10 entry daha
  • çok doğru bir şarkıdır. belki hepsi değil ama, benim bir zamandır gördüğüm doktorlar, şarkıda dendiği gibi bilmiyor yüreğin-ciğerin acısını. çıkışı olmayan bir yoldadır yakınınız, onlar için "bugün var yarın yok" bir hastadır, görevdir, gelir geçer. konuşmalarında, bakışlarında, ses tonlarında hissettirirler sizin ve az bir ömrü kalmış yakınınızın ne kadar basit olduğunuzu.
    tedavinin çıkmazlarından, almaları gereken önlemlerden, yakınınızın bu süre içinde çekeceği acılardan bahsederken o kadar soğuk kanlıdırlar ki, sanırsınız ki bir yemek yapacaksınız ve o da size bunu tarif ediyor. "nefes alması için boğazına bir delik açmamız gerekecek" derken kılları bile depremez. karşılarında duyguları olan bir insan olduğunu bilmiyorlar sanki, doktor olmalarına rağmen, insan olmalarına rağmen.
    şüphesiz hepsi için bu söylenemez, eminim ki volkan konak da hepsini kastetmiyor. ama dostlar olmuyor, anlamıyorlar bir türlü ve bilmiyorlar onlar için bir istatistik verisinden ibaret olan "hasta"nın, bazı insanların hayatından çekildiğinde ne büyük boşluklar yaratacağını. her seferinde bir şeylerinizi daha yitirirsiniz, buz gibi bakışları ve kesin cümleleriyle karşınızda dikilen doktorlara benzemekten korkarsınız. bilirsiniz her şeyin tükendiğini, ama en son umutlar ölür diye düşünür insan; fakat sizin için koskoca bir hayat, başkaları için bir yatak kontenjanıdır, istatistiklerde bilmem kaç milyonda bir olarak görülen bir hastadır. hayat bir bakıma böyle değil midir a dostlar...
    sonra çıkarsınız oradan, size yabancı insanların arasından ve hastane önünde incir ağacına bakarsınız, bir tek ona anlatırsınız kederinizi.

    ----
    bir dostun ilk bebeği, yoldadır. herkes seferber olur, hazırlıklar yapılır. ismini koymak da size düşer. zeynep olsun dersiniz. annenin karnı büyür, büyür, büyür. geri sayılır aylar, haftalar, günler. doğum için geri sayılır, yaşam için geriye sayılır. dostlarınızla hep onu konuşursunuz, neleri değiştireceğini, hayatınıza katacaklarını, alacaklarını. evlerimizin altını üstüne getirsin, büyüsün de, kırsın döksün, biz gülelim ona. her şey yerli yerindedir, güzel hikayeler de hazırdır, hayatın gülen yüzüdür zeynep, aydınlık yanıdır.
    merhaba der ve gelir dünyamıza. kucağımızda uyur, kolumuz titrer, dokunmaya kıyamayız. her şey ayarlanmıştır, fakat ateş korunu kavurmaktadır bir yandan, habersiz. gülücükler saçmaya başlar zeynep, çektiğimiz fotoğraflara bir başka bakar. bir şeyler anlatmak ister gibidir.
    bacaklarını hareket ettiremeyeşinden kuşkulanıp götürüyor ana-babası hastaneye. ve hayatlarını yangın yerine çeviren gerçek patlıyor yüzlerinde. doktorlar umut yok diyor. bilmem kaç milyonda bir rastlanan bir hastalık dadanmış minik bebeğimize. küçücük bedeninde derman kalmıyor, zor nefes alıyor. sma diyorlar hastalığa. sonra ümitler yeşeriyor, gösterilmedik doktor bırakılmıyor. en son umutlar ölür evet. peki, insan yaşarken kaç defa ölür? bunu bilen var mıdır?
    zeynep hala gülümsüyor, sonra da ağlıyor. doktorlar yaşamaz diyor, hastalığın en kötü türü diyorlar. ama biz umut ediyoruz, belki ikinci derecedir diyoruz, belki geçiş olur diye umuyoruz. o zaman yaşar, yürüyemez ama yaşar bizimle, bizim hayatımıza katılır, diye…
    gülümseyen fotoğraflarının haberi yok. kimsenin haberi yok ateşin düştüğü yerden. her gün yanıp kavruluyor içimiz. yine aylar, haftalar, günler sayılıyor, ama bu sefer yaşamaya değil. ne oldu bu hayata, neresinde kaldık biz, neresinde kaybettik? zeynep bir isim olarak mı kalacak sadece. bir de gülümseyen ve ağlayan fotoğraflarla…
    şimdi ona sarılamıyoruz, öpüp koklayamıyoruz. bizi en fazla nezle edecek bir lanet virüs onu öldürebilir diyorlar. bu yüzden yanağına bir öpücük konduramıyoruz. doktorlar hep anlatıyor, ama bilmiyorlar ki ateşin düştüğü yerde her gün birileri ölüyor.

    zorunlu bir ek:
    bugün aramızdan ayrıldı zeynep. ve bebekler cennetine uğurladık onu. çok garip geliyor onun hayatımızdan çıkıp gidişinden konuşmak. ölüm, vefat, cenaze... bir çocuk için, bir bebek için söylenemiyor bu kelimeler. evet zeynep yok artık ve onun büyüdüğünü göremeyeceğiz.
    oysa ki çocuk gülüşünü büyütecek, koşacak, konuşmaya başlayacaktı. renkli tokalar bağlayacaktık uzayan siyah saçlarına. sonra fırdönecekti etekleri. biz yaşlanırken o büyüyecek, genç kız olacaktı. sonra kıskanacaktık, kabul edemeyecektik büyüdüğünü. o hep küçük zeynep kalacaktı, artık hep küçük zeynep kalacak.
    doğu ondan bir sene önce doğdu. şimdi yaramazlık yapıyor ve haberi yok, bir ömürlük oyun arkadaşının onu da bırakıp gittiğinden. hiçbir şeyden haberi yok doğu bebenin. fakat ne tuhaftır ki, zeynep ve doğu'yu birlikte son gördüğümde, kardeşçe bir yakınlık hissetmiştim aralarında. çocuklar oyuncaklarını ve anne-babalarını paylaşmayı sevmezler genelde. ama doğu, zeynep'i hiç kıskanmıyordu. sanki o da biliyordu, zeynep'in aramızda misafir olduğunu. yılbaşıydı, 2004'ü 2005'e uzattığımız gece. elimdeki lastik topa baktığını sanıyordum zeynep'in. ona uzattığımdaysa hiç bakmadı bile elime. gözlerime gözlerime bakıyordu. kucağıma aldığımdaysa nasıl zor nefes aldığını göğsünden gelen hırıltıdan anlıyordum.
    o gece çok konuştum zeynep'le. yapma dedim, gitme dedim, bizi bırakma dedim. ama dinletemedim.
    bu ismi birlikte koymuştuk. zeynebim türküsündeki gibi güzeldi. "zeynebim zeynebim allı zeynebim, beş köy içinde şanlı zeynebim."

    attaya gitti zeynep. hiç büyümeden beklesin bizi.
22 entry daha
hesabın var mı? giriş yap