8 entry daha
  • parrots the universe and everything'de aşağıdaki gibi anlatılan papağan;

    -kakapo yeni zelanda'da yaşayan bir tür papağan. yalnız kendisi uçamıyor, çünkü uçmayı unutmuş. daha da üzücü olan ise, uçmayı unuttuğunu da unutmuş. dolayısıyla endişeli kakapolar bir ağaca tırmanıp kendilerini aşağı bırakmalarıyla tanınırlar. tabi sonrasında ne olduğu hakkında iki teori sunulur; bazıları kakapoların ilkel bir paraşüt sistemi geliştirdiklerini, bazıları ise tam bir tuğla gibi uçtuklarını* düşünür. "endişeli kakapo" diyorum, ancak endişelenmiş bir kakapo görme şansınız bi hayli düşük. zira, kakapolar endişelenmeyi öğrenmemişler. şimdi böyle deyince kulağa biraz garip geliyor olabilir. endişelenmek bizler için gayet normal bir duygu, nefes alıp vermek kadar doğal bir ihtiyaç. ancak öyle gözüküyor ki, endişelenmek sonradan edinilen bir alışkanlık. genetik olarak eğimli olabileceğiniz ya da olmayabileceğiniz bir şey.

    kakaponun nesiller boyu yaşadığı yeni zelanda, bizler oraya adımımızı atmadan önce yırtıcı türlere sahip olmayan bir bölgeydi. dolayısıyla yırtıcıların olmadığı bir yerde endişelenme alışkanlığını kazanmanıza gerek yok. yeni zelanda okyanusun dibinden fırlamış bir kara parçası olduğundan ilk zamanlarında üzerinde birkaç tane ölü balık dışında yaşayan pek canlı yoktu. doğal olarak yeni zelanda'da ikamet edebilen yegane canlı türleri uçabilenlerdi, yani kuşlar. artık etrafta neden yırtıcıların olmadığını ve neden endişelenecek bir durum olmadığını biliyoruz. bu konsepti anlamamız bizim için biraz zor. zira, biz insanlar da birer yırtıcı olduğumuz için hiçbir zaman yırtıcıların olmadığı bir ortamda bulunmadık. sonuç olarak, biz insanlar adayı keşfetmemizden önce bu kuşlar gayet huzurlu bir hayat yaşıyorlardı. bunun bir başka örneğini galapagos adası'nda da görebilirsiniz. galapagos'da yaşayan mavi ayaklı sümsük kuşuna gayet yaklaşabilir, onu tutup kaldırabilir ve tekrar yerine bırakabilirsiniz. bütün bu olan biten sırasında kuşun aklından geçenler ise "herhalde benimle işi bitince geri koyacaktır." olur. yem olma tehlikesinin ne olduğu hakkında pek bi bilginiz yoksa siz de aynı tepkiyi verirdiniz.

    dediğim gibi kakaponun etrafında yırtıcı türler yoktu ve o da uçma konusunda aklından şunları geçiriyordu, "bu uçma işi biraz zahmetli, acayip yoruyo. biraz yiyip biraz uçmak gerekiyo falan. her lokmada daha da agırlasıyoruz, uçmak da iyice zorlaşıyo tabi. başka bi yol bulmak lazım...meselaaaa, biz yemeğimizi büyük porsiyon olarak yesek, sonra da bi yürüyüşe çıksak, nası olur?" bu mantıkla nesiller boyu yaşayan kuşlar zamanla uçma kabiliyetlerini yitirmişler. tabi sonrasında yırtıcı kedi ve köpekleriyle beraber adaya ayak basan insanlar yüzünden bu hayvanlar hayatlarını kurtarmak için yürüyüşe çıkmak durumunda kalıyorlar. işin daha da dramatik yanı, karşılarına yırtıcı bir hayvan çıktığında ne yapacaklarını, sosyal formun ne olduğunu hiç bilmemeleri. tek yaptıkları ilk hamleyi karşıdakinden beklemek olması ve o hamlenin de genelde hızlı ve ölümcül olması...tahmin edebileceğiniz gibi, bir zamanlar yüzbinleri bulan kakapo popülasyonu inanılmaz bir hızla kırklara kadar düşüyor. tüm hayatlarını bu hayvanı kurtarmaya ve korumaya adamış bir grup insan var ancak, yırtıcılardan korumak başlı başına zor bir görev iken, hayvanların çiftleşme adetleri de hiç ama hiç yardımcı olmuyor. çünkü görünen o ki, çiftleşme ritüelleri inanılmaz uzun, acayip komplike ve kelimenin tam anlamıyla başarısız. hatta o kadar başarısız ki, bazı araştırmacılar erkek kakapoların çiftleşme çağrısının dişiler tarafından itici bulunduğunu söylüyor. aynı bizlerin diskolarda tanık olduğumuz durum gibi aslında.

    size bu çağrıyı ve senenin yüz gecesi boyunca süren çiftleşme ritüelini anlatmam gerekli...erkek kakapo, vadiye bakan bir kaya çıkıntısı bulduktan sonra kendisine içi boş bir kaseye benzeyen oturağını hazırlar ve üstüne çöker. çünkü birazdan olacaklar için yankı ve akustik çok büyük bir önem arz ediyor...oraya çöker ve yüzlerce gece boyunca the dark side of the moon'un introsunu icra eder. albümün girişindeki o kalp atışlarını hatırlıyorsunuz değil mi? kakaponun çıkarttığı bu ses çok derinden gelen bir bas sesi ve onu duyanların anlattığına göre duymanın ötesinde, karnınızda hissettiğiniz tüyler ürpertici bir ses...şimdi, bas seslerinin iki tane çok önemli karakteristik özelliği vardır; büyük mesafeler katedebilen uzun ses dalgalarına sahip olmaları birincisidir. bu da vadide yankılanabilecek olmaları anlamına geliyor. buraya kadar güzel...ancak ikinci özelliği, ki bu özelliğe evinizdeki stereo ses sistemlerinizden aşina olabilirsiniz. sistemde, tiz sesler için iki adet küçük hoparlör bulunur ve bunları stereo etkisini alabilmek için dikkatlice yerleştirirsiniz. bas sesler için ise bir adet subwoofer denilen kutunuz vardır. subwoofer'ı dilerseniz koltuğun arkasına bile koyabilirsiniz. zira, bas seslerinin ikinci karakteristik özelliği...unutmayın kakaponun çiftleşme çağrısından bahsediyoruz. evet, basların ikinci özelliği sesin tam olarak nereden geldiğini çıkartamıyor oluşunuzdur...

    bi düşünün şimdi, erkek kakapomuz yukarıda oturup ve bu acayip sesleri çıkartırken aşağıda bi yerlerde olduğunu tahmin ettiğimiz dişi, ki büyük ihtimalle orada yok, seslerin çekici gelmesi halinde, ki itici gelmesi muhtemel, sesleri çikartan lanet hayvani bulamayacak !!!!! öte yandan, aşağıda bir dişi olduğunu ve sesin hoşuna gittiğini varsaymış olsaydık bile, dişi kakapoların sadece porsuk ağaçlarının meyve verdiği dönemlerde çiftleşmeye uygun olduğu gerçeğiyle karşılaşacaktık...hangimizin böyle bir ilişkisi olmadı ki?

    pesin edit: hesap makinesinde cevirdim kizmayin.
10 entry daha
hesabın var mı? giriş yap