32 entry daha
  • amerikan sineması'ndan (bağımsız sinema ve hollywood) avrupa filmi beklemek, sonra da bu gerçekleşmeyince zaten öyle bir niyeti olmayan amerikan sineması'na vurmak... ne bileyim, sanki biraz haksızlık olmuyor mu? (kış uykusu'nun tanrılaştırılmış insanla ilgili repliğini aldım, amerikan sineması'na uyarladım, bravo bana) efenim, amerikan sineması'nın avrupai filmler üretme gibi bir niyeti olmuyor genelde. çünkü amerikalı izleyici (ve aslında dünyanın çoğu(nda hollywood filmleri-bilhassa blockbusterlar- hâlâ çokça izleyiciyi sinemaya çekiyor)) zaten avrupa filmi tarzında filmler istemiyor. hâliyle rahat izlenecek, kafayı çok yormayacak filmler üretiyor bu sinema. amerikan sineması'nı eleştirebiliriz tabii ki. belki de izleyicilerinin film izlemede bu denli pasif olmalarının nedeni stüdyolardır. neyse. amerikan sineması'ndan avrupai film beklenmeyince bence çok da zevk verecek bir film bu. (the one i love, bağımsız sinema'nın bir ürünü ama şu dönemde zaten bir fark kalmadı hollywood ile bağımsız sinema arasında)

    amerikan sineması, matt damon-emily blunt'lı the adjustment boreau filmiyle bilim-kurguyla romantizmi buluşturmuş, ama ortaya iki tarafı da aksayan, gene de o rezil romantik komedilere bin basabilecek bir film ortaya çıkarılmıştı. filmle ilgili entrarimde stüdyoların bu karışımı ileride sıkça kullanacaklarını belirtmiştim ki nitekim öyle de oldu. the one i love da bu karışımı kullanıyor. romantik komediyle bilim kurguyu harmanlıyor. ama bu filmlerin çoğunda olduğu gibi bilim kurgu arka planda, biraz yardımcı eleman gibi duruyor. romantizm ve komedi kadar önemsenmiyor. gene de bu karışımın diğer örneklerden daha iyi kullanıldığını düşünüyorum ama tabii bir "her" (yön. spike jonze) değil kesinlikle. filmin romantizm ve komedi ayakları, her filmiyle benziyor. bilim kurgu tarafıysa bu sene gösterime giren coherence'i hatırlatıyor. coherence ilk izleyişte zevk veren bir film. lakin sorunları olduğu da yadsınamaz. her şeyin doğaçlamaya bırakılıp bilim kurgu tarafının aksaması en büyük sorunlarından.

    ne yazık ki the one i love'ın finali oldu bittiye getirilmiş, giriş ve gelişme aşamaları gayet iyi kaleme alınmışken çözüm aşamasında senarist tökezlemiş. gene de iki oyuncunun başarılı performanslarının da yadsınamayacak katkılarıyla film sürükleyici ve eğlenceli olmuş. ilişkiler konusunda yeni şeyler söylemese de (yeni şeyler söylenebilir mi artık, tartışılır) türleri başarıyla harmanlamasıyla senenin kaliteli filmleri arasına dahil oluyor. finaline rağmen ben sevdim bu filmi.

    spoiler

    coherence'le benzerliğinden başlayayım. coherence: bir grup arkadaş bir akşam bir evde buluşup eğlenmeye karar verirler. bir süre sonra olağanüstü şeyler olur ve dışarıda benzerleriyle (diğer evrenlerdeki yansımalarıyla) karşılaşırlar. coherence doğaçlama kaleme alınmış. sette akıllarına geleni yazmışlar senaryoya. fakat bu durum filmin aleyhine işlemişti. sonuçta öyküyü toparlayamamış, karakterlerin hayretlerin, nidalarından, eksiltili ve anlamsız cümlelerinden öykü bayağı zarar görmüş, gene de fikir etkileyici olduğundan sıkmadan, sürükleyici bir şekilde izlenebilmiş. the one i love'da da karakterler bir yere giderler ve burada ikizleriyle (yansımalarıyla) karşılaşırlar. coherence bunu gerilimli bir şekilde anlatırken the one i love bunu romantizmin ve buna ek olarak komedinin sınırları dahilinde anlatır.

    işlevsiz evliliği tamir etmeye çalışan çift burada yansımalarıyla karşılaşınca burada kalmaya karar verirler. kadın, kocasının yansımasına aşık olur, olaylar karışır. sonrası tahmin edilebilir olsa da eğlenceli olaylara gebe. fakat finale, çözüm bölümüne gelindiğinde senarist tıkanıyor ve under the dome'da da işlenen kubbenin (aslında kubbe değil, karakterlerin mekândan çıkmalarına engel olan bir engel, nasıl adlandıracağımı bilemedim) nasıl ortaya çıktığını, karakterlerin neden evden ve komple o mekândan çıkamadıklarını, benzerlerinin neden orada olduklarını, psikologunun böyle bir mekânla nasıl bir ilişkisi olduğunu doğru dürüst açıklayamıyor. bir şeyler gevelemiş ama tatmin edicilikten çok uzak ne yazık ki. halbuki bilim kurgu tarafını oluşturan bu sorulara tatmin edici cevaplar verilseydi tadından yenmeyecek bir film olabilirdi. bir kez daha görüyoruz ki senarist, basit olduğundan herhalde, romantik komediyi iyi işlerken zor olduğundan herhalde bilim kurguda aynı başarıyı ortaya koyamıyor. yazık.

    öte yandan izleyicinin kafasını karıştırmaya yeltenmiyor. ama bence yeni david lynch'lere ihtiyacımız var. bağımsız sinemada kimse christopher nolan (memento), lynch gibi cesur olamayacak mı yavs? burada yönetmen ve senarist ikilisi izleyicinin her şeyi anlayabilmesi için ellerinden geleni yapmışlar. finali "klasik hollywood mutlu sonu"yla bitirmeseler de inception gibi sonrası adına düşündürtmüyor. yönetmen/senarist, iki erkeği birbirinden ayırt edebilmemiz için birini gözlüklü, diğerini gözlüksüz yaratmışlar. kadınlarda da finale dek saç kesiminden kıyafetlere kadar farklılık var. halbuki ben olsam seyircinin kafasını karıştırmak için iki karakteri gözlüklü yapardım, kadınları da birbirine benzetirdim. uğraşıp dursun münafık seyirciler... öte yandan finalde elemanımız yanlış kadını seçiyor ve biz bunun farkına hemen varıyoruz. adamın bilerek yanlış kişiyi seçtiğini düşünmüyorum. gene de yönetmen, kadının yanlış olduğunu "domuz pastırması" ile bizlere hatırlatıyor. adamın eşi bunun kokusuna dayanamazken yansıması bunu afiyetle yiyor. fakat bence bu kadarına gerek yoktu. inception gibi bitirseydi daha iyi olurdu. o topaç düştü mü, düşmedi mi suali filmin her şeyinin önüne geçmişti ama filmin bu şekilde bitirilmesi hoşuma gitmişti. burada da öyle yapılmalıydı bence.

    özetle finalinde ağır darbe yiyor ama gene de film, etkilemeyi başarıyor. sizleri bilemem, ben sevdim bu filmi.

    spoiler
56 entry daha
hesabın var mı? giriş yap