri yapan kişilerin "kötü", "bencil" ve "niteliksiz" olması gerektiğine dair bir önkabülü var. iyi insanlar (tabi bunlar atam ile sinema nedir?, dramatik yapı nedir? vs. gibi soruların cevaplarında tam olarak aynı yerde duran kişiler oluyor herhalde) doğal olarak iyi filmler yapıyorlar. ama ah işte bu kötü, bencil, güzelce okuyabilmiş, bir de festivallerde sevilmiş vs. adamlar yok mu? onların filmleri çok kötü.

    böyle naif, böyle doğalcı bir iyi/kötü ayrımı, tartışılmaz bir kategori olarak her lafın, her tespitin arkasından sırıtıyor. "doğru" yolun ne olduğu bu kadar ayan beyan ortada olunca da eleştiri ve işlevi düşüp ölüyor. geriye, atam'ın elinde duran ideolojik formasyonu ve insani nitelikleri tamdır kaşesi ve doğrudan yapılması meşru olmayacağı için aralarına kuramsal, ideolojik, ahlaksal mazeretler sıkıştırılmış bir kötülemeler, karalamalar silsilesi kalıyor. hatta yer yer kuramın vesairenin kılıfını yırtıp çıkan ve kişisel husumeti düşündüren ifadeler bu söylediklerimin üzerine tüy dikiyor.

    velhasıl kelam, bunlar belirginleştikten sonra, her yazısının ilk paragrafında, kendi bulunduğu yerden memnun olmayan, haksız yere yükseklere tırmanmış olduğunu düşündüğü birilerine duyulan tatlı ve haklı öfkenin bağımlısı olmuş bir kişinin, kendi kendini gaza getirmelerle, "bi arkadaş" atıflı mesnetlerle kurulmuş serzenişler balladını okumakta olduğunuzu farkediyorsunuz.

    edit: imla
9 entry daha
hesabın var mı? giriş yap