35 entry daha
  • konu hakkında can dündar'dan bi yorum da şöyledir:

    insanın zaafı

    25 yaşındaki devlet tiyatrosu sanatçısı zeynep turpçu, haldun taner'in gözlerimi kaparim vazifemi yaparım" adlı komedisinde hemşireyi oynuyormuş. çarşamba günü bursa belediye tiyatrosu'ndaki prova sırasında babasının ölüm haberini almış. hemen mudanya'ya cenazeye koşmuş. babasını toprağa vermiş, ayni gün gözyaşlarını içine akıtıp bursa'ya dönmüş ve sahneye çıkıp rolünü oynayarak seyirciyi güldürmüş. seyirci, ayakta alkışlamış turpçu'yu... o da "bir tiyatro sanatçısı gerektiğinde acısını gömmeyi ve oyunu sürdürmeyi bilmeli" demiş; "ben ustalarımdan böyle öğrendim".
    zaman zaman bu tür fedakârlıkları öven haberler okursunuz. zor
    olduğu kadar, saygıdeğer bir davranış"tir bu...

    geçen hafta aynisi bizim büroda yaşandı. bir arkadaşımız, üstlendiği isi bırakmamak için ölüm döşeğindeki annesinin yanına gitmemekte direndi. sonunda isini noktaladığı saatte, annesinin ölüm haberini aldı. o görevini yapmış, ama annesi evladını göremeden gözlerini kapatmıştı. biz de ustalarımızdan öyle öğrenmiştik çünkü:
    görev, her şeyden üstündü.

    bingöl depreminde görevli meslektaşımız nevzat bingöl canlı yayın sırasında amca oğlunun pansiyon enkazı altından ölü çıkarıldığını görünce feryadını bastırıp yayını sürdürmemiş miydi? daha geçenlerde tören alayında put gibi dikilmekten bitap düsen bir askere yere yıkılınca yanındaki arkadaşları "esas duruş"u bozmadıkları için komutanlarınca takdir edilmemiş miydi? kutsanmak istiyorsak "gözlerimizi kapamalı,
    vazifemizi yapmalı" idik.

    ve her koşulda "gösteri sürmeli" idi. meslek etiği bunu gerektiriyordu. yapabilenleri takdir etsem de ben, acılar karşısında "esas duruşum"u koruyabileceğimi sanmıyorum. her defasında "mesleğe saygı" göstergesi olarak alkışlanan bu jestin mecburiyetine de inanmıyorum. her koşulda perde açmayı, yayını asla aksatmamayı, acıyı seyirciye yansıtmamayı, görev yerini bos bırakmamayı, "iş ahlaki" değil, "insan zaafı" sayıyorum. hiçbir mesleki mecburiyetin, ölüm döşeğinde bir babanın başucunda
    olmaktan, bir annenin elini tutmaktan daha önemli olamayacağı kanısındayım.

    amca oğlunun cesedini görüp de ağladı diye bir muhabiri, mecalsiz devrilen arkadaşının yardımına koştu diye bir eri kınamak kimin haddine? bizler ruhsuz konu mankenleri değiliz ki... insanız...! seyirci bunu anlar, anlayışla karşılar. bence sorun orada değil. sorun, bizi insandan çok isimizi önemseyecek kadar profesyonelleştiren, körleştiren, köleleştiren bir "çalışma ahlakı"nın cenderesine sokanlarda... insani zafiyetlerinden arındırılmış bu robotu, basari hırsına endeksli bir is hayatinin hizmetine verenlerde... bunu "erdem" diye belletenlerde...

    "ne olursa olsun şov sürmeli" diyenlerde.. ben bu oyunda yokum. "hemşiremiz bugün babasını kaybetti, o yüzden kapalıyız" diyen tiyatroları, sahnede içi ağlarken yüzü güldüren oyunculara tercih ediyorum.

    acısını içine gömen profesyonellerin değil, onların yalnız ölen ebeveynlerinin yanında saf tutuyorum...

    maliyeti yüksek başarılar değil benim gözümü kamaştıran; sıcak insani duyarlılıklar... canimiz yanıyorsa, içimiz acıyorsa, dostumuz ölüyorsa, isi gücü bırakıp koşalım, gerekiyorsa da ağlayalım arkadaşlar!..

    can dündar
229 entry daha
hesabın var mı? giriş yap