9 entry daha
  • bu isimde birini tanıdım. ilk gördüğümde "o kadar güzel bir kadının burada ne işi var?" demiştik kızlarla kendi kendimize. sonra güzellikle ne alakası varsa diye kendime soracak kadar büyüdüm. zamanla da asıl güzelliğinin gözle görünenden çok daha fazla olduğunu fark ettim.

    bir gün kapıdan girince "kim bu?" diye sormuş benim için. arzu abla da "bizim öğrencilerden, biraz deli ama zararsız demiş." yıllar sonra bir sigara eşliğinde anlatmıştı. "o an güldüm" dedi, kendi gençliğinden bir parça bulmuş.

    deli kısmına değil de gençlikteki o parçanın ne olduğuna takılmıştım. deli miydim sahi?

    35 yaşında diplomasını aldığı gün nasıl da mutluydu. "20'den sonra okunmaz, okumanın ne gereği vardı? demişlerdi. okudum işte." dedi. uzun afilli cümleler değildi ama içtendi, netti.

    annesinin hastalığı olmasa o zamanlar kaçarmış evden. delilik kısmı buymuş işte. anlamadım o dönem.

    bizim mezuniyet arefesi cübbeleri alınca da "acıkögretim fakültesi mezuniyet yapmıyor ya senin cübbenle kepini giyebilir miyim?" dedi. giyince fotoğraf çektirmek için değil. uğuru geçsin diye belki. öyle naif bir istekti, gerçek olmuştu hepsi bu. şimdi yüksek lisans peşinde "akademisyen ol abla sen yaparsın" diyorum. gaz vermek değil derdim içten söylüyorum. zor şartlarda okuyan, o azimden bir şey kaybetmeyen bir kadından kim daha iyi bilir ki eğitimin kıymetini?

    o kapıdan "abla ben aşık oldum" diyerek girdiğim de oldu, "bu adamla ne yapacağım?" diye çıktığım da.
    mezuniyet elbisesi bakarken, mezuniyetimde salonda o bir çift yeşil gözü ararken değil, azmin bittiği çok yerde aklıma geldi.

    az sabahlamadık, yaz gecelerinde sivrisineklere yem olacağımızı bile bile.
    bir gece yine kitaplardan konuşurken bir sır verdi bana.
    "babam yazsa cümleler bu kadar olur diyerek okudum" dedi. oruç aruoba'nın aynı adlı eseri için.
    hem zilif ne de az bulunan bir isim.
    ertesi gece kitabı getirdi. "baskısı yok olsa sana da alırdım ama dikkat et" dedi.

    "bak kitabın bir yerinde 'bu yüzden bu küçük defter sana hayatın ortasına geldiğinde ulaştırılacak' diyor ve cahit sıtkı'nın dediği gibi 35'imde geldi kitap bana" demişti, kitabı uzatırken.

    sel yayınları, kitap sayfalarının üst kısımlarını kesmemiş, zarf açacağıyla açılsın diye. bir baskı hatası değil mektup havası versin diye galiba.
    kitabın başında mektup sahibi "bu küçük defteri de kendim yaptım; sayfaları biraz eğri büğrü oldu kusura bakma diyor." matbaa baskısı olduğunu aynısından 999 tane daha olduğunu unuttum o anda.
    başkasına ait bir mektup bulmuş gibi okudum.

    kitabı okur edasıyla değil, altı çizilecek bir cümle aramadan okudum. zilif abla'nın uzun gecelerde anlattığı hayat hikayesini düşünerek. ona yazılmıştı bu mektup aksi mümkün olamazdı. başındaki dr. filiz ersel kimdi neden bir mektuba bu kadar ortak olmuşlardı? bu soru cevapsız kaldı.

    o kitabı okuduğum geceden 3-4 ay sonra izmir'den ayrıldım. ortak olan deliliğimizi ise çoktan unutmuştum.

    yüksek lisans yapacağım diye evden kaçtığım zaman jeton düştü.

    ah be abla nasıl bildin kaçacağımı?

    ------------------------------------------------------------------

    dipnot: kitaba sonunda denk geldim ve aldım. yine yarım saatte bitti ama o mektup okur gibi hissettiren tadı bulamadım. sayfa üstlerini zarf açacağıyla değil kimlik kenarıyla yırttım ve bana ait olmayan bir mektubu açar gibi hissetmem gerekirdi ama onun yerine öss sınav kitapçığı açmış gibi hissettim.

    edit: anlatım bozuklukları ve bazı şeyler

    edit 2: 35 değil 36 olmuş gönlümüzün 18'lik çıtırı
18 entry daha
hesabın var mı? giriş yap