76 entry daha
  • eskil vogt'u yakın zamana kadar "eskil vogt" olarak değil de, "joachim trier'nin ekürisi eskil vogt" olarak biliyorduk. öyle ya, "reprise" ile "oslo 31. august"un yönetmen koltuğunda joachim trier otururken, vogt kendisine ancak iki kişilik senarist koltuğunda yer bulabilmişti. ve bu filmlerde yönetmen trier olduğundan, senaryo yazım sürecinde vogt'un ister istemez daha çekinik bir pozisyonda kaldığını az çok tahmin edebiliyorduk. fakat "blind"ın öncesinde bildiğimiz bir şey daha vardı: bu film, her ne kadar teknik anlamda vogt'un yönettiği ilk uzun metrajlı film olacak olsa da, vogt, "reprise" ile "oslo 31 august"un doğurduğu beklentilerden bağımsız kalamayacaktı. doğru olan, bir sanat yapıtını yalnızca kendi bağlamında, en olmadı kendi sanatçısı bağlamında incelemektir ama vogt'un en azından ilk filmleri eleştirilirken, akıllar adını andığım iki filme gitmeden de edemeyecekti. hatta bir süre sonra, hali hazırda mevcut olan "trier-vogt sineması" söylemi daha da güçlenecek ve iki sinemacının adlarını birbirlerinin yerine kullanmak dahi düşünülebilecekti.

    tabii, yine "blind" öncesinde bir başka ihtimal daha vardı: eskil vogt, senaristliğin yanında zaten 10 yıldır üzerinde çalışmalar yaptığı yönetmenliğini uzun metraja taşırken kendisini trier'nin izlerinden tamamen soyutlamaya çalışacak ve hatta bunu başaracaktı. iki sinemacı arasında norveç'ten ve norveççeden başka bir benzerlik kalmayacaktı belki de.

    işte, "blind" tam olarak bu iki ihtimal arasında yer buluyor kendisine.

    tıpkı trier yönetiminde çekilen iki filmde olduğu gibi "blind"da da etkileri psikolojik boyuta ulaşan belli bir sorun var. "reprise"da sorun, ikili ilişkilerdeki sıkıntılardan ziyade "yazamamak"tı. anders danielsen lie'nin kelimenin tam anlamıyla can verdiği phillip karakteri mutlu bir ilişkiden öte verimli bir yazarlık kariyeri hedefliyor ve yolun henüz başlarında tökezleyip düşerken, en yakın arkadaşının bu yarışta başarı üzerine başarı kazanmasını da seyretmek durumunda kalıyordu. çok sevdiğim ve sık sık izlediğim bir film olan "reprise"ın böylece özetlenebilecek olan konusu, hem filmi izleyenler hem de izlemeyenler için «bu mu yani? bu kadar psikolojik soruna yol açan sebepler bundan mı ibaret?» gibi bir tepkiye yol açabilir. ki bir yere kadar haklı bir tepkidir bu. hele ki insan bu filme türkiye gibi, değil her gün, her saat başı yeni bir facianın, yeni bir skandalın patlak verebildiği bir ülkeden bakıp "reprise"ın başarılı birer yazar olup ölümsüzleşmeye çalışan norveçli gençlerini görünce «züppelerin zoruna bak ya...» derken buluyor kendisini.

    "oslo 31. august"taki sorun ise büyük ölçüde "uyuşturucu"ydu. ki bu, yani uyuşturucu bağımlılığı, insanımızın kati suretle hoş görmediği/göremediği/göremeyeceği bir konu. karşımızdaki insan isterse belli bir süredir arınmaya çalışan biri olsun. biz yine kalkıyor, insanları uyuşturucuya iten sebepleri irdelemek ve böylelikle sonuca yönelik yapıcı bir eylem yapmış olmak yerine insanları salt bugünkü halleriyle ve bugünlerinin koşullarıyla eleştirmeye devam ediyoruz. bu gibi bir konuya değinen "oslo 31. august"u izlediğimizde ise, yine kendimizi «adamlardaki dertlere bak ya...» derken buluyoruz.

    nispeten hava-cıva dertleri konu alan bu iki filmin akabinde gözlerimize konuk olan "blind"ın derdi, öyle tahmin ediyorum ki, hemen hemen hiçbir insanın azımsayamayacağı cinsten bir dert: körlük. misal, ben yürüyemiyor olsam, duyamıyor, konuşamıyor olsam, yine de geleceğe umutla bakmayı sürdürebilirdim. ama körlük... kesinlikle kaldıramayacağım, hatta kaldırmayı düşünemeyeceğim bir sorun olurdu. ve yakın çevremdeki insanların körlüğe bakışı da hemen hemen aynı yönde. hatta kör olma ihtimali üzerinden açılan muhabbetlerde «kesinlikle intihar ederdim!» diyen pek çok insan tanıyorum. yani şundan eminiz: eskil vogt, ilk uzun metrajlı film yönetmenliği denemesinde joachim trier gibi ancak bir norveçli için büyük bir sorun olabilecek bir konuya değil, dünyanın tüm insanlarının duyduklarında «aman aman, evlerden ırak!» diyeceği bir konuya eğilmiş. bu sayede trier'nin çizgisinden uzaklaşmayı başarmış.

    ne var ki bunu bir ortadoğulunun, bir akdenizlinin yapacağı gibi değil de, gerçek bir iskandinavın yapacağı gibi yapmış ve "körlük" konusunu "kör cinselliği" özelinde hikayeleştirmeyi tercih etmiş. böylelikle "körlük" konusu üzerinden yakaladığı evrensel izleyici kitlesinin büyük bir bölümünü "cinsellik" eklentisi ile —bilinçli olarak— kaybetmiş. bu da "blind"ı, son kertede, "trier-vogt sineması"na dahil edilmeye müsait bir eser haline getirmiş.

    fakat bu, yani "blind"daki trier-varilik, bağımsız bir yönetmen olarak eskil vogt için her ne kadar olumsuz bir çıkış olsa da, sinemanın kendisi için gayet başarılı bir deneme. hatta bu başarı, yalnızca benim görüşüm olmasa gerek ki, eskil vogt "blind" ile hatırı sayılır bir ödül vitrinine sahip oldu bile. bu ödüller arasında sundance'te aldığı en iyi senaryo yazarlığı ödülünün ve norveç'te verilen amanda ödüllerinde aldığı en iyi yönetmen ödülünün yanı sıra istanbul film festivali'nin uluslararası yarışma bölümünde kazandığı altın lale ödülü de mevcut.

    darısı, tıpkı eski günlerdeki gibi sadece yazımına katkı sağladığı ve 2015'te gösterime gireceği açıklanan joachim trier filmi "louder than bombs"un başına!
71 entry daha
hesabın var mı? giriş yap