246 entry daha
  • film sadece bir sci-fi'dan öte, dilbilim, iletişim ve kader üzerine düşünmemize sebep olan felsefi bir film. bunları çok dramatik öğelerle tartışmaya açmış.

    --- spoiler ---

    başka bir gezegenden gelen, fiziksel yapısı bizden bambaşka olan ve doğal olarak
    bildiğimiz biçimlere hiç benzemeyen bir biçimde iletişim kuran bir canlıyla nasıl iletişim kurarız sorusuyla başlıyor film. iletişimin gücünden dem vuran bu kısımlar bence çok etkileyiciydi. film boyunca iletişim yolları, destekleyici teknikler, yanlış iletişimin katastrofik etkisi gibi konulara vurgu yapılmıştı. hepsi üzerinde düşünülmesi gereken konular.

    bırakın farklı milletlerden, ırklardan gelen insanları, aynı dili kullanan iki kişi arasındaki iletişim bile gerçekten çok zorlu bir alan. bizim düşünüp söylediğimiz bir cümle, karşıdakinin zihninde ne uyandırıyor, nasıl bir duygu ve düşünce yaratıyor bunu tam olarak bilmemiz mümkün değil. karşımızdakinin geçmiş deneyimleri, bugünkü yaşamı, duygusal dünyasının oluşturduğu zihinsel filtreden geçen cümlemiz, kişide bir düşünce ve yanıt oluşturuyor. o yanıt bize ulaştığında bizim filtremizden geçiyor ve döngü sürüyor. biz ne söylüyoruz, karşımızdaki ne anlıyor noktası tüm insan iletişiminin en büyük sorunlarından birisi. erich fromm da bu iletişim probleminden bahseder. insanın yalnızlığı için bulduğu çare iletişimdir ama iletişim bahsettiğim filtreler yüzünden yanıltıcıdır. fromm iki insanın salt akıl yoluyla birbirine erişemeyeceğini, sevginin ayrı bir kanal yaratarak bu sorunu aşmamızı sağlayabileceğini düşünür. filmde louise koruyucu elbisesini çıkarıp uzaylılara yaklaşır, onlara birey olarak adım atar, elini uzatır. uzaylılara isim verir, bir nevi arkadaş olurlar, yani sevgi devreye girer ve iletişim sorunu çözülmeye başlar. filmin uzaylılarla iletişim üzerinden dramatik şekilde kurguladığı hikayesi bana bunları düşündürdü film boyunca.

    ikinci vurgu dilbilim üzerineydi. yine mühim bir mevzu. bir süre önce ekşi sözlük'ün en sevilen başlıklarından olan türkiye'den siktir olup gitmek başlığına bir entry yazmıştım. "öncelikle, rüyalarımı gördüğüm, duygularımı anlattığım anadilimi terk etmem maalesef mümkün değil" diye başlamıştım söze. dil, düşünce ve duygu birbiriyle sıkı sıkıya bağlı antiteler. düşünce, duygu ve kültür, dili etkiliyor. başkasının mutsuzluğundan mutlu olmak anlamına gelen ve almanca bir kelime olan schadenfreude'nin türkçe bir karşılığı olmaması bunun bir göstergesi.

    aynı şekilde dil de düşünce ve duygu üzerine etkili. konuştuğumuz dilin içeriği, yapısı ve gramerinin düşünme şeklimiz üzerinde etkileri olduğu düşünülüyor. nasıl bir kültür, schadenfreude kelimesinin ortaya çıkışına neden oluyorsa, bu kelimenin bu kültürün içindeki insanlarca kullanılması da insanların düşünce şekilleri üzerine etki yapıyor. filmde adı geçen sapir whorf hipotezi kabaca bunun üzerine kurulu. bilinçdışımız anadilimizle şekilleniyor, psikanalitik teoride çok önem verilen dil sürçmeleri dilin bilinçdışıyla ilişkisinin güzel bir göstergesi. sadece bu da değil, terapide cümlelerin kuruluş şekli, grameri, seçilen kelimeler hep önemlidir. dilin yapısı ve içeriği, zihin yapısıyla çok sıkı bağlarla bağlıdır. filmde insana yabancı bir dilin kullanımının etkisi, geleceği görmek gibi fantastik bir yeti ortaya koyacak şekilde dramatize edilmiş. evet, belki bu olasılıksız gözüküyor ama şu bir gerçek, dilin yapısı ve düşünme/algılama şeklimiz birbirini etkileyen iki unsur.

    gelelim filmin en dramatik öğesine: geleceği görmek. geleceğinizde olacakları bilseniz hayatınızdaki seçimleri değiştirir miydiniz? senaryo bunu anlatmak için çok üzücü bir yol seçmiş olsa da bence izleyiciyi vurucu bir yolla düşündürmek iyi bir fikir. geleceği görmek muhakkak seçimlerimizi etkilerdi ama çocuğumuzun öleceğini bilsek onu dünyaya getirmekten vazgeçer miydik? bu mevzularda sulugöz bir insan olduğum için ağlayarak izlediğim anne-çocuk sahnelerinde hep bunu düşündüm. çocuğumla geçireceğim bir gün için, bir ömür yas tutmaya razı geleceğime kanaat getirdim. belki sadece bilgiye dayanan bir gelecek tahmini olsaydı, yani louise ileride doğacak çocuğunun geleceğine dair salt bilgiye dayalı bir öngörüde bulunabilseydi, farklı bir seçim yapardı. ancak öngörülerinde çocuğuyla ilgili gelecek, duygusuyla var oluyordu. onu doğurduğunu, ilk kez kucağına alışını, onunla oynadığı oyunları yaşayarak, deneyimleyerek öngörüyordu. şimdi size sorsam: gelecekte bir kişiye aşık olacaksınız ve sonunda çok acı çekeceksiniz, bunu yaşamak ister misiniz? çoğunluk cevap olarak hayır der. ancak zihninizde o aşkı deneyimleyecek, duygusuyla yaşatabilecek bir öngörü oluşturabilsem, büyük kısmınız evet cevabı verir. çünkü hayatta güzel duyguların getirisi olan olumsuz duygular da var, hepimiz bunu biliyoruz ve bu bilgiyle, buna rağmen yaşıyoruz. insanlar ilişkilerinin bitebileceğini, boşanabileceklerini, sevdiklerini yitirebileceklerini bile bile yaşıyor. yani aslında hayatın bize attırdığı yazı-turaların sonucunu %100 bilemesek de %50 biliyoruz ve yine de yaşıyoruz, deneyimliyoruz. zaten hayatın güzelliği de burada.

    --- spoiler ---

    arrival'ın tekrar tekrar izlenip, bambaşka açılardan yakalanacak bir film olduğunu düşünüyorum. çok katmanlı bir yapısı var. film bence iyi bir sci-fi'ın yapması gereken her şeyi yapmış, zihin açıcı ve bilimkurgu teması üzerinden insanlığın temel meseleleri hakkında bol bol düşündürüyor.

    dipnot: filmi sevenler için bir de okuma önerisi vereyim, bunu seven şunu da sevecektir diye düşünüyorum: the three body problem
809 entry daha
hesabın var mı? giriş yap