21 entry daha
  • geleceği değil, günümüzü (günümüzden kasıt çekildiği dönem olan 50'li yılları) anlatan bir film. oyunculuğu da olan don siegel tarafından yönetilmiş. 20 sene geçmeden philip kaufman tarafından tekrar çekilmiş. bu yeniden çevrimin üstünden 30 yıl geçtikten sonra mavi gözlü-sarışın oyuncular daniel craig-nicole kidman'ın başrolünde aynı öykü efekte bulanarak, ilk iki filmdeki kozalar atılarak, aksiyona daha fazla yer verilerek (malum, dönem "hız" dönemi), daha telaşlı bir kamera kullanımıyla karşımıza getirilmişti. son film pek tabii ilk filmin yanına yaklaşamıyor. e teknoloji de her zaman çözüm olacak, başarıyı getirecek diye bir şey yok. neticede bu filmi de kurtaramıyordu teknoloji ve birbirleriyle epey uyumlu olan craig-kidman ikilisi. bu arada bu filmin adı millet tembelleştiğinden midir nedir, sadece "the invasion"dı. siegel bu filmi görse ne derdi acaba? pek beğenmezdi bence.

    neyse. siegel'ın filminden devam edelim. öykümüz basit ama etkileyici. delirdiği düşünülen, bu yüzden polislerce tutuklanan doktor (filmin kahramanı) yanına gelen doktora yaşadıklarını anlatmaya başlar. flashback'le birkaç gün öncesine dönülüp. şirin bir amerikan kasabasında tuhaf cesetler ortaya çıkmakta, çıktıkları gibi kaybolmaktadırlar. fakat esas tuhaf şeyse insanların kendileri gibi davranmamalarıdır. nitekim filmin kahramanı da giderek her şeyden şüphelenmeye başlar ve gizemi bozmaya, gerçeklere ulaşmaya çalışır. bu üç filmden birisini izleyen kişinin bildiği gibi kasaba, uzaylı saldırısına uğramıştır. insanların benzerleri kozaya benzer bir bitkinin içinde dünya gelmektedir. insan uyuyunca da yerini bu kozada doğan ikizi alır. amaç ise duygularının esiri olmuş insanı duygularından arındırmaktır. âşık olmayacaksın, üzülmeyeceksin, heyecanlanmayacaksın, korkmayacaksın, sevinmeyeceksin. robot olup çıkacaksın. filmi izleyince pek tabii distopya başyapıtlarından 1984'ü, christian bale'li aksiyon filmi equilibrium'ı hatırlamak mümkün. hatta equilibrium için bu filmden bayağı "esinlendiğini" söylemek mümkün. filmin en önemli taraflarını alıp bir aksiyon filmi yapmışlardı equilibrium'ın senaristleri.

    filmin metni bu şekilde. tabii dönemler 50'ler olduğundan ve dönemin seyircisi de bizim kadar aksiyon/hız manyağı olmadığından filmin temposu çok yüksek değil. gene de her şeyiyle üçüncü filmi cebinden çıkartacak güçtedir. oyunculuklardan bir türlü susmayan müziği (o dönemlerde müzikler zerre susmazdı, ki o dönem çekilen filmlerin bu tarafını pek sevmiyorum doğrusu) ve konusunun işlenişine kadar her şeyi başarılı. türler arasında slalom yaptığını da söylemek mümkün. kah korku filminin klasik trüklerini kullanıyor (birden beliren ceset), kah polisiyenin izinden gidiyor (kayıp bedenleri bulmaya çalışmak), kah gerilime evriliyor (birbirlerine aşık kahramanlarımızın uzaylılardan kaçmaya çalışmaları). tabii şu an başlı başına bir tür haline gelen "survival", yani hayatta kalma da önemli bir noktada. kahramanımız film boyunca "onlardan" olmamak için çabalar durur.

    filmin altmetnini de es geçmemek gerek. tarihi boyunca komünizmle mücadele etmiş olan abd bu filminde de komünizme karşı çıkıyor. elemanımızın finalde "uyanın. bizi ele geçiriyorlar," şeklindeki çığlıklarını komünizmin gelişine yorabiliriz pek tabii. zira dönem komünizmden nefret eden, hollywood'ta cadı avı'nı başlatıp herkesi birbirine düşüren mccarthy'nin dönemi. tabii nasıl ki rte döneminde sinema rte'nin görüşlerinden etkileniyorsa o zamanlarda da mccarthy'den etkilenilmiş ve onun istekleri yerine getirilmiştir. hollywood bu filminde de izleyicilerine anti-komunizm propagandası yapıyor. ama bunu yaparken komunizmden bahsetmiyor tabii ki. zaten filmi leziz bir film haline getiren de bu oluyor. salt bir "anti-komünizm propagandası" değil bu film. özetle; diğer iki filmden daha iyi olduğunu söyleyebilirim. ikinci filmi de sonra yorumlarım artık...
19 entry daha
hesabın var mı? giriş yap