57 entry daha
  • bitmiyor bu film efendim, bitiremiyoruz.

    daha önce "before"serileri (before sunrise, before sunset, before midnight) ile kişilerin, karakterlerin, cinslerin ve nihayet ilişkilerin, seneler boyu evrimini, aynı kadın ve aynı adam üzerinden anlatan richard linklater’ın böyle bir işe imza atması şaşırtıcı değil aslında.

    bu sefer de tam 12 yıl boyunca, aynı oyuncu kadrosuyla çektiği bir film ile karşı karşıyayız ve olan biteni, çocukluktan gençliğe adım atan mason’ın üzerinden izliyoruz. demek ki, linklater geçirdiğimiz değişimi ilginç buluyor. kim bulmuyor ki zaten? lakin fikrin ilginçliğinin ve oyuncuların değişimini gerçekten görmenin yanında; derinine bir türlü inil(e)meyen karakterler hiç ilginç değil. bunun temel sebebi, filmdeki çoğu diyaloğun suyun üzerinde salınması, aşağılara yani derinlere bir türlü inememesi. yönetmen 12 yıl boyunca karakterleri takip ediyor olmanın, onları tanımak adına zaten “yeterince” derin olduğunu düşünmüş olabilir. ancak senaryo bu anlamda hiçbir derinlik sunmazken, bu da çok zor. yine daha önceki işlerinde karakterleri tanımamıza imkan veren diyaloglar sayesinde, filmlere “eşlik” ettiğimi düşündüren yönetmen, bu sefer tamamen “seyirci” olduğumu hissettirdi. ben de bana verilenle yetindim ve olan bitene seyirci kaldım. seyirci olduğum bu film, uzadıkça uzadı böylece (165 dakika yahu, 165 dakika). özetle; film, daha derinden gitmediği gibi, alabildiğine yavaş akıyor bir de.

    "before" üçlemesi avrupa’nın çeşitli şehirlerini mesken tutmuşken, boyhood amerika’da geçiyor. evet, gitmesek de görmesek de, biz de amerikancılıktan (long live obama!) bol miktarda sebeplendik bu sayede. tek bir örnekle açıklayacak olsam, şöyle derdim; (filmi izledikten sonra daha iyi anlaşılacaktır)

    meksika göçmeni olduğunu tahmin ettiğim tamirci ernesto’nun, mason’ın annesinin tavsiyesi üzerine, akşam okuluna yazılması, böylece üniversite okumaya kadar ilerlemesi, bir yandan da bir lokantada müdür oluvermesi, ingilizce konuşamazken ingilizce şakımaya başlaması, ve seneler sonra müdürü olduğu lokantada karşılarına çıkarak şükranlarını sunması, ne kadar “sahte” ise; mason’ın onca badireye rağmen (hiçbir problem anında ortada olmayan sorumsuz baba, sürekli yanlış kişilere aşık olan ve hayal kırıklığına uğrayan anne, annenin her kocasından çocuklarının da nasiplerini alması, devamlı taşınmaları, okul değiştirmeleri, ve dolayısıyla yeniden arkadaş edinmeleri, değişen ve farklılaşan dış dünya…vs.) öyle “cool” kalabilmesi de o kadar sahte.

    işte ben buna “amerikan rüyası” derim. iyi uykular.
391 entry daha
hesabın var mı? giriş yap