22 entry daha
  • not: bu entry filme dair bir takım sürprizleri açık ediyor, filmi izlemeyenler ona göre okusun.

    bu senenin bence en iyi filmlerinden biriydi. klasik bir kadının özgürleşmesi hikayesine chan-wook park sinemasına has plot twistler katarak bu hikayeyi daha şaşırtıcı veya çekici kıldığından dolayı değil elbette. neden dolayı peki?

    ilk katmanda hikayenin yerleştirildiği tarihsel arka plan var. film japonyanın, koreyi işgali döneminde hem ingiliz hem de japon hayranı sapık bir bibliyofili, taşralı, ingilterede uzun yıllarını geçirmiş sınıf atlama meraklısı bir dolandırıcıyı ve iki kadın karakterin hikayesini birbirine bağlıyor. - her ne kadar kadın karakterler başrolde olsa da ben onları biraz fazla yüzeysel, yüzeysel değillerse de fazla açık bulduğum için atlıyorum - bizim sapık bibliyofilimiz işgal ve sömürge kaynaklı bir kültürel bunalımın yarattığı bir tipoloji tıpkı lüks bir restoranda fiyatlarına bakmadan şarap siparişi vermek isteyen köylü dolandırıcımızın aynı çarpık kültürel atmosferin ve sınıfsal gerilimin mahsulü bir tipoloji olması gibi. fakat burada basit bir züppe tipi yok, olgunlaşmamış, modele benzemek için çaba sarf ettikçe aslının sönük bir kopyası olarak kalmış, bizim ilk romanlarımızdan çok tanıdık olduğumuz o felatun bey tipi. bunun yerine chan-wook park çok daha karmaşık bir ilişkiler ağı örüyor film boyunca.

    benim en çok dikkatimi çeken de filmin, bu bahsettiğim arka plana yerleştirilmiş karmaşık örgüsü, kendimce var olduğunu düşündüğüm bu alt metni ve "kültür karşıtı" tavrı oldu. kültür karşıtlığı (tabi ki bu ifadeyi her halükarda tırnak içinde düşünmemiz lazım) genelde kültürün karşısına hayatı, doğayı, kültürle belirlenmemiş olan barbarlığı yani doğal olanı veya biraz daha ileri gittiğinde kendini vahşet olarak dışa vuran yıkıcılığı çıkarır, bu film ise kültürün karşısına barbarlığı çıkartmak yerine tam da kültür ve barbarlık arasındaki ilişkiye yaptığı vurguyla (belki eleştirel teoriye aşina olanların çok da yeni bulmayacağı bir vurgu) kendine has bir tavır alıyor. her şeyi bütün ayrıntılarıyla anlatmaya teşvik eden, hayatı boşluk bırakmamacasına en küçük detaylara kadar inceltip hazzın nesnesi kılan, estetize eden, kendi halesiyle kutsadığı müddetçe yani edebileştirdiği, edebi bir söylem içinde anlatısallaştırdığı müddetçe vahşeti bile hazzın nesnesi kılan yüksek kültürün - filmde japon veya ingiliz kültürünün - vahşetle girdiği alışveriş, barbarlıkla içli dışlılığı.

    manyak fakat aşırı incelmiş zevklere sahip bibliyofil karakterin, bizim taşralıyı harcarken hala karısıyla gerdek gecesinde yaşadıklarını anlattırmaya çalışması, parmakları kıtır kıtır doğramaya verilen arada, etin katmanlarından, ıslaklıktan, yumuşaklıktan bahsedilmesi ve hatta kendisini zehirleyerek öldüren dumanı bile bir tür görsel haz nesnesi kılmayı becermesi bu bahsettiklerime bir örnek olarak verilebilir. bir de bunu, başta bahsettiğim arka plana yerleştirdiğimizde yani japonyanın - o yüksek kültür sahibi, her ayrıntısı ayrı ayrı tasarlanmış incelmiş hazların ülkesi japonyanın- koreyi ilhak etmesi tarihsel arkaplanında okuduğumuzda bu kültür barbarlık ilişkisi, kore tarihine dair siyasi bir vurgu da kazanıyor. bu arada yalnız kaba kuvvetiyle değil kanı hareketlendiren, dünyayı olduğu gibi daha küçücük bir çocukken bizim dolandırıcımızı da cezbeden yüksek zevkleriyle sömürgeci ingilterenin bu işgale destek verdiğini de unutmayalım. işte her şeyi kişisel bir haz nesnesi kılarken sınır tanımayan ve giderek türlü sapıklıkları, manyaklıkları, eziyetleri de anlatısallaştırıldığı oranda ve hatta giderek o estetik yaşantıya dahil edilip tecrübe edildiği oranda kabul edilebilir kılan o kişisel boyuttan, o naif inancın aksine sahip oldukları pek yüce kültür, uzun bir barbarlıklar tarihini geride bırakmalarını engellemeyen belki de barbarlığın tıpkı bir parada olduğu gibi sadece diğer yüzü olan o yüksek kültüre sahip olan ülkelerin siyasi-tarihi boyutuna. burada eğer bu okumayı sürdürürsek bibliyolfil beyefendinin eziyet etmekten imtina etmediği kadınları belki korenin kendisi olarak bile düşünebiliriz. yani erkek-kadın arasındaki ilişkiyi, sömürgeci sömürge arasındaki ilişkinin hem bir yansıması ve belki de bir tür alegorisi olarak. (sanırım kusacağım, bu çok bayağı oldu biliyorum ama tabloyu tamamlamak için sadece) bir sonraki adımda da kültüre karşı, doğanın değil ama doğal olmayan bir doğallığın, yani iki kadının aşkla birbirine bağlanmasının çıkarıldığını bile söyleyebiliriz. (tamam bitirdim) fakat garip olan bir şey bu iki kadının "aşkının" tam da o sapık literatürden öğrenilmiş ve hayata geçirilmiş olması. kısmen.

    buraya kadar filmi bir tür aşırı yoruma tabi tuttuk galiba. fakat bu yorumu sürdürerek chan-wook park'ı eleştirmemiz, chan-wook park'ın eleştirisi dediğimiz şeyi yönetmenin ta kendisine yöneltmemiz de mümkün. yukarıda anlattığım ve kültür karşıtı olarak tavsif ettiğim tavrı, plastik bir görüntü dünyasıyla ve stilize, simetri düşkünü bir görüntü işçiliğiyle yapmanın bir anlamı var mı? bundan da öte, parmak kesilirken, tezgahtan yavaşça akan kanı, o kanın dokusunu ve sıcaklığını seyirciye hissettirecek kadar şehvetle göstermenin, vahşeti bile hazzın kaynağına taşıyan bir tavırdan farkı ne? farkına varmadan kapıldığı bir tuzak mı bu yoksa chan-wook park'ın taşımakta bile bile ısrar ettiği ve böylece kaçınılmazlığını göstermek istediği bir çelişki mi? bunu bilemiyoruz, fakat bir çelişki olduğu muhakkak.

    edit: entry'yi yazarken hasta japonların yaklaşık 200.000 güney koreli kadını sex kölesi olmak için zorladıklarını bilmiyordum. bu bilgiyle birlikte hem film hem de bu entry'de yapılan okuma çok daha anlamlı bir yere oturdu: http://www.telegraph.co.uk/…---forced-to-be-sex-sl/
106 entry daha
hesabın var mı? giriş yap