11 entry daha
  • yaz sıcaklarında evde pinekliyordum. tv’de haberler açıktı. bezelye yemeğinin kokusu havalanan tül perdeden sokağa çıkıp dağılıyordu. dışarıda evsiz köpekler uluyordu. biri ağzında tuttuğu bir şeyi sevinerek diğerlerinden kaçırdı. hava kararıyordu. kanalı değiştirdim. malta açıklarında batan bir mülteci botundan kıyıya vuran cesetlerle ilgili bir şeyler vardı. cesetlerin vurduğu kıyıda evler görüyordum. perdeleri tıpkı benim eviminki gibi dışarı uçuşuyordu. cnn’in yaptığı haberi o evlerde de tv’den izliyorlardı. pencereden başlarını uzatsalar görebilecekleri cesetler onlar için bir tv haberinden ibaretti. o zaman anladım. tüm gezegen hastaydı, açlık ve adaletsizlik herkesin sorunuydu. düşük ücretlerle uzun saatler çalışmak, güzel giyinememek, önemsenmemek, geleceğini bir batağa girmeden yaşamak büyük bir lüks haline dönmüştü ve tüm dünya bu endüstrinin etrafında kuruluyordu.

    bir şeyi kelimelerle anlamak ve o şeyi içinde duyarak anlamak arasındaki fark yüreğimi yaktı. ocağın altını kapattım. yemek yiyebilecek halde değildim. sokağa çıkıp aç köpeklerin yüzünde gülümsemeye benzer bir şey aradım. arabaların egzozlarından çıkan dumanın göğümde biriktiğini düşündüm. şehirde yürüdüm. ankara bazen yanıltıcı düzeyde öğretici olabiliyor. beklemediğin biri bilgece bir söz ediyor. bir yabancının senden farkı olmadığını görüyorsun. ölümlü olmanın ve bir bedene sıkışmanın da ötesinde bir şeyler olduğunu düşünüyorsun.

    eve döndüm ve bilgisayarımı açtım. ekşi sözlük’ü açtım ve gündeme, başlıklara göz gezdirdim. insanlara ne kadar öfke duysam da onlardan biri olduğumu ve benimle beraber iştahı kaçan insanların öfkeyle dünyaya serzenişte bulunduğunu gördüm. bir şeyler arıyor olmanın insanın canını yakan, bir yandan da işe yarama duygusu veren yanını sezdiğim cümleler okudum. ekşi sözlükte biz, birbirinden ayrı, birbirine yabancı insanlar olmamıza rağmen organik bir bütün gibi işliyorduk. evrim, bizi toparlanmaya ve birlikte ayağa kalkıp bir şeyler yapmaya itiyordu. o başlıklara bakarken gördüğüm bir başlık bir siyasetçiyle zirve yapmaktan söz ediyordu. bir siyasetçi benim için tv’den gördüğüm ve muhtemelen tanısam sevmeyeceğim biriydi. ruhunu şeytana satmış olandı. asla benim gibi bezelye yemeği yemeyen, asla yalnız kalamayan, sürekli iş bağlamak için peşinde birilerinin dolaştığını bilen ve kirlenmediyse onlardan yaka silkmiş olandı. hayat bir şekilde onu oraya taşımıştı ve o artık gerçek bir insan olmaktan çıkıp iki boyutlu bir görsele, bir şovmene dönüşmüş olurdu. neden o şovmeni bulup yakasına yapışmayayım, neden onu bir kağıdı sallar gibi silkeleyip üç boyutlu hale getirmeyeyim, neden soru sorup yanıtlarını alamayayım diye düşündüm. kıyıya vuran mültecileri getiren bot kadar bile sağlam değillerdi. onlara öfke duyuyordum. tv’de konuştukları şeylerin benim için bir önemi yoktu. şehrimde yamuk kaldırımlarda yürüyor ve boşa harcanmış ömürlerini şikâyetle geçiren yaşlılar görüyordum. siyasiler hepimizin hayatını çalıyorlardı. radyoda sevdiğiniz şarkıyı dinlerken araya giren radyo jingleı gibilerdi. o şeyin dokusunu yok ediyorlardı. politika benim için takım elbiselerin birbirine yüklendiği ve içlerindeki yorgun bedenlerin asılı durmasını sağlayan aptal bir makinaydı. o makinayı bozmak istiyordum.

    üniversite hayatımda siyasetten söz eden insanlar görüyordum. bizim neslimizi bir önceki nesil gibi politik olmamakla suçluyorlardı. bir süre sonra o cümlelerin palavra olduğunu ve kendilerini ayırmak için kullandıkları bir jargon olduğunu anlamıştım. kimi marx’tan söz ediyordu kimi atsız’dan, kimi kurtuluş dindedir diyordu kimi laiklik vurgusu yapıyordu. gençlerin konuşmaları, bazı cümleleri söylerken yüzlerinin aldığı şekil, seslerindeki alçalıp yükselen yerler birbirine benziyordu. havalı sözcükler söyleyen bu gençler sözlerin içeriğini değil de dışındaki kabuğu boyayarak kendilerini ifade ediyordu. onlara kızmıyordum çünkü tv’de gördüğüm yaşını başını almış siyasiler de en az o kadar derinliksiz ve palavra sözleri üfürüyordu. siyaset bizim memlekette kişisel çıkarlarını ülkesinin çıkarının önünde tutan insanların güç kazanmak için yaptığı bir şeydi. “efendim siyaset kelimesi seyislikten geliyor o da at yetiştirmek demek” diyenler “politikayı anlamak için platon okumak gerek, devlet kitabı muhteşemdir” diyenlerle atbaşı yarışıyordu. siyasetin olimpiyatları vardı ve yüz metre koşucusu kondisyonunu daha küçük kitleleri etkileyerek ve onlar tarafından onanarak elde ediyordu. bu sırada öykündüğümüz ve ezberden atıp tuttuğumuz diğer ülkeler müreffeh bir hayata ulaşıyordu.

    ekşi sözlük buluşması bir fırsat oldu. hevesli ve bilgiçlik etmeyen gençlerle bir araya gelmek, buluşulacak siyasiden daha önemliydi. onlarla konuşup anlaşacaktım ve dünyaya dair anlamadığım ne varsa, kendimi küçücük, böcek gibi hissettiren çaresizliği silmek için anlayacaktım. yalın biçimde dünyayı görmek, bizim çağımız için en zoru.
    ekşi sözlükten tanıştığım bu arkadaşlarımla zirveler düzenledik. her birinin ayrı ayrı siyasi görüşleri vardı ama aynı şeye içleniyor, başımızın hemen üstündeki sisi dağıtıp yolu görmek istiyorlardı. bu sis dağılırsa yalnızca bizim ülkemiz değil dünya da acının daha çok omuzlandığı bir yer olacaktı. bazen yaptığımız zirvelerde siyasilere sorular soran bu insanların yüzlerine bakıyordum ve “kimsin sen?” diyordum. bir süre sonra bu soru “biz kimiz?” sorusuna dönüştü. ben, tıpkı ülkemiz gibi kim olduğunu bilmediğim insanlarla aynı yerden yaralanıyordum. aynı mahallede kucağında ekmekle eve giden oğlanın, yırtık ayakkabılarını gizlemeye çalışan genç kızın, parası pulu olan ama iki kültür arasında sıkışmış avrupai gencin, emekli olduğunda yolu izleyeceği bir köşeyi pencerenin önüne yapan teyzenin nasıl benden farkı yoksa, kömür madeninde can veren insanların, evlatlarını okutmak için çöp toplayan adamın, ilk davasını almış olan avukatın, ilk görev yerine gitmiş olan doktorun, gittiği evin şatafatı karşısında dili tutulan tesisatçının, çarşıda erik satan abinin farkı yoktu. herkesi anlıyordum. basitçe hayat bir taneydi ve onu bölüşüyorduk. bundan kimin ne kadar alacağı, aldığı sürenin niteliği siyaset denen zıkkımla değişiyordu.

    bu yüzden arkadaşlarımı dinledim. beraber oturup bazen tamamı dem olan çaylar içtik. birini çektim kenara ve biz kimiz ne yapıyoruz dedim. arkadaşlar bana tam olarak ne yaptığımızı söyleyin?

    bana “siyaset, insanların özgür bir ortamda haklarının ve huzurlarının korunduğu her bir bireyin her türlü ayrımcılıktan uzak, insani asgari haklarının ( eğitim, sağlık, barınma, beslenme) başta olmak üzere ayrımsız en iyi şekilde karşılandığı bir program dahilinde yapılmalıdır.
    siyaseten özellikle ülkemiz göz dikkate alındığında, parti çizgisi dışına çıkılamadığı; çıkar ve belirli bir zümre için yapıldığı, nihayetinde iktidar hırsına yenik düştüğü aşikardır.
    şu an yapılması gereken ortak payda altında gerici faşist anlayışlar haricinde, zaman kaybetmeden koşulsuz "demokrasi cephesi" kurarak birlikteliğimizi mahalle mahalle, birey birey, köy köy, ülke gerçeklerini ve sorunlarını her türlü imkan kullanılarak halkımıza anlatmaktır.
    insanlara siyasetin öznesi olan insani değerlerin; sadaka kültürü dışına çıkarak uygulamalı olarak anlatılması, yaşatılması gerekir. herman hesse’in dediği gibi; akıl sevgi ve inançtan yoksundur. " bir insanda onu başkalarından ayıran özellikler saptamak, onu tanımak demektir. “kişileri tanımalıyız, tanımlamaktan öte tanımalıyız”
    freud diyor ki " kim ki baba otoritesine baş kaldırır ve yener, o bir kahramandır."
    anne öğreticiliği, yaratıcılığı, çözümleyiciliği ihtiyacımız olan bu.

    nihayetinde kafka ' nın milena' ya dediği gibi " bana yardımcı ol, anlatabildiklerimden fazlasını anla" dedi.

    bir başkasına sordum.
    “iett kadrolarının ülkeyi yönetmeye yeltendiği bir dönemde her şey olumsuz istikamette giderken, yönetime talip olmasak da türkiye siyasetini olumlu yönlendirmek adına dijital ortamı değerlendirmeyi, sosyal medyanın gücünü kullanmayı iyi bilen, yurtseverlik ortak paydasında buluşmuş gençleriz” dedi.

    peki bir araya gelmeyi sürdürürsek bu ne işe yarar diye sordum ve bir başkası yanıtladı.

    “bir felsefeciye ait olduğunu zannettiğim bir söz vardı. `bir ülkede sanattan çok siyaset konuşuluyorsa, o ülke üçüncü dünya ülkesidir` diye. siyaset türkiye’de ilkokul öğrencisinden emekli vatandaşa kadar dilden dile dolanan bir mevzu. bu kadar çok konuşulmasına karşın, çoğunluğa zıt olarak bilgi yetersizliği ve doğru yorumlayabilme eksikliği de bir hayli fazla durumda. bu durumda siyaset ile ciddi anlamda ilgilenmek, fikir üretmek, farklı perspektiflerden bakabilme yetisi kazanmak için -ki güvenilir olması gerekmekte- uygun bir ortam gerekiyor. ne yazık ki bu ortam mevcut değil, oluşturulmamış. idi. eksi siyasetçilerle karşılaştığımda gerçekten çok mutlu oldum çünkü sanatla, felsefeyle, psikolojiyle ilgilenen insanların bu alanda ortak çalışma fırsatlarını görürken, daima eksikliğini hissettiğim bir konuda çalışma yapılmış olması benim açımdan önemliydi. tabii ilk gördüğümde zirvelerle kısıtlı bir organizasyon olduğunu düşünsem de grubun iletişim sürekliliği bonus oldu benim adıma. bu grupla ilgili en çok hoşuma giden mevzu ise elitist bir yaklaşım olmaması, buna karşın fikren elit olması, her ne kadar grup içerisindeki kişilerin görüşleri birbirine benzese de en zıt fikre dahi önyargıdan uzak, entelektüel yaklaşımlar sergilenebilmesi ve gruptaki insan çeşitliliğinin fikir üretimine olan pozitif etkisidir. tabii grubun eksi sözlük içerisinden çıkmış olmasının, internet medyasında etkinliğine de sebep olacağı fikrindeyim.
    ve şu da var ki eksi siyasetçiler düzenlediği zirvelerden daha büyük bir oluşum. henüz tek bir zirveye katılmış olsam da, grubun genel aktifliği, grup üyelerinin ufkunu çoğu zaman ayrı bir zirveymişçesine ikiye katlıyor” dedi.

    “kim bilir dışarıdan nasıl görünüyoruzdur?” dedim. şeker kullanmadığım için çayın içinde duran kaşığı çıkardım.

    “ekşi siyasetçiler; siyasetle ilgilenen genç insanların, ekşi sözlük yazarlığını kamp ateşi yapıp etrafında marshmallow pişirdikleri, birbirlerine korku hikayeleri anlattığı bir oluşum. *
    olarak görülse de;
    geleceğe dair kaygıları olan bu insanlar, etraflarında olup biten olaylara seyirci olmaktan ziyade tanık olmak istedikleri için, siyaset olayını birinci elden yaşayanları misafir ederek herhangi bir gazeteciye veya siyasetle ilgilenen diğer insanlara asla ulaşamayacak bilgileri zihinlerinde derleme şansı buluyorlar. bazı alt metinleri gözlemleyip, insani temas kurabiliyor; soruların cevaplarını çok daha net alabiliyorlar.
    çünkü buluşmalar ve toplantılar off the record gerçekleşiyor ve daha çok bilgi adına bunun böyle olacağının garantisi konuğa veriliyor.
    benim için ekşi siyasetçiler oluşumunu cazip kılan şey bu. bilgi. birinci elden bilgi elde etmek muhteşem bir şey, bunu ekşi siyasetçiler ile yapabiliyorum. sorduğum soru konuğun yüzünü ekşittiğinde veya bazen panik halinde geçiştirmeye çalıştığında, işte az evvel belirttiğim o insani temas sayesinde aslında kelimelere dökülemeyen cevapları dahi alabiliyorum.
    zaman içerisinde siyaset kurumunun dinamiklerini iyice çözüp, gerek sosyal medya, gerek ekşi sözlükte daha hızlı bir şekilde sivrileceklerine ve tanıklıktan oyunculuğa geçecek olduğumuz da aşikâr.” yanıtını aldım. önümdeki çay soğumuştu. yüz ifadem pek ikna olmuş gibi görünmüyordu herhalde ki lafa bir başkası girdi.

    “ekşi sözlük'te siyaset konuşan çok kişi var. ama çok kişi var, öyle böyle değil. ekşi siyasetçiler de, bu potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye dönüştürmek için ortaya çıkan bir oluşum. ülkede siyasetle ilgilenen (başta siyasetçi ve gazeteciler olmak üzere) insanlarla iletişime geçip, onlardan randevular kopartıyoruz. sonra da onlarla buluşuyoruz; hem kendi düşüncelerimizi onlara iletmiş, hem de birçok önemli konuda ilk ağızdan bilgiler almış oluyoruz. ekşi siyasetçiler budur.
    biz ara ara yılan, bıkan, yorulan; yıldıkça, bıktıkça, yoruldukça birbirinden destek alan bir grup insanız. bazen nefes almak, yaşamaya devam edebilmek zor oluyor. ne olacak kaygısı ağır basıp kendimizi bir cenderedeymişiz gibi hissetmemize neden oluyor. böyle durumlarda birilerinin “geçecek, bir şeyler yapabiliriz, düzeltebiliriz” demesine ihtiyaç duyduğumuzda, ekşi siyasetçiler oluşmuş oldu.

    çaresizlik baş edilmesi en zor duygulardan. yanlışı apaçık gördüğünde ve düzeltmek için hiçbir şey yapamadığında, yaşamaya dair motivasyonu bulamıyor insan. böylesine çaresiz hissettiğimizde bir ucundan başlamamız gerek diye düşünüp bu oluşumu (?) ortaya çıkarttık. hiçbir şey yapmadan yanlışa göz yummaktansa, mış gibi yaşamaktansa, bir şeyleri anlamak ve değiştirmek için yola çıktık. amacımız, ne oluyor diye sormak, dinlemek, öğrenmek, anlatmak ve çabalamak. belki tamamen beyhude bir çaba, belki asla hiçbir şeyi değiştiremeyeceğiz; ama mücadele etmeden yaşayıp gitmeyi kabullenmeyeceğiz.”

    “iyi ama bu nereye varacak?” dedim. “yani bunları neden yapıyoruz. oturup siyasilerle buluşuyoruz ama onlarla buluşmaya ihtiyacımız var mı? sonra bize bordo klavyeliler falan demesinler, birbirimizi tanımıyoruz ve biz verdiği oyu takip eden sade vatandaşlardan, ülkede olan biteni anlamaya çalışan gençlerden fazlası değiliz. hem nesi farklı bunun diğer binlerce oluşumdan?"

    yanıt hemen geldi.

    “klavye rengi olarak bordoyu pek tercih etmediğimiz gibi kalemimizi de kılıç niyetine savurma planımız yok ama klavye başında ve kalem ile bir şeyleri gerçekten değiştirebileceğimize inanan bir grup garip insanız bence. yeşili, hayvanı, sanatı, yozlaşmayanı sevme gibi temel bazı duygularda birleşebileceksek de sonsuzun her yanından olabilecek irrasyonelleriz esasında. bir akp seçmenini pekâlâ sevebilmekle birlikte, "o kamyonlarla ışid'e silah gitmişse gitmiş, ne var yani" fikrini sevebilecek kadar uzlaşmacı da değiliz. kimimiz milliyetçi hiziplere yakın kimimiz azınlıklara; kimimiz seçmekten yana kimimiz seçkincilik düşmanı; kimimiz sosyalist kimimiz liberal ama hepimiz kötü giden bir şeyler olduğunun farkındayız ve değiştirme umudumuz bazen kırılsa bile değiştirme hayalimiz var. aslında gücümüz de... klavye ve kaleme dönersek, dünyada önemli nice hareketin birkaç bildiriyle başladığı gerçeği var, bugün dahası bilişim deryası var, sosyal medyayla birkaç saniye içinde dünyayı sarsmanın mümkün olduğu bir dönem düşmüş ömrümüze. bu durumda medyanın yanlılığından ya da bazen hepten ilgasından yakınıp sinmek kabulleneceğimiz bir şey değil. aynısı seçim kampanyaları-bütçe ilişkisi için de geçerli. medyayı yönlendirme/yaratma ve yetersiz bütçelerle sesimizi dünyaya duyurma imkânlarımız olduğunun bilincindeyiz. sözlük bunun sınırlı bir test alanı mesela. çözümlerimiz de var; her birimizin çalışma/uzmanlık alanı ve yaşam koşulları, düşünme tarzı ile farklı farklı şekillenen. ulaşılamaz varsayılana ulaşabileceğimizi biliyoruz, bence esas farklı sayılabilecek olan, grup için, bu bakışı.”

    soğuk çaya bakıyordum. masanın karşısından biri lafa girdi.

    “ekşi siyasetçiler bir siyasi oluşumdan ziyade, siyasete yön vermeye çalışan ve eksik yanlarını tartışmak için bir araya gelen insanların oluşturduğu bir topluluktur. ekşi sözlük üzerinden tanışan bu kişiler, kendi argümanlarını önemli siyasi figürlerle konuşup, aktarmak ve mevcut yapıyı sorgulamak için çeşitli toplantılar düzenlemektedirler. amacımız tek yönlü düşünce tarzından kopup, çok başlı düşünceleri bir araya getirip artısıyla eksisiyle tartmaktır.”

    “ikna oldum” dedim.

    “bu grup günün birinde bir marka değerine kavuşabilir, bir dernek bir platform şekline kavuşabilir, bir marka değeri kazanacağını öngörebiliriz, ekşi sözlükten beslenen çok güçlü bir model olarak politikada göz doldurabilir. yapılan etkinlikler neticesinde bellidir ki herkes memnun ve mutlu. “ dedi diğeri.

    insanların birbirini dinlemesine alışkın değilim. bu yüzden bir masada sakince konuşabildiğim insanların birbirini dinleyen ve söz söyleyen, çağına onurlu biçimde tanıklık eden insanlar olacağına inandım. içinden geçtiğimiz yüzyıl, bizim terbiyemizle şekillenecek. okuyan, düşünen ve gelişen insanlarız. dünya tarafından küçümsenmek istemiyoruz. siyaseti anlamanın ve ona yön vermenin, artık unutulan baştaki amacını hatırlatmak istiyoruz. “insan olmak”
    görüşü ne olacaksa olsun “ben nerede duracağım” diyen insanların buna hür bir iradeyle, açık bir zihinle karar vermesi için yazmak, işi ne olursa olsun onu ahlaklı biçimde yapan insanlara güç kuvvet olmak, erdemli olmayı yüceltmek için zaman zaman zirveler düzenlenecek. ekşisiyasetçiler bir siyasi partinin ağzı değil. siyasetin etkilemeye çalıştığı insanın ağzı. bu kez o konuşacak.
55 entry daha
hesabın var mı? giriş yap